Ankara’yı üçüncü kez patlattılar. Kör, karanlık şiddet 37 insanımızın canını aldı.
Hiçbir neden, hiçbir açıklama, hiçbir bahane bu katliamı ve faillerini aklayamaz. Lanetliyoruz.
Bombayı patlatan fail ya da faillerin, taşeronların, azmettirenlerin kim, amaçlarının ne olduğuna ilişkin farklı yorumlar yapılabilir ve yapılıyor. Olasılıklar birden fazla ve karanlık odalarda planlanan gizli operasyonların ayrıntılarını bilebilecek durumda değiliz.
Bu kaos ve terör ortamından çıkışa hizmet edecek ilk soru, bu ülkenin buraya neden, nasıl, hangi siyasal tercih ve kararların sonucu olarak geldiği sorusudur.
Türkiye’de yaşanmakta olan bir tür “Suriyeleşme” sürecidir.
Bugünkü kaos ve terör ortamı Erdoğan/AKP yönetiminin emperyal heveslerinin, özel olarak da Suriye siyasetlerinin doğrudan ürünüdür.
Erdoğan/Davutoğlu ikilisi, 2011’den bu yana, Suriye’de iç savaşı kışkırttılar; cihatçı çetelere para, silah, geçiş vb. her türlü desteği sağladılar. Sonuç ortadadır: Terslendiler; güç, prestij, inisiyatif yitirdiler. Tek sözcükle, Irak ve Suriye’nin yeniden yapılandırılmasında devre dışı kaldılar.
Erdoğan/Davutoğlu ikilisinin 2014 sonbaharından bu yana izledikleri siyasetin özü, Türkiye’yi Suriye savaşlarına yeniden dahil etmek için savaşı Türkiye topraklarına ithal etmektir!
Suruç’la başlayıp Ankara, İstanbul bombalamalarıyla, Kürt il ve ilçelerindeki kuşatma/imha savaşlarıyla ivmelenen süreç bu siyasetin sonucudur. Bu yönelişin, aynı zamanda, düşme korkusu içindeki Erdoğan’ın devletin başında kalmasını, fiili başkanlığını hukukileştirmesini sağlamak için gerekli yeni güç ve ittifak ilişkileri zeminini oluşturmaya hizmet ettiği açıktır.
Türkiye’nin solcuları, Haziran 2013 Gezi isyanından bu yana Türkiye’nin yönetilmesi zor bir ülke haline geldiğini yineliyorlar.
Son zamanlarda ise solda ve sağda, ABD’nin Türkiye’yi yönetilemez duruma düşürmek için düğmeye bastığı yönünde yorumlara rastlanıyor.
Bağlam değiştiğinde anlam da değişiyor. Erdoğan/AKP rejiminin dayattığı ekonomik-siyasal şiddete, totaliter baskılara, sınıfsal ve dinsel gericiliğe halk tepkisini düşünerek söylenen “yönetemez, sürdüremez” saptaması ile “emperyalistler ülkeyi AKP’nin yönetemeyeceği bir kaosa sürüklüyor” yorumlarının yol açacağı siyasal tutumlar arasındaki fark dağlar kadar büyüktür. Bu ikinci yaklaşım, iç mantığı gereği, ya AKP’den kurtulmak için ABD’den medet ummaya ya da “ABD’ye kafa tutan Erdoğan”la vatan savunması için saf tutmaya götürür. Götürüyor; görüyoruz.
Oysa, Suriye siyaseti, bu siyasetin yol açtığı kaos ve terör AKP rejiminin yumuşak karnıdır. Bunca provokasyona rağmen, AKP’ye oy verenler de içinde Türkiye toplumunun çok büyük çoğunluğu ülkenin iç ve dış savaşlara sürüklenmesini, genç bedenlerin toprağa düşmesini istemiyor.
“Ne yapmalı ?” sorusunun yanıtı buradadır.
Yükseltilmesi gereken acil çağrı, Türkiye’nin Suriye’deki iç savaştan elini çekmesi, “dışarıda” ve “içeride” Kürtlerle savaşının durdurulmasıdır.
Çağrının muhatabı halktır.
Sloganı “hükümet istifa”dır!