Çiftliklerimizden, ormanlarımızdan, korularımızdan, mahallelerimizden, parklarımızdan, emeklerimizden, canlarımızdan, gecemizden ve gündüzümüzden daha kaç “kaçak saray” çıkacak gün kalmıştır bilmiyorum. Ama öfkemizden korkulup kaçılacak günler geldiğinde son teknolojiyle “korunaklı” hale getirilmiş, “süslü 1000 odanın” dar geleceğini tahmin etmek zor değil. Kaçak sarayları maddeye kavuşturan, inşa eden bizim ellerimiz. Başka şeyler inşa etmeyi, sökülen ağaçların katı kadar dikmeyi bilen de yine bizim ellerimiz. İkincisini yapar olduk, birincisi için ise bir araya gelmeli, kafa kafaya, el ele vermeli, öfkemizi görünür kılacak, birleştirecek yaratıcı-yıkıma dönüştürecek günleri artık gerçek yapmalı. Bundan öte gücümüz, bundan ötemiz yok.
Şimdi öyle bir yer düşünün ki şehrin merkezinde bal, dondurma, süt, süt ürünleri, meyve suyu, malt, bira ve deri fabrikaları ile rakı imalathanesi, laboratuvar, memur - işçi konutları, çalışanları için inşa edilmiş hamam, dinlenme bahçeleri, halka açık kadınlı-erkekli birlikte yüzülen havuzlar, meyve-sebze üretimi yapılan bahçeler ve binlerce ağaç uyum içinde bir arada, yan yana. Burada çalışanlarınız, inşa edenleriniz, ev geçindirenleriniz oldu. Muhtemelen burada üretilmiş yiyecekler sofralarınızdan geçti, çocuklarınız sütlerinden içti, burada üretilen alkolün paylaşıldığı dost sofralarında oturdunuz. Bir de bu bahçelerin, ağaçların, konutların, fabrikaların, eğitim, eğlenme ve dinlenme alanlarının hep birlikte 1. Dereceden Tarihi ve Doğal Sit Alanı oluşturduğunu, bunun da tescilli olduğunu üstüne ekleyin, işte burası “Atatürk Orman Çiftliği” kısa adıyla “AOÇ”.
Yapımıyla ilgili hakkında 2 kez yürütmeyi durdurma kararı verilen, "Güçleri yetiyorsa yıksınlar. Açılışını da yapacağım, içine de girip oturacağım" denilen bir yer daha düşünün. Önce başbakanlık sarayı denilerek kaçak olarak yapımına başlanan, sonra kaçak cumhurbaşkanlığı sarayına çevrilen, başarılı müteahhitlik hizmeti denilerek doğalında para babaları tarafından utanmazca savunulmaya çalışılan, dünyadaki bütün saraylardan büyük olan, yapımı için 1 milyar 370 milyon TL'lik para harcanan, büyük bir ego, hesaplaşma içeren, inşaatı sırasında yaşanan işçi cinayetinin -28 yaşındaki Savaş Oğuz’un ölümünün- bizlerden saklandığı, 2006 yılında “Atatürk Orman Çiftliğine Özel bir Kanun”[1] un yürürlüğe sokulduğu, sit kararının bir gecede 3. dereceye çekildiği, üzerinde kurulduğu 3000 ağacın aynı bugün Soma’daki 6000 zeytin ağacı gibi göz göre göre yok edildiği, kaçak 1000 odası olan, mimarlık bilgisinden de nasibini almamış baştan aşağı kent ve insanlık suçu olan bu yer, işte tam burası namı diğer “Kaç-Ak Saray”dır.
Bundan tam iki yıl önce Toplumcu Mühendisler ve Mimarlar Meclisi olarak padişahın sarayına karşı halkın çiftliği AOÇ’yi savunmak için bir panelde Ankaralılar ile buluşmuş, o zaman da söylemiştik ve bugün hala geçerlidir: AOÇ'yi savunmak memleketimizi savunmak, yağma düzenine boyun eğmemektir. Halkın çiftliğinden 1000 odalı kaçak saraya dönüşen bu yer üstüne, yaşamlarımız üstüne bugün iki kez daha düşünmek, eylemek, bu yıkımı talanı değiştirmek bize bağlı. Bizim ellerimizde.
[1] 2006 yılında AOÇ’ye özel olarak 5524 sayılı “Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü Kuruluş Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” yürürlüğe sokulmuş ve bu değişiklik ile Atatürk Orman Çiftliğinin “öncelikle üst ölçekli plan ve Koruma Amaçlı İmar Planı ve bunlara uygun her türlü imar planlarını yapma” yetkisi Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne verilmiştir.( kaynak: http://www.mimarlarodasiankara.org)