Hangi renk devrim istersiniz?

Turuncu mu, pembe mi, beyaz mı yoksa gri mi?

Cemaate yönelik operasyon “sol”da da bir dizi yaklaşımın daha net bir şekilde görünür olmasını sağladı.

Bir taraf “demokrasiye darbe” yapıldığını dile getirerek özgürlükler (bu örnekte basın özgürlüğü) üzerinden, diğer taraf ise “önce cemaat tasfiye edilsin, sonra sıra zaten AKP’ye gelecektir” diyerek kendine yol açmaya çalışıyor.

Her iki taraf da kendini örgütleme uğraşında.

“Demokrasi” cephesini tek bir siyasi yapıda somutlamak mümkün değil. Zaten onların varlık sebebi de bunu dışlıyor. Onlar için bir örgüte sahip olmaktan çok, süreçlere müdahale etmek ve var olan yapılar üzerinden “sivil” bir hareket olarak etkinlik göstermeleri daha önemli. Ancak, nihayetinde bir siyasi figüre ve/veya yapıya ihtiyaç duyacakları da açık. Ekmeleddin İhsanoğlu denemesi buna bir örnek olarak gösterilebilir.

Diğer tarafı da tek bir siyasi yapıda somutlayamayız. Ancak İşçi Partisi’ni bu tarafın önde gelen temsilcisi olarak göstermek de kimseye haksızlık olmayacaktır. AKP’ye meşruiyet kazandıran politikalarının bir boyutu da HSYK seçimlerinde de görüldüğü üzere “yer edinmek” ile ilgili.

Her iki taraf açısından, kestirme bile olsa söylenecek olan “düzen içi” olduklarıdır. Sorun şu ki, düzen artık İkinci Cumhuriyet. Geçen hafta “adaletvesosyalizm.com” sitesinde İkinci Cumhuriyet’in yeniden yapılandırılması, restore edilmesi ihtiyacından bahsetmiş, “AKP’siz” ve/veya “Erdoğan’sız” bir İkinci Cumhuriyet’in düzen içi “muhalefet” tarafından bir süredir dillendirildiğini, bunun yollarının arandığını belirtmiştim.

Yazıda, bu arayışın bir ayağını da bir kez daha liberallerin oluşturacağına, soldan tahkim edilmeye çalışılacağına da değinmiştim. Bu değerlendirmenin içine bir dizi ulusalcı kişi ve özneyi de yerleştirmemizin sakıncası olmadığını düşünüyorum.

Cumhuriyet Gazetesi’nde bir süre önce bir dönüşüm yaşandı. Aslında yaşanmaya da devam ediyor. Bu süreci operasyon olarak adlandıranlar da bulunuyor. Böylesi bir adlandırmanın da yanlış olacağını düşünmüyorum. Her ne kadar Cumhuriyet’te yer alan bir dizi arkadaş bu durumu görmemekte ısrarcı olsalar da.

Cumhuriyet Gazetesi’ne bir dizi yeni yazarın katılması ile en somut hali ile de Aydın Engin’in katılması ile görünür olan bu hal aslında idari yönleri de olan bir dönüşüm. Genel Yayın Yönetmeni değişen Gazete’nin künyesinde İcra Kurulu Başkanı için de yer açıldı. Gazetenin örneğin köşe yazarlarına dokunulmadı ancak haberlerin sunuluşunda açık bir değişiklik göze çarpıyor. Bunu iyi veya kötü anlamında söylemiyorum. Ancak haber seçiminden sunuşuna kadar yapılan değişiklikler ortada. Gazetenin “olaylar ve görüşler” sayfası hem konu hem yazar çeşitliliği artırılarak yaşanan dönüşüm çerçevesinde farklılaştırıldı. Çok örnek var ama tek bir örnekle yetineyim: Ertuğrul Mavioğlu’nun geçtiğimiz günlerde bu sayfada bir yazısı yayınlandı. Önemli olan yazının içeriği değil. Zaten 18 yıl öncesinde kalmış (o zaman için de eksiklikler barındıran) tekrarlayan bir Susurluk yazısı idi ve hala siyaset alanının siyaset dışı güçler tarafından dizayn edildiği tezini dile getiriyor, bundan şikayet ediyordu. Önemli olan, Ergenekon sürecinde oldukça farklı noktalarda duran Mavioğlu ile Cumhuriyet’in buluşması, bir dizi ismin “ulusalcı” Cumhuriyet Gazetesi’nde yazar hale gelmesi. Mavioğlu ile birlikte, "Ergenekon'da Kim Kimdir-Kırk Katır Kırk Satır" kitabını hazırlayan Ahmet Şık’ın Cumhuriyet çalışanı olması gibi.

Uzun bir Cumhuriyet Gazetesi parantezi oldu. Ancak gerekli idi. Gazete’nin “Demokrasi” mücadelesinin bir parçası olarak kurgulandığı kanaatindeyim. Hayata geçirilmeye çalışılan dönüşümde bununla ilgili olduğunu düşünüyorum. Örneğin Taraf Gazetesi’nin dönüştürülmesi ile bu sağlanamazdı. Sağlansa da inandırıcı olmazdı. Geride kalan süreci “ortada” geçirmiş isimlerin daha rahat hareket ettiği, rahatlıkla “ben de zaten bunu görmüştüm, demiştim” dedikleri aşikar.

Zaten tüm isimler, Taraf’tan, Cumhuriyet’ten, CHP’den ve her yerden “demokrasi” için siyaset zemininde bir araya gelebiliyor. Cemaat operasyonu sonrası geçen ayın sonlarında gazetelerde yer alanve Türkiye demokrasisi için çok geç olmadan, AKP hükümetini girdiği tehlikeli yoldan dönmeye davet eden  “Demokrasiye Darbe” ilan metni (Aydınlar Deklarasyonu olarak ifade ediliyor) buna bir örnek.

Şu anda yaşananların Gazeteye yapılan önceki müdahalelerden farklı olduğunu ve daha başarılı yürütüldüğünü görmek gerekiyor. Tabii ki bunun siyasi ortamla da doğrudan bağı var. Gazete şu anda, etkileyebilme güçleri farklı olsa da liberalleri, ulusalcıları ve solcuları bir arada barındırıyor. Geleceğine dair sonucu şimdiden kestirmek de mümkün değil. Yukarıda bahsi geçen “Demokrasiye Darbe” ilan metninde Cumhuriyet’ten Aydın Engin ve Ceyda Karan ile birlikte Ataol Behramoğlu’nun yer alması, Can Dündar’ın oldukça sağlıklı bir gerekçe ile metne imza vermemesi (AKP’ye davet değil AKP’ye karşı mücadele çağrısı yapılmalı minvalinde) ortalığın epey “karışık” olduğunu gösteriyor. (İmza metnini neden bu kadar diline doladın diyen olursa, içinden numunelik birkaç isim sıralayayım: Ufuk Uras, Baskın Oran, Murat Belge, Hadi Uluengin, Ahmet Altan, Mehmet Bekaroğlu, Ali Bulaç, Altan Tan, Cüneyt Ülsever, Osman Kavala…)

Liberaller böyle de, ulusalcılar farklı mı?

Geçtiğimiz Ekim ayında yapılan HSYK seçimleri sonrasında kaleme aldığım notlardan iki başlığı hatırlatmak istiyorum (HSYK seçim sonuçlarına ilişkin notlar, İleri Haber – 17.10.2014). Birincisi, HSYK seçimlerine katılan Yargıda Birlik Platformu’nun cemaate karşı oluşturulmuş bir koalisyon olduğuna yönelik görüşlere karşı, “YBP bir koalisyon değil AKP projesidir” yönündeki değerlendirmem. Örneklerini neredeyse her gün görüyoruz. Yaşanan süreç, yeni HSYK’nın rolünün, “yargının AKP’lileştirilmesi” olduğunu bize açıkça gösterdi. İkinci değerlendirmem ise ulusalcı “sol” İşçi Partisi’nin HSYK seçim sonuçlarına ilişkin yaklaşımından hareketle, siyasi iktidar ile kavga etmeyecekleri, “normalleşme” aradıkları, bunu bir kez de HSYK seçimleri vesilesi ile ifade etmiş oldukları yönünde idi.

Yaşanan Cemaat operasyonu sonrası alınan tavır, “sol”un bu kanadında bir değerlendirme değişikliği olmadığını, hatta atladıkları yeni zeminde duruşlarını daha sağlam hale getirmeye çalıştıklarını gösteriyor. Doğu Perinçek operasyon sonrası yaptığı “F tipinin son çırpınışları” saptamasını “Gladyonun sonu geliyor” değerlendirmelerine taşıdı. Aydınlık Gazetesi Garih’ten Dink’e, Hablemitoğlu’ndan Danıştay baskınına kadar birçok cinayetten Cemaat’in sorumlu olduğunu manşete taşıdı. Aynı tarihlerde, Yeni Şafak Gazetesi’nde yakın tarihte işlenen 60’a yakın cinayetin ve suikastın aydınlatılacağı yer aldı.

Bu bilgiler doğru mu ya da ne kadarı doğru, benim bilebilmem olanaklı değil. Öylesi bir istihbari bilgiye sahip değilim zaten sahip olmam da mümkün değil. Ancak, Perinçek ve bir dizi İşçi Partisi yöneticisinin tutuklandığı dönemde kullanılan söylemlerle şimdi kullanılanların arasındaki benzerlik (kontgerillanın tasfiyesi) herkesin hemen dikkatini çekiyor.

Bunun yanında tarafların, hem Cemaatin hem AKP’nin siyasi sorumlulukları olduğu tartışmasız. Ancak, Aydınlık çevresi “peki AKP’nin sorumluluğu yok mu” sorusunu geçiştiriyor. Onlara göre, suçların ortakları birbirine vurdukça Türkiye rahatlayacaktır.

Geçen sürede, cezaevlerindeki kişiler değişmiş ama iktidarda ki AKP değişmemiş, ne gam! Bu arada yolsuzluk dosyalarının kapatılması da pek önemli olmayabilir. Nasılsa “günü gelince” her şey AKP’ye uzanacaktır.

Önümüz seçimler. Anayasa Mahkemesi Başkanı bu niyeti taşıyor muydu, bilinmez. Ama seçimlerin meşruiyetini tartışmaya açtı. Sonrasında Anayasa Mahkemesi, seçimlerde uygulanan yüzde 10 oy barajının “hak ihlali” olduğu yönündeki bireysel başvuruları reddetti. Ama Pandora’nın kutusu açıldı bir kere. Tartışmalar seçime kadar ve seçimden sonrada sürecektir, AKP’yi zorlayacaktır. AKP içinden gelmeye başlayan “seçimlerde hile yaptık” itirafı benzeri verilerinde çeşitlenerek önümüzdeki günlerde ortaya dökülmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Eğer AKP gücünü kaybediyor diyorsak, eğer AKP iktidarını gerektiğinde “hukuk” ile gerektiğinde “zor” ile bırakmama konusunda kararlı diyorsak, tüm bunların yanında AKP’nin gönderilmesi en önemli işimiz diyorsak ve İkinci Cumhuriyetin restore edilme çabalarını görüp, bunları işaret ediyorsak, eninde sonunda iki gerici yapı arasında seçim yaparak, oralardan müttefik arayarak siyasetine yön çizmeye çalışan liberal veya ulusalcı “sol”dan tutarlı ve sağlıklı bir siyaset çıkmayacağını da bilmeliyiz.

Onun için emperyalizmle de, gericilikle de, piyasacılıkla da mücadele devrimci solun işidir diyoruz. Öyle ise, bizim rengimiz kırmızı!