Hafızamızın terazisi

Gülten Akın'ın “Ah kimsenin vakti yok, durup ince şeyleri düşünmeye” diyen dizeleri sesleniyor bir yerlerden hayatımıza. Kırılıp, dökülen duygularımızın arasına sızıp, uzanıyor boylu boyunca. 

Derinlerde yaşıyor umut, “illegal” sayılan sözlerde nefesleniyor. Başımıza gelen, başımıza örülen her şeyin ardından biraz daha çıt ediyor yüreğimiz. 

Her caddeden, her meydandan, her sokaktan yükselen sloganlar, çığlıklar, ahlar, sızılar dolanıp gökyüzünde, saklandığımız yerde buluyor bizi. Anlıyoruz ki saklanmak, saklandıkca korunaklı olacağımızı sanmak, vebali oluyor bir masumun. 

Bir masum öldüğünde, sesi koparıldığında hayattan, umutları, sevgileri çalındığında ve en kötüsü gözümüzün önünde sürüklenip götürüldüğünde geride kalan kocaman bir yalnızlık oluyor. 

Kalabalıklar içinde böyle başlıyor yalnızlaşmak. Sohbetten, dostluktan düşmek, aşktan, sevgiden yana tükenmek, keyiften, neşeden küsmek ve başkasının mutsuzluğundan beslenip, kötülüğe yol açmak böyle kanıksanıyor. 

Kanıksadıklarımızdan suçluyuz bu yüzden. İçimizdeki o çıt sesi duyulmaz oldukça, daha fazla alışıyoruz yalanlara. Alıştığımız her yalanda kaybediyoruz insanlığımızı ve hiç bir şey dokunmaz oluyor. 

Hissizleşmek, dokunduğumuz her şeyin duygusunu kaybetmektir. Kimsesizleşmektir bu ve  kaybetmeye gönüllü olduğumuz yerde başlar bunun hikayesi. 

Herkes kendi hikayesinin yaratıcısıdır ve elbette kahramanı. Kahramanlar erken ölür biliyoruz elbet ama onu yaşatmak, hikayemizin asıl kavgasıdır ve kavga bir kurgu değil, hayatın ta kendisidir. 

Kendi hikayelerimizi ömrün yettiği yere kadar taşımak tek başımıza altından kalkabileceğimiz bir şey değildir. Bu yüzden uzatırız ellerimizi birbirimize. Bu yüzden bakar gözlerimiz gözlerimize. Yüz yüze bakabilmenin derdi, yaşamın omurgasıdır çünkü. 

Boynu eğik kalmamalıdır dostlarımızın. Kendini yalnız hissetmemelidir sevdiklerimiz ve geleceğe duyulan güven sarsılmamalıdır. 

İşte bizim yaşayan, yaşatan hikayelerimizin ana temasıdır bu. “Asla yalnız yürümeyeceksin” diyen o sesin, o seslerin gücü, güzelliği, inadı bu yüzden hakikidir. 

Belki de küllerimizden her defasında yeniden doğmanın nedenidir bu. 

Yenilmez kılan budur belki de umudu. Kurdun kuşun, börtü böceğin, ağacın çiçeğin, derelerin, denizlerin ahını, sevincini, derdini, tasasını hisseden ve dert edinen o duygunun anavatanı, içinde o çıt sesini hissedenlerdir. 

Durup şairin önünde, o ince sözlerine tutunup, düşünmeyi ve vakit yaratmayı dert edindiğimiz her anda, yeniden bulacağız kendimizi. Nerede kaybettiysek, oraya döneceğiz yani. Yokluğumuzun en önce kendimiz farkına varacağız ve bulduğumuzda sarıldığımız şey yaşam olacak. 

Çaldıkları sevinçlerimizden suçluyoruz onları. 

Çaldıkları neşelerimizden, biriktirdiğimiz anılarımızdan suçluyoruz. 

Bize ait olanı çalan o ellere, o yüzlere, o arsızlığa karşı yemin vermeliyiz bu yüzden ve diri tutmalıyız ki ettiğimiz yeminleri, o gün geldiğinde titremesin yüreğimiz. 

Hafızamızın hassas terazisinde tartılacak çünkü paçamıza saldıkları her kötülük.