Halkımız ve coğrafyaları üzerine

Türkiye’nin yakın-orta vadedeki geleceğine ilişkin kestirimlerde pek çok faktör dikkate alınabilir. Yazıda, bunlardan ikisi üzerinde durmaya çalışacağım. İlki, genel olarak “halka” atfedilen birtakım özelliklerle, ikincisi ise ülkenin son birkaç seçimde ortaya çıkan “siyasal coğrafyasıyla” ilgili…

İlkiyle başlarsak, sadece Türkiye değil herhangi bir ülkenin halkına peşinen birtakım olumlu ya da olumsuz özellikler atfedilmesi doğru değildir. Sınıfsal ayrımlar bir yana, genel olarak “halk” dediğimiz kesim, ortamdan, koşullardan, yaşadıklarından ve deneyimlerinden bağımsız biçimde ne iyidir ne de kötü, ne yenilikçidir ne de tutucu, ne ilericidir ne de gerici…

Kendi başına, bir soyutlama olarak “insanın özünden” nasıl söz edilemezse, “halkın özü” gibi tespitlerden de uzak durmak gerekir.

Önemli olan, halkın belirli ortam ve koşullarda mevcut durumun bir şekilde “değişmesini” isteyip istemediğidir. Değişim istiyorsa, halkın bu değişimin ne yönde, nereye doğru olması gerektiğine ilişkin eğilimleri, değişime öncülük edecek kesimler tarafından “mutlak veri” değil işlenecek materyal olarak değerlendirilmelidir.

Bu başlıkta son bir nokta daha: Köklü değişim arayan siyasetin başarısı, değişim istemeyenlerin ne kadarını ikna ettiğinden çok ne kadarını pasif, etkisiz ya da “nötr” kılabildiğine bağlıdır. 

En azından, tarihteki devrimlerin bize gösterdiği budur…  

***

Ülkenin siyasal coğrafyasına ilişkin gözlemler ve tespitler genellikle “üç Türkiye” odaklıdır. Ülkenin batısı ve güney sahil şeridi, Orta Anadolu ile bu bölgenin doğuya ve kuzeye doğru uzantıları ve nihayet “Kürt coğrafyası”…   

Üzerinde düşünme açısından ilkine göre daha önemli bir tablo sayılmalıdır.

Bugünkü siyasal partiler üzerinden bakıldığında birinci bölgede  AKP karşıtlığının, ikinci bölgede AKP-MHP hegemonyasının, üçüncü bölgede ise başat durumdaki Kürt dinamiğinin geleceği konusunda neler söylenebilir?

Bu “üçlü yapının” görünür gelecekte değişmesi mümkün görünmüyor.

Daha açığı, “Cumhur ittifakının” batıda ve güney sahil şeridinde silkinip atılım yapması, onun karşıtlarının ikinci coğrafyanın rengini değiştirmesi ve “başka” siyasal öznelerin Kürt coğrafyasında bugünkü HDP’nin önüne geçmesi, ihtimal verilebilecek durumlar değildir. 

***

Bu söylenen bir tür “siyasal statüko” anlamına mı geliyor?

Üç nedenle böyle sayılamaz.

Birincisi, bir ülkenin değişimden, yenilikten ve ileriden yana görünen parçası, normal koşullarda, o ülkenin diğer parçalarını da etkiler. Karşılıklı etkileşimden söz edilebilse bile ilk parçanın diğerleri üzerindeki etkisi daha ağır basacaktır. Ayrıca, birinci coğrafyanın ülke nüfusunun ağırlıklı bölümünü oluşturduğunu da not etmek gerekir.

İkinci neden: Birinci coğrafya, bugün orada başat görünen siyasal partilerin ülke için öngördükleri geleceğin sınırlarına hapsedilemeyecek dinamiklerin de yatağı sayılmalıdır. Örnek vermek gerekirse, bu coğrafyada HDP’nin ve sosyalistlerin oyları, 1965 seçimlerinde Türkiye İşçi Partisi’nin aldığı oyun çok ötesindedir.

Kısacası, buradan bir şeyler çıkar, çıkması gerekir…

Üçüncüsü: Birbirine göre çok farklı özellikler taşısalar bile üç coğrafya da belirli bir noktada ortaklaşmaktadır: Genel ortamın, egemen kültürün, eğitim sisteminin, vb. tüm olumsuz etkilerine rağmen genç kuşaklar da kendilerince bir arayış içindedir. Bilgi donanımları, formasyonları ne kadar yetersiz olursa olsun, muteber sayılan pek çok klişeyi sorguladıkları, önlerine sürülen her şeyi kolay “yutmadıkları” söylenebilir.

Tekrar edelim: Bu durum da “mutlak veri” değil işlenecek materyal sayılmalıdır. 

***

Son olarak:

Bu tablodan sosyalizm pekala çıkar. Ne halkın şu ya da bu “özelliği” ne de siyaseten bölünmüş coğrafya sosyalizm önünde bir engel sayılabilir.

Elbette, birinci ve üçüncü coğrafyalardaki gücün, ikinci coğrafyayı hemen etkileyip dönüştürmese bile burada da en azından “donmuş topraktaki buzları çözmesi” gerektiğini unutmadan…