Hangi siyaset?

Ne istediğini bilen, uzak-yakın hedeflerini ayrıntılar düzeyinde netleştirmiş, yapılacak “işleri“ sıraya bağlamış Erdoğan ve adamları, saniye sektirmeyen bir zaman planıyla hedeflerine doğru yürüyorlar.

İslamcı-totaliter tek adam devletinin ve düzeninin inşasında birbirini izleyen, artık süreklilik kazanmış darbelerin çok önemli bir işlev gördüğü açık. “Sivil darbe”, “sivil darbe” diye ağlaşıp siyasal yaşamlarına hiçbir şey olmamış gibi devam eden düzen siyasetçilerinin sorunu ise, çapsızlıklarının ötesinde, Erdoğan’ın “yeni Türkiye”si karşısında hiçbir gerçek siyasal programa,  hatta “parça işi” muhalefet inisiyatifine sahip olmamalarıdır. Son haftanın gürültüsü içinde, kölelik yasasının sessiz sedasız geçmesi meclis içi muhalefet boşluğunun derecesi hakkında bir fikir veriyor.

***

14 yılı, özellikle de 2013 Haziran’ı ile 2015 1 Kasım’ı arasındaki 2,5 yılı, Erdoğan iktidarına ömür biçmekle geçirenlere, her gün doğrulanmakta olan üç gerçeği bir kez daha anımsatmak istiyorum.

Bir: ABD ve AB emperyalistlerinin Erdoğan’ı devirmek gibi bir öncelikleri, tercihleri yoktur.

İki: Türkiye sermaye sınıfının AKP iktidarıyla, kurulmakta olan tek adam devletiyle hiçbir ciddi sorunları yoktur.  Sivil devlet bürokrasisi ve TSK komuta kademesi de en azından şimdilik Erdoğan’a biat etmiş durumdadır. Kürt savaşını kullanarak, Türk-İslam sentezini canlandırdılar. Kimi ulusalcıları da “kazanarak” yeni bir siyasal koalisyon inşa ettiler.

Üç: CHP ve MHP, AKP karşısında yönsüz ve siyasetsizdirler. “Türkiye’nin birliği”,  “düzenin bekası” şantajlarıyla Erdoğan rejimi tarafından asimile ve paralize edilmiş durumdalar. Nedenleri, gerekçeleri ne olursa olsun, 2015 yaz ortasından bu yana PKK’nin izlediği siyaset ve eylem çizgisi, HDP’yi Türkiye siyasetinin etkili bir tarafı, muhalefet gücü olma konumundan düşürmüştür.

***

Özetlersek, bugün bu ülkede sol hareket dışında Erdoğan rejimine ve emekçi düşmanı gerici sermaye düzenine karşı gerçek bir siyasal muhalefet yoktur.

Türkiye solunun sorunu ise, geçen yazımda altını çizdiğim varlık nedenine bağlılıkla, toplumu bugün olduğundan başka türlü taraflaştıran toplumsal bir özne olma arasındaki gerilimli çizgide kendini yeniden üretebilme sorunu olarak beliriyor.

Sıfırdan başlamıyoruz. Son 1 Mayıs, devlet terörüne ve toplumsal psikolojiye egemen ruh haline rağmen, bu topraklarda devrimci-emekçi birikim ve direngenliğinin kendini her koşulda var edecek bir gücü olduğunu gösteriyor. Ayrıca, devrimci enerji birikiyor.

Türkiye sol hareketi, solun ve devrimciliğin “tek yol” kaldığı bir uğrakta, güncel siyasal tıkanıklığı aşacak, yalnızca işçi sınıfına değil, toplumun ilerici sol birikimine çıkış yolu gösterecek siyasal, örgütsel ve eylemsel inisiyatif ve atılım gerçekleştirme görev ve sorumluluğuyla yüz yüzedir.

Bu görevin bugüne dek hakkıyla yerine getirilememesinin solda etkili üç siyaset tarzıyla doğrudan ilişkisi olduğunu düşünüyorum.

Bunlardan birincisi, büyük siyasetin ancak büyük güçlerle yapılacağı varsayımından hareketle, “büyük güçler” arasındaki çelişkiler üzerinden, bunlardan biriyle ötekine karşı ittifak yaparak yol almaya çalışan tarzdır. Bu tarzın, işi, “vatan savunması”na kadar götürmeyen ılımlı versiyonu ise, “en geniş güçlerin koalisyonunu” devrimci muhalefet ve eylemin önkoşulu olarak görmektedir.

İkincisi, kritik ve riskli siyaset sorunlarından uzak duran, steril bir ortamda soyut ve genel doğruları tekrarlayan, nelerin olmayacağını gösterip, hep haklı çıktığı iddiasını canlı tutarak güç biriktirmeye çalışan, “sota”da devrimci durum bekleyen siyaset tarzıdır.  Komünist hareketin kendisini öteki akımlardan ayırmasında, bağımsız siyasal varlığını ve hedeflerini titizlikle korumasında herhangi bir yanlışlık yoktur. Bu tarzın sorunu, seçkinci bir “yüksek siyaset” anlayışı içinde emekçiyi, işçiyi, ilericiyi doğrudan ilgilendiren, güncel ama yaşamsal sorun ve kavga gündemlerine yabancılaşmasıdır. Bu yabancılaşma, devrimci durumda güç olma, sıçrama kapasitesini de yok ettiği için öldürücüdür. Sorunun kaynağı ve çözümü ise öne sürüldüğünün tersine “örgütsel” değil, siyasaldır.

Üçüncüsü, ideolojik-siyasal içeriği zayıf, siyasal odak olma iddia ve özgüveninden yoksun yüzeysel birlikçilik ve hiper eylemciliktir. Bileşenlerinin aritmetik toplamına ek toplumsal enerji, daha önemlisi sinerji yaratmayan, “birleşikliği” birbirinin elini kolunu bağlayan bir ortalamacılık olarak yaşayan birlikçilik yol aldırmıyor. Üç büyük kentin 4-5 caddesine sıkışmış, giderek daha az insanın katıldığı, polis terörü ile kolayca dağıtılan, yeterince etkili olmadığı için toplumsal meşruiyet ve güçlülük algısı yaratmayan eylem tarzının artık bıktırıcı bir kısır döngüye dönüştüğü de açık olmalıdır.

Bu üç tarz, hem bu tarzları izleyenlerin, hem de birleşik sol hareket arayışlarının engelidir.

Varlık nedenine, düzen değişikliği amacına bağlılık, bağımsızlık ve devrimci siyaseti, siyasetin gerçekten başladığı yerde, milyonların içinde inşa etmek… Kanımca, devrimci bir siyaset için en genel ve temel kalkış noktaları bunlardır. Bunların içini doldurmak, somut açılımları üzerine söz söylemek, çeşitli başlıklarla ilgili öneriler, tartışma tezleri sunmak ise bundan sonraki yazıların konusudur.