Hafıza-i beşer deprem ile...

Geçen hafta ülke bir kez daha, bu sefer İzmir’de deprem gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kaldı. Denizin ortasında gerçekleşen 6,8 büyüklüğündeki bu deprem nasıl büyük bir felaketle yüz yüze olduğumuzu tüm ülkeye yeniden gösterdi. 

"Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür" diyen atalarımız ne kadar isabetli bir durum tespiti yapmışlar. Türkiye’de neredeyse her yıl depremler oluyor; hatta birçoğunda can kayıpları da gerçekleşiyor. Toplumsal tarih açısından dün gibi sayılabilecek bir geçmişte ise ünlü Gölcük ve hemen ardından da Düzce depremlerinde ise binlerce insanımızı kaybettik. 

Hep unuttuk. Depremin bu ülkenin gerçeği olduğunu unuttuk, depremin değil binaların insanları öldürdüğünü unuttuk, deniz kumundan yapılan lüks binaların kağıt gibi yıkılışını unuttuk, “sesimi duyan var mı?” sorusunun üzerimizde yarattığı çağrışımları unuttuk.

Yine unutacağız. Binalara on yıl öncesinde çürük raporu verildiği halde kimsenin süreçle ilgilenmediğini, depreme dayanıksız binaların aynen korunduğunu, kentsel dönüşüm diye kocaman bir inşaat rantının pisliği dışında dönüşen hiçbir şeyin olmadığını ve ölen insanlarımızın kalanlarının yüzlerindeki tarifsiz acıyı…. Unutacağız.  

Ama yine de bazı şeyleri unutmak çok çok güç. “7,4 yetmedi mi?” diyen ağzı köpüklü yobazları, "İzmir’in gavur olduğunu" ve depremin bu yüzden meydana geldiğini söyleyen şerefsizleri, insanlar sanki zaruretten oturmuyormuş gibi “keşke çürük binalarda oturmak tercih edilmeseydi” diyen basiretsiz siyasileri, AFAD görevlisinin elinden şov için telefon alan Bakamayanları, beton ya kulum diyen müteahhit bozuntularını ve yıllardır toplanan deprem vergilerinin ne olduğunu soranlara vatan haini muamelesi yapan ama ne olduğunu da açıklayamayanları unutmak gerçekten çok ama çok güç.

Bizler; yani unutmayanlar ne yapmalıyız öyleyse? Her şeyden önce depremin yine ve her zaman olduğu gibi yoksulları öldürdüğünü hiç unutturmamalıyız. Depremin Allah’ın gazabı ile falan ilgisi olmadığını doğal bir durumun kendi ellerimizle yarattığımız yıkıma dönüştüğünü bunun müsebbibinin insanı değil kârı kendisine kıble edinmiş bir sistem olduğunu anlatmalıyız gücümüz yettiğince. Bir sonraki depremde bu sefer bizim ve sevdiklerimizin göçük altında kalmasını istemiyorsak bu beton sevicileri tarihin çöplüğüne süpürmemiz gerektiğini anlatmalıyız onlara.

Eğer en kutsal olan insanın yaşama hakkı değilse, kalan hiçbir şey anlamlı da değildir. Bir çocuğun hayata tutunan elini bir kahve kupasına işleyip reklam yapan (umudunu kaybetme mavi kaşıklı kupa-trendyol) kapitalizmden hala insana dair iyi bir şey bekliyorsanız en basit ifadesiyle safsınız.

Bu ülke nüfusunun yarısı için zaten imkansız olan; kalan yüzde otuzu için de bir ömür çalışmanın sonucu olarak ancak elde edilebilen bir dairenin, kâr hırsı nedeniyle konmamış demir yüzünden, rüşvet aldığı için görmezden gelen memur yüzünden, rant ekonomisi için sürekli destek veren devlet yüzünden bir gün üstünüze çökmesini istemiyorsanız artık unutmayın.

Korunaklı rezidanslarında, kale gibi villa ve saraylarında timsah gözyaşı dökenlerin, masanın altında şimdiden ellerini ovuşturduğunu; yıkılan binaların yerine yapılacak olan yeni binaların kârlarıyla neler yapacaklarını hayal ettiklerini unutturmayın.  Gölcük depreminden beri tam da bu günler için toplanan deprem vergilerinin ne olduğunu dahi açıklayamayan iktidarları unutturmayın. 

Depremler her zaman oldu, her zaman da olmaya devam edecek. Keşke diyerek engelleyebileceğimiz bir şey değil. Bir zamanlar öküzün boynuzunu sallaması yüzünden olduğuna inanılan bir şeyin bugün jeolojik nedenlerini biliyor olabiliriz ama bu bence çok övünülecek bir ilerleme değil. Çünkü hala bilmemiz gereken çok daha önemli bir konu var: Kapitalizm öldürür. İnsana değil kâra odaklanmış bir sistem bizim ölümümüzden bile ancak daha çok kâr edeceği bir başka yatırım çıkarır. Güvenli konutlarda oturmak en temel yaşam haklarındandır. Haklarımızı aldığımız güne kadar unutturmayalım. Ya haklarımızı verirsiniz, ya da biz alırız. 

Gölcük ve Düzce depremlerinde kaybettiğim kız kardeşim Bahar, halam ve kuzenlerimin aziz hatırasına hürmetle…