"Hadula"

Hıristiyanlığın öğretilerini görselleştirerek yaymayı amaçlayan; erken dönem Batı sanatındaki ‘Âdem ve Havva’nın Cennetten Kovuluşu’ tasvirleri 'ilk günahın' farklı anlatımlarını içerir. Pek çok sanat tarihçisine göre; Batı resmindeki çıplak kadın imgeleminin kaynağı, Havva’nın işlediği günaha dayanır. İlahi dinlerde tasvir edilen, hikâyesi anlatılan Âdem ve Havva çıplaktır. Yasak meyveyi yedikten sonra kendi çıplaklıklarının farkına varırlar, utanırlar, saklanırlar ama Tanrı ikisini de cennetten kovar, yeryüzüne gönderir; kadını doğum sancısı ile simgeleştirilen acı ve kölelikle, erkeği ise nedense bitmek bilmez bir efendilikle ‘cezalandırır’.

Bu meseli yol bilip görünüşte modern olan ataerkil toplumlarda çocukluğunu bile düzgün yaşayamaz kız çocuğu. Oynasa, zıplasa ayıplanır, hor görülür. Okuma yaşı gelir, erkekler okula giderken onun işi çeyiz düzmek, anneye yardım etmektir. Büyür, olgunlaşır, gezmek ister. ‘Kötü kadın' sözünü daha o yaşlarda öğrenir. Evlenecek yaşa gelir, aşık olur. Gönlünü kaptırır genç bir delikanlıya ama delikanlının evlenecek parası yoktur. Eşini seçemez, ailesi seçer. Anne olur, kutsal annelik kavramı altında ezilen ama yine de erkek gözüyle küçümsenen bu biyolojik olgu karşısında boynu iyice bükülür.

Bir kız çocuğu olarak doğmak, sürekli ‘Aman, eteğinin altındaki hazinene iyi bak!’ cümlesini duymak kızların boynuna asılmış bir ağırlık gibidir. Buna karşın erkeklerin büyüme evreleri şöyle sıralanır: ‘Göster pipini amcalara’, ‘Oğlumuz erkekliğe adım atıyor.’, ‘Oğlum milli oldu.’, ‘O şimdi asker.’,  ‘Erkek adam döver de sever de.’, ‘Erkek adamın erkek oğlu olur.’ İnsanın omzuna doğar doğmaz cinsiyetten gelen bir üstünlük yüklenmesi iki cinsiyet açısından da bakıldığında büyük bir zulüm aslında. Erkeklere çocukluklarından itibaren pipileriyle üstünlük sağlayacağı aşılanırsa ve erkekler kadınlara yalnız ‘yararlanabildiğin kadar yararlan’ gözüyle bakarsa; kadın kadınlığını nasıl bilir?

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında dünyaya gelen ve Türkçe çevirmeni Yasemin Aydın’ın da dediği üzere “Yunan edebiyatının Dostoyevski’si” olarak nitelenen Aleksandros Papadiamantis, “Hadula” adlı eserinde suç ile ceza imgeleriyle ilgilenirken bir yandan da kadınlık olgusunu geleneksel örnekler vermiş olmasına rağmen evrenselliğe taşır. Skiathos Adası eşrafından bir ailenin çocuğu olan Papadiamantis, bu ada öyküsünde gelenekten beslenip gelecek asırlara seslenerek esas adı Yannu Frangisa olan Hadula’nın (ki Hadula Yunanca’da ‘katil kadın’ demek) açmazlarını gözler önüne serer.

“Hadula –diğer bir adıyla Frangisa ya da Frangoyannu- altmış yaşlarında, yapılı; sert, erkeksi davranışları olan biriydi ve dudaklarının üzerinde seyrek bıyıklar vardı. Hayatını düşünüyor, hayatı boyunca başkalarına hizmet etmekten başka hiçbir şey yapmamış olduğunu görüyordu: Küçük bir çocukken ailesine hizmet ediyordu, evlendiğinde de kocasına kul köle olmuştu. Belki kendi mizacından, belki de kocasının yetersizliğinden, onun bakıcısı olma noktasına kadar gelmişti. Çocukları olduğunda onlar için saçını süpürge etmiş, çocukları da çoluk çocuğa karışınca, kendini tamamen torunlarını büyütmeye adamıştı.” (s. 19-20) Yannu size de tanıdık geldi mi? Hadula; anneniz, anneanneniz, komşunuz veya dostunuz gibi…

'Babayı üstün, anneyi sefil' gören Hıristiyan inancından ve kadınların yaşam mücadelelerinden fazlasıyla etkilenen Yannu, çile çekmemeleri için kız çocuklarının dünyaya gelmemesi, geldiyse çabucak cennete gidivermesi için dualar eder. Dertlere derman, hastalara şifa olan Yannu; hekim ve katil kimliğine aynı anda bürünerek geçmişin ağır yükü altında ezilip iyi ve kötüyü karıştırdığında efsun bozulur. Huzura erdirdiğine inandığı torunu ve ölümüne vesile olduğu kız çocuklarıyla Yannu’nun hayatı daha da zorlaşır.

Papadiamantis, Yannu’yu anlatırken herhangi bir dayatmacı üslup kullanmak yerine katil kadının eylemlerini anlamamızı bekliyor; çünkü Yannu’nun cinayeti çözüm olarak görmesi geleneklere karşı bir başkaldırıya dönüşüyor. Ancak elbette ölüm kadınları bu evrensel cendereden kurtarmaz. Kadına karşı ayrımcılığı kurumsallaştıran ataerkil ilişki sistemini sürdürmede bir araç olarak görülen fiziksel, sözel, ekonomik, cinsel, psikolojik ve sosyal baskı kadını değil aileyi korumayı seçmiş devlet eliyle desteklenmemeli ve devlet erkek egemen söylemin yanına dini söylemi de koyarak baskı gören kadının karşısında bir tutum sergilemekten vazgeçmeli.

*Hadula-Bir Ada Öyküsü, Aleksandros Papadiamantis, Çev: Yasemin Aydın, Jaguar Kitap, 2015.