Halkın inşası ve ağ tipi örgütlenmeler

Sosyalist hareketin güçlenme ve toplumsallaşma tartışmaları, zaman zaman farklı başlıklar altında ele alınıyor olsa da dönüp dolaşıp aynı gündeme bağlanıyor aslında: neoliberal evrede siyasal öznenin (onun kolektif eyleminin ve örgütünün) inşası nasıl sağlanacak?

Kuşkusuz, devam eden bir tartışmanın içindeyiz. Bu nedenle hipotezler, deneyime yaslanan arayışlar, sonuçlardan türetilmiş kanılar da yerini alıyor bu tartışmada. Bu durumu parçalı veya eklektik olarak adlandırmak yerine, farklı kaynaklardan sökün eden filizler olarak görmek gerekir. Bir bütünlüğe kavuşmasının hiç de zor olmadığını ve her bir filizin bizi o bütünlüğe doğru çekiştirdiğini de akıldan çıkarmadan.

***

Kapitalizmde sömürü ve tahakküm olgularının birlikte vücut bulduğu açık. En basit anlatımıyla, sermaye, işçinin ürettiği artı-değere el koymakla kalmaz, aynı zamanda üretim ve yeniden üretim sürecindeki dinamikleri de kontrol altına almaya, buralardaki özerklik eğilimlerini baskı altında tutmaya uğraşır.

Neoliberal evrede ise, sömürü ve tahakkümün birlikteliği korunmakla kalmamış, deyim yerindeyse eşik atlamıştır. İlaveten, toplumun farklı kesimleri de bu sömürü ve tahakküm mekanizmalarının dolaysız muhatabına dönüşmüş, kapitalizmin dolaylı etkilerine falan değil, sermaye birikim süreçlerinin yayılmacı akınlarına hedef haline gelmiştir. Üretim sürecinden ibaret olmayan bir mülksüzleşme ve toplumun farklı katmanlarını da girdabına çeken bir işçileşme, söz ettiğimiz süreci anlamak için faydalı terimlerdir.

Sonuç itibariyle, gerek dünya ölçeğinde gerekse de ülkemizde, toplumsal yapıda sınıf ilişkileri giderek derinleşmekte, sınıf çelişkilerinin temayüz ettiği alan genişlemekte, sınıf çatışmalarının potansiyel enerjisi de daha geniş bir sahadan beslenmektedir.

Kavramlaştırmak konusunda iddiamız olmasa da güncel manzara şöyle tarif edilebilir: Çıkarı sosyalizmde olan toplum kesimlerinin yanında, mevcut düzende çıkarı olmayan toplum kesimleri büyümektedir.

Yani teoride ve pratikte aşina olduğumuz işçi sınıfı ile giderek mülksüzleştirilen ve işçileşen halk kesimleri.

Neoliberal evrede sosyalist bir stratejinin (aynı zamanda siyasal öznenin, eylemin, örgütün) inşasını tartışırken bu tabloyu göz önüne aldığımızda nereye varabiliriz?

Sunacağımız hipotez şu: Çıkarı sosyalizmde olan işçi sınıfı ile bu düzende çıkarı olmayan toplum kesimlerinin birliğine “halk” denmeli; siyaset ve siyasal alan “halk” ile sermaye/egemenler biçiminde yarılmalıdır. Neoliberal evrede stratejik öncelik, bu “halk”ı tanımlamak, onun politik söylemini üretmek, ona uygun bir örgütlülük modeli yaratmak olmalıdır. Başka deyişle, sosyalizm mücadelesinin maddi gücü olarak “halk”ın sömürüye ve tahakküme karşı siyasal bir özne olarak inşa edilmesi.

***

Etrafında gezindiğimiz bu tartışmanın bir başka konusu da örgütlülük biçimleri ve yordamları hakkında. Neoliberal evrede siyasal süreçlere katılım sistematik olarak engellendikçe, alternatif örgütlenme biçimlerine yönelik ilgi ve arayışlar da doğal olarak güç kazandı. Son yıllarda dünya çapında gözlenen mücadele ve direniş pratiklerinin kendiliğinden ve yatay ilişkilere eğilimli bir görünüm arz etmesi de ağ tipi örgütlenme modellerine olan ilgiyi artırdı.

Toplumun tümüyle örgütsüzleştirildiği ve bu haliyle savunmasızlaştırıldığı bir evrede, halkın çeşitli kesimlerinin yan yana gelmesine imkan tanıyan her türlü örgütlenme deneyimi, kuşkusuz, değerlidir. Öte yandan, söz konusu örgütlenme deneylerinden şimdiye kadar elde edilen sonuçlar, parti ve siyasal program temeline oturan modeli rafa kaldırmaya yetmemektedir. Hatta, rafa kaldırmak şöyle dursun, çok başarılı kimi örneklerin bile kendi sınırlarını aşamaması, parti ve program temelindeki modele duyulan ihtiyacı ortaya koymaktadır.

Yine de ağ tipi örgütlenme biçimlerinin günümüz toplumlarındaki yerine dair bir görüye sahip olmamız, bunu “halk”ın siyasal bir özne olarak inşası perspektifi açısından bir yere yerleştirmemiz gerekiyor.

Bu defa iki hipotezle.

Birincisi, ağ tipi örgütlenme biçimlerine sürekli eklenen, hatta neredeyse onunla eşanlamlı hale gelmiş olan “dayanışma ağları” ifadesi yeterli değildir. Dayanışma, bu tür ağ tipi örgütlenmelerin yürüteceği faaliyetlerden bir kısmını ifade edebilir ve etmektedir de zaten. Ancak, bu tür örgütlenmelerin sadece dayanışma faaliyetine indirgenmesi, etik bir ilkenin siyasal pratiği ikame etmesi anlamına gelecektir. Bunun yerine, halkın özörgütlülüğü biçiminde kavranması gereken ağ tipi örgütlülüklerin kendi alanlarındaki yürütme gücüne (sovyetleşme) dönüşmeyi hedeflemesi gerekir.

İkincisi, ağ tipi örgütlülüklerin biçimi ve iç işleyişinde “ütopik uğrak” beklentisi sıklıkla hareketi etkisizleştiren bir krize dönüşmektedir. Neoliberal kapitalizmin temsil mekanizmalarını etkisizleştirmesinin bir sonucu olarak, yeni temsil aygıtlarının yaratılması, elbette, kaçınılmaz bir uğraştır. Ancak bunun “doğrudan demokrasi” uğrağına varması, temsil olgusunu yaratan toplumsal koşullar ortadayken, mümkün değildir. Temsilin kendisini yaratan koşullar ortadan kalktıkça sönümlenmesi ile temsilin öznel kararnamelerle iptal edilmesi farklı şeylerdir. Siyasete katılımın temsil mekanizmaları aracılığıyla gerçekleşmesine yol açan toplumsal ve tarihsel koşullar ortadan kaldırılmadan hayata geçirilen “ütopik uğrak” girişimleri, “doğrudan demokrasi” değil, basbayağı temsilsizlik sonucuna erişmektedir.

***

Neoliberal evrede siyasal öznenin, onun kolektif eyleminin ve örgütünün inşası tartışmasının daha ciddi ve analitik girdileri hak ettiğini belirtmeye gerek duymuyoruz elbette. Ancak, konuyu bir yandan da süregiden bir tartışmaya dönüştürmek, gündemde ve güncel tutmak açısından kimi hipotezlerin açtığı alan faydalı olacaktır.

Nihayetinde, işçi sınıfının arayış içerisinde olduğunun görüldüğü bu günler, aynı zamanda bir sınıf hareketinin toplum çapında inşasına dair tartışmaları da yakıcı hale getirmektedir. Haliyle, toplumsal ilişkilerin bünyesini baştan başa kat eden, farklı sorun ve çatışma başlıklarını buluşturan, işe yarar ve ileri yönelen örgütlenme deneyleri yaratabilmek de içinden geçtiğimiz sürecin ertelenemez ihtiyaçlarından.

Metin Çulhaoğlu’nun dünkü yazısında belirttiği gibi, tatbik değil, deneyim yoluyla: Kurucu, pratik ve siyasal bir deneyim.