Hadi hükümet kuralım, reform yapalım

Bu satırlar yazıldığı sırada 13 yıldır iktidarda olan ve son seçimle parlamentodaki sandalyelerin neredeyse yüzde 60’ına sahip olan bir parti, günlerdir hükümet kurmaya çalışıyordu. Hükümetin bir “reform hükümeti” olacağı iddia ediliyor. Yani Türkiye ekonomisinin değişen dünya konjonktüründe tekrar büyümeye geçmesini sağlayacak bir hukuk, sanayi teşvik ve eğitim reformu, iktidarı destekleyen çeşitli kesimler tarafından elzem görülüyor. Bu kesimlerin arasında TÜSİAD, TOBB, yandaş ekonomi basını, uluslararası ve yerli finans sermayesi çevreleri bulunmakta…

Seçim sonucundan “yeni Türkiye” çıkarıverenler, borsa ve faizde başladığımız seçim öncesi seviyeye hatta daha da kötü rakamlara dönmenin şokunu yaşamaktalar. (Bu yazı dün Rus jeti düşürülmeden önce yazıldı, sonrasında çok daha kötü seviyeler görüldü). Üstelik aradan geçen 21 günde dünya konjonktüründe de, iç piyasa dinamiklerinde de belirgin bir dışsal stres kaynağı olmadı. Asıl stres 2016 için hazırlanıyor.

Aralık ayı ortasında tüm kötü giden faktörlere rağmen büyük ihtimalle faiz artırmak zorunda kalacağı düşünülen ABD Merkez Bankası (FED); değişen dünya koşullarının adını da koymuş olacak. Bedava paranın sonu... Bunun yanında petrol ve kaynak zengini ülkelerin sert düşen kaynak fiyatları nedeniyle yoksullaştığı ve global talebin azalışa geçtiği bir dönem yaşıyoruz. Yani yapısal sorunları Türkiye kadar ağır olmayan ülkeler için bile daralan pazarlar, yükselen faizlerle artan finansman maliyeti ciddi yükler yaratacak.

Bu koşullar altında sermayenin yeni iktidardan “yapısal reform” beklemesi gayet yerinde. Ancak çok geç kalındı. Bol kaynak, reform ve altyapıya değil siyasete, müteahhitlere ve sırdaş hesaplara aktarıldı. Üretim ve yatırımda hamle olarak adlandırılabilecek herhangi bir kayıt yaratılamazken, özel şirket borçlanması dünyanın en yükseklerinden biri haline geldi. Otomotiv ve kısmen de metal sektörünü hariç tutarsak, inşaat, turizm, enerji gibi dev sektörler, yüzdürülen yani yeni borçla vade uzatılan kredilerle boğuşmakta. Hane halkı tüketimi ise yine borçluluk oranının dayanılmaz seviyelere çıkmasıyla birlikte, lokomotif özelliğini kaybetme sürecine girdi.

Akademi, yargı ve basının kurumsal olarak tahrip olduğu, çöküntüye uğradığı, paralı eğitimin ve parası yetmeyene gerici eğitimin başarısının uluslararası seviyede yerlerde süründüğü bir dönemdeyiz. Ne var ki dediğim gibi, geçin reform listesini, bakan listesi zor çıkıyor!

Reform listesi yok ortada. Aslında bizim patronlar azla yetinecek belli. El âlemin patronunun ülkesine biraz benzetecek bir iki düzenleme bile sevindirecek. Çünkü büyükçe bir ihtimalle, Saray’ın “yasama, yürütme ve yargı” ilan edileceği bir alaturka başkanlık reformu kastediliyor olunabilir. “Ülkemizin birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacı olduğu şu günlerde, her şeyi sizin için birleştirdik!”

Reform hükümeti ihtiyacının seçimden beri bu kadar çok dillendirildiği bir dönemde Ali Koç’un kapitalizm ortadan kalkmadıkça eşitsizliğin bitmeyeceğini düşündüğünü biliyoruz. Zeynep Bodur’dan gelen destekle hükümete günümüz kapitalizminin, bitirilemiyorsa bile bari vahşetinin törpülenmesi gerektiği hatırlatılıyor. Asgari ücretin ABD ve Japonya’dakine benzer şekilde yüzde 30 artacağını öğreniyoruz. RTE de G20’den doğru “biraz daha az kazanıverin” demiyor mu zaten? Adeta yeni bir paylaşım düzeninde en alttakilerin havuçları tartışılıyor!

Hemen her kapitalist rejimin liberal ve reformist burjuvaları olur. Bunlar çoğu zaman epey güçlü bir kesimi de oluşturabilir. Ama Türkiye’de Besim Tibuk, Osman Kavala, Cem Boyner gibi sivri tekil örnekleri bir kenara koyarsak, bir “kesim”den hiç bahsedemedik. “Sosyal sorumluluk projeleri” tekellerin yıllık faaliyet raporlarının süsü olarak bindelerle ölçülen bütçelerle, vergiden düşülen ve imaj-reklam bütçelerine katkıda bulunan ekler olarak kaldı.

Bu çerçevede bütünlüklü ve köşeli yanıtlar vermesi zor olan bazı sorularla bitiriyorum:

Türkiye’de burjuva reformizminin, liberalizm alanı genişliyor mu? Bu genişleme ihtimalinin Gezi Ayaklanması ile açığa çıkan toplumsal muhalefet dinamiklerine solun yanıt üretememesiyle bir ilgisi var mı? Yoksa çoğu kapitalist rejimin doğuştan bir parçası olan liberalizm, ülkemizde Ali Koç’a komünist yaftası yapıştırtacak kadar şaşırtıcı ve marjinal kalmaya devam mı edecek?

Burjuvazi ve aydınları, neden aylardır gündemde olan “reform programı”nı yeterince somutlayamadı? Gericileşen ve içi boşalan eğitim sisteminin kapitalizm için asli işlevini kaybetmesi, Kürt sorununa ancak iç savaşla yanıt verilebiliyor olması, Hukuk’un, zengin ve muktedirin “disiplin komitesi” seviyesine indirilmesi… Bunlar RTE’nin tek adamlığa ulaşması için mecburi ve geçici daraltmalar mıydı, yoksa kapitalizmin meşruiyet  krizine karşı içgüdüsel olarak devreye soktuğu ve asla vazgeçemeyeceği refleksler mi?

Türkiye, görece gelişkin kapitalizmini, Ortadoğu modeli bir tek adam rejimiyle krizsiz savaşsız bir potaya sokabilir mi? Sokup sokamayacağını tartışmak, iri iri burjuvalarla sürtüşmek yerine sıcak fiili durumlar yaratmak işe yarar mı?

Ve yüzde 60 milletvekiliyle ve tek adam komutasındaki koca bir siyasi hareket, kaç gün boyunca neden 4-5 icracı bakanın ismi üzerinde uzlaşamaz?

----

Dün, bu yazıyı yazdıktan sonra bakanlar kurulu açıklandı. Dünyanın en büyük yatırım bankası Goldman Sachs’ın eski iktisatçılarından ve maliye eski bakanı Mehmet Şimşek, ekonomiden sorumlu başbakan yardımcılığına getirildi. Damat Albayrak’ın bu göreve getirilememesi, RTE’nin işine geldiğinde Saray-ekonomi yönetimi sürtüşmesi görüntüsünü vermeye devam edeceğini gösteriyor. Ödünleri ben verdim değil, bana rağmen yaptılar görüntüsüne ihtiyacı var.

Son olarak tek adam düzeninin siyasi heveslerinin ülkeyi sıcak bir anda savaşın eşiğine getirebileceği dün ıspatlandı. RTE’nin siyasi çıkarlarına nedense (!) pek dokunan Rusya müdahalesini kendi yöntemlerince cezalandırma girişimi, başımıza şimdilik en azından ciddi bir ekonomik bela açmış, yılda en az 3-4 milyar dolarlık bir turizm kaybı yaratmış görünüyor.

@ErgunCagl

erguncaglayan@gmail.com