'Halûk'la 'Âsım' arasında gidip gelen sarkaç: Hangi 'nesil'?

“Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,

Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid.

Tazyîkının altında silinmiş gibi eşbâh,

Bir tozlu kesâfetten ibâret bütün elvâh.” (1)

 

Tevfik Fikret “Sis” şiirini 1902 yılında yazar. İstanbul sisler içindedir. Gittikçe artan beyaz bir karanlık bütün bir ufku kaplamıştır. Karanlıktır hüküm süren, zulümdür. Şehir katil kulelerle, kaleli zindanlı saraylarla doludur. Vaatler boş, hak mahkeme sürgünüdür. Meraklı kulaklar her yerdedir. Ağızlar korkuyla kenetlenmiştir. Bütün bu olup bitenden, toplumu çürüten ahlaksızlıktan Marmara’nın mavi kucağı içinde ölmüş gibi uyuyan şehir, köhne Bizans sorumludur. Riyakârlıkla suçlar İstanbul’u, lanet okur.

Zaman geçer, devran değişir. II. Meşrutiyet’le birlikte farklılaşan siyasi iklimin etkileri Fikret’in şiirlerine de yansır. “Rücû” şiiriyle lanetini geri alır. Düşkünlüğün, kötülüğün sorumlusu İstanbul değildir. Milletin hayatını karartan, çamur içinde bırakan ne kadar pislik varsa hepsi çekip gitmiştir. Sis dağılmış, gözler aydınlık bir sabaha açılmıştır. İstanbul, bir yenilik muhitidir artık. Güzel vatanın seçkin çocuklarına, açık alınlara, güzide vicdanlara ve aslan yürekli insanlara seslenir. İçinde köpürüp duran coşkun nağmeleri, sözü, kabına sığmayan neşeyi, iyi ve güzel olan ne varsa hepsini onlara vererek bitirir şiiri. (2)

İstibdat devrinin “sis”i yerini böylece seherlerin “rücû”suna bırakır. Olması gereken olmuştur çünkü “âtî (gelecek) belirince ufukta mâzî (geçmiş) silinmelidir.” (3)

Yeni Türk şiirinin en önemli temsilcilerinden kabul edilen Tevfik Fikret, uzunca bir zamandır Aşiyan’dan Boğaziçi’ne, “Âtî”ye bakıyor. “Tarih-i Kâdim” şiirinin sarsıcı, zihin açıcı dizeleri, düşülen yeni bir “zeyl”le birlikte köklerine geri dönüyor. (4)

Öğretmen Fikret’in bir şiirinde kendi ayak izlerini takip ettiği topraklarda, tarihsel göndermeleri itibariyle son derece anlamlı bir “buluşma” gerçekleşti.

Fikret’in ömrünün son yıllarına kadar ders vermeyi sürdürdüğü Robert Kolej’in arazisi üzerine 1970’in başında kurulan Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrencileri, eski, köhnemiş düzenin tepeden inme, dayatmacı rektör atamasına karşı kendi “âtî”lerine, “Ferdâ”larına sahip çıkan bir eyleme imza attılar. (5)

Özgür seçim talepleri, tıpkı geçtiğimiz yüzyılın başındaki istibdat rejiminin yaptığı gibi, memleketin tepesine çökmüş “zulmet-i beyzâ” (ak karanlık) tarafından kelepçe, soruşturma ve tehditle karşılandı. Öğrenciler “terör örgütleriyle iltisaklı olmakla” suçlandılar.

Günlerdir devam eden, meşru rektörlük seçimi talepli itirazın temel sloganı olarak öne çıkan “Kabul etmiyoruz. Vazgeçmiyoruz.” egemenleri çok rahatsız etti. “Terörist” ilan edilmelerine kendi üsluplarınca verdikleri “terörist ilan edildim çünkü” tekrarlarıyla birbirine bağlanan “iltisaklılık” yanıtı anlayana ders niteliğindeydi.

Söylemekte beis yok: Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, günümüz devlet yetkililerinin isabetle buyurduğu gibi “iltisaklı”dır. Ancak söz konusu iltisaklılık, kaynatıp durdukları “terör kazanı” içine atılabilecek türden bir iltisaklılık değildir.

Evet, genç kardeşlerimiz iltisaklıdır, illiyet bağı açıktır. Demokratik üniversiteden yanadırlar. Kendi yöneticilerini kendileri seçmek istemekte ve bunu da açıkça söylemektedirler. Nasıl ki ceberut devlet geleneğini temsil edenler kendilerinden önceki dili ve şiddeti devralarak ben yaptım oldu anlayışıyla, zorla, biata dayalı eğitim anlayışının gereğini yerine getirmeye çalışıyorsa öğrenci kardeşlerimiz de geçmişi Fikret’e kadar uzanan özgürlükçü bir anlayışın gereğini yerine getirmektedir.

Toplumsal mücadeleleri içeren hafıza sirayet etme, bir kuşaktan diğerine geçme özelliğine sahiptir. Ve iyi ki öyledir. Demokratik üniversite mücadelesinin geçmişi bu ülkede oldukça eskidir. Ve doğal olarak genel özgürlük mücadelesiyle iltisaklıdır. Birbirini etkilemekte ve etkilenmektedir. Sosyal medyada en çok paylaşılan videolardan biri olan “Yuh Yuh”ta söz konusu etkilenmenin açık izleri takip edilebilir.

Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, toplumsal hafızamızda karşılığı olan protest bir müzik parçasını güncelleyerek sahiplenmiştir. Aynı beste üzerine yazılan sözlerde “Kayyum”, “intihal” sözcükleri döneme özgü vurgular olarak yer alırken “soyma”, “çökme”, “biat”, “kelepçe”, “hak” gibi sözcüklerse eylemi önceleyen mücadele tarihiyle “iltisaklı” vurgular olarak kendilerine yer bulmuştur.

Şüphesiz ki kayyum rektör ataması nedeniyle gündeme gelen bütün bu hadiselerin bir geçmişi vardır. Evveliyatı Fikret’le Mehmet Âkifler, Necip Fazıllar arasındaki fikir ayrılığına kadar gider. Özü iki farklı gençlik tahayyülüdür; “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” bir anlayışla “Âsım’ın nesli”ni topluma egemen kılmak isteyen anlayış arasındaki mücadeledir. (6)

Ve yine şüphesiz ki Fikret’in “eğilmek esaret tasmasından ağırdır boynuma” dizesinde ifadesini bulan anlayışın galebe çalmasının ilk şartı biat etmemektir. (7)

Şarkıda da geçiyor, eyledikleri de o zaten.

Ne diyordu genç kardeşlerimiz, evet:

“Zıpla! Zıpla!

Zıplamayan Kayyum’dur!”

Gezi mi? Örtük gönderme mi var?

Eh artık, olacak o kadar!..

 

 

DİPNOTLAR

1. “Sarmış yine ufuklarını bir inatçı duman, / beyaz bir karanlık ki gittikçe artan- / ağırlığının altında silinmiş gibi her şey, / bir tozlu yoğunluktan ibaret bütün resimler.” (Tevfik Fikret - Hayatı ve Toplu Şiirleri, “Sis” şiiri, Kırmızı Yayınları, s. 390, 2007, günümüz Türkçesine çeviren Refik Durbaş.)

2. “Rucû” şiiri “Sis” şiiriyle birlikte, II. Meşrutiyet ilanını takip eden günlerde Tanin gazetesinde yan yana yayınlanmıştır.

3. Tevfik Fikret. “Mâzî... Âtî (Geçmiş... Gelecek)” adlı şiirden. A.g.e., s. 382.

4. “İşte, der, insanoğlunun geçmiş hayatı bu. / Ve başlar bize maval okumaya” dizeleriyle başlayan “Tarih-i Kâdim” (Eski Çağ Tarihi) müthiş bir savaş karşıtı şiirdir. Dinin egemenlerin ihtiyaçlarına uygun biçimde savaşı kutsallaştırmasına yönelik güçlü eleştiriler içerir. İçinde “Artık yeter fikri susturduğunuz, / yerini hiç bir şey tutamaz bu dünyada / zincirsiz, kelepçesiz yaşamanın. / ... ... / İşte müjdelerin en güzeli, / işte en gerçek özgürlük / düşümüzdeki gelecek çağlarda: / Ne savaş, ne savaşan, ne salgın, / ne saltanat, ne yoksulluk, ne ezen, ne ezilen” dizelerinin yer aldığı şiir, din ve Tanrı inancı da içinde olmak üzere güce tapma ve tapınma üzerine kurulu “eski çağlar”a yönelik muazzam bir reddiyedir. Tarih-i Kâdim yayınlandığı ilk günden itibaren eski çağ savunucuları tarafından eleştiri konusu yapılır. Eleştiri oklarını fırlatanlar arasında Mehmet Âkif de vardır. Âkif, “Süleymaniye Kürsüsü” adlı şiirinde Fikret’i “Protestanlara zangoçluk yapmak”la itham eder. Fikret bu sataşmaya “Tarih-i Kâdim’e Zeyl” (Eski Çağ Tarihi’ne Ek) şiiriyle yanıt verir. Kendisinin de bir zamanlar “bilmeden, görmeden iman ettiğini, nefsini dine kurban ettiğini” belirten Fikret, Zeyl’i şu dizelerle bitirir: “Bütün bunlar kaldı geride. Anladım çünkü gerçek başka, / başka yoldan varılırmış Hakka.” (A.g.e., s. 600.)

5. Ferdâ (Yarın): Tevfik Fikret’in “Yarın senin; senin bu yenilik, bu devrim... / Her şey senin değil mi ki zaten? Sen, ey gençlik” diye başlayan ünlü şiiri. (A.g.e., s.506.)

6. Kuşkusuz ki Fikret ve Âkif, iki ayrı dünyanın insanıdır. Biri pozitivist ve aydınlanmacı bir dünya görüşünü savunurken diğeri İslâmcılık akımının en önemli temsilcilerindendir. Her ikisinin ortak yanı hayal ettikleri toplum tasavvurunu gençlik üzerinden kurgulamalarıdır. Fikret, idealindeki gençliği oğlu Halûk’a yazmış olduğu şiirler üzerinden tarif ederken Âkif, ideal Müslüman Türk gençliğini Âsım adlı eserinde geçen, aynı adlı “kurgu oğul” üzerinden tarif eder. Fikret, “Halûk’un Amentüsü”nde, “Aklın, o büyük büyücünün gücü önünde bâtılın hüsrana uğrayacağına inandığını” söylerken, Âkif, “İstikbâlin hakka tapan neslin, Âsım’ın neslinin önünde boyun eğeceğine” inanır. “Âsım’ın nesli”, Âkif’in ideal gençlik hayalidir. “Âsım”, sözcük karşılığı olarak “günahtan, haramdan çekinen, namuslu” demektir; “Hâluk” ise “iyi ahlâk sahibi, insaniyetli, geçimli kimse”. Evlatların babalarının tasavvurlarından oldukça farklı yerlere savrulmaları ayrı mevzudur. Mesele fikri takip açısından ele alındığında, son yıllarda olup bitenlerin, özelde Boğaziçi Üniversitesi’nde açığa çıkan çatışmanın; “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesil tasavvuruyla - sonradan Necip Fazıl tarafından Âkif’e yapılan katkıda ifade edilen - “Dininin, dilinin, beyninin, ilminin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik” tasavvuru arasındaki hegemonya mücadelesinin bir uzantısı olduğunu söylemek mümkündür.

7. “Kimseden iyilik umut etmem, kol kanat dilenmem, / kendi havamda, kendi göğümde kendim uçarım. / Eğilmek esaret tasmasından ağırdır boynuma: / Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür bir ozanım.” (Tevfik Fikret. “Rübab-ı Şikeste” adlı kitabının açılış şiiri. A.g.e., s. 213. )