Geçtiğimiz günlerde, ‘son dakikalı, şok şoklu adrenalin gazeteciliği’ diliyle ifade edersek ‘akıllara durgunluk veren’ bir kadın cinayeti yaşandı. Antalya’da yaşayan bir kadın, erkek arkadaşı tarafından öldürüldü. ‘Akıllara durgunluk veren’ cinayetin işlenme biçimi: EVDE DİNAMİT PATLATARAK!
Bu olayı ilginç kılan yalnızca içerdiği vahşet dozajı değil aslında. Biraz duygusuz görünmeyi göze alarak diyebiliriz ki bu olayı ilginç kılan, her boyutuyla son derece sembolik olmasıdır.
Cinayet sessiz sedasız bir kuytuda işlenmemiştir. Katil, cinayeti tüm dünyaya duyurmak istercesine büyük bir gürültüyle, deprem gibi hissettirerek gerçekleştirmiştir. Tüm bu gürültüyü; tozun, kanın, beden parçalarının havaya karıştığı vahşet şovunu, hem intihar (katil de ölmüştür) hem cinayeti, ‘akıllara durgunluk veren’ bir trajediye ya da ‘kan donduran’ bir kadın cinayetine daraltmadan açıklamak mümkün müdür?
İşte sembolik derken kastımız tam da budur. Bu olay aslında pek çok kadın cinayetinde de olduğu gibi erkek şiddetinin belli bir kriz tanımına nasıl da doğrudan bağlı olduğunu gösterir niteliktedir: Erkeklik krizi
Erkeklik derken ne kastediyoruz?
Esasında ‘erkeklik’ bir oluş halidir. Diğer bir deyişle ‘erkeklik’ bir kerede kazanılmaz, erkeklik sürekli ve sürekli bir ispat uğraşıdır. Hayatları boyunca erkekler sayısız kere ‘erkekliği’ kazanmak için uğraşırlar. Hem de her yerde.
‘Cinsel organının ‘iş yaparlığından’ tuttuğu takımın başarısına kadar, evde, işte, sokakta, trafikte, barda, statta, halı sahada ve yatakta… Her an sınama ve tehdit altındadır bir erkeğin erkekliği.’(1)
Erkekliğin tüm bu veçheleri kendi içinde son derece tutarlı görünmekle birlikte pür anlamda kültürel konular değildir; erkeklik, ekonomik ve sınıfsal süreçlerin tam da göbeğindedir. Biraz daha açık ifade etmek gerekirse, ‘erkeklik’ tahakkümünü kimi zaman zımni kimi zaman açık açık ekonomik üstünlükle, gelirle, ‘geçim sağlayıcı’ olmakla kurmaya çalışır.
İşte tüm bu kültürel örüntüler ve sınıfsal olgular karşısında ‘erkeklik’ bugünün neoliberal ikliminde bir ‘imkansıza’ dönüşmektedir. Kuşkusuz geleneksel ‘geçim sağlayıcılar’ ilk kez tahakküm kurma sıkıntısı yaşamıyorlar. İşsizlik, sınıfa saldırı politikaları, yoksullaşma yeni olgular değil. Yeni olan, Türkiye dahil hemen tüm dünyada kadınların, iş gücüne dahil olmaktan kentleşme ve göçe, geleneksel bağlardan hızlı bir kopuşa sürüklenmesine yol açan unsurların, ‘erkekliğin’ yetmeme, olduramama, bir imkansıza dönüşme sorunuyla aynı sekansa yerleşmesidir.
Biraz açalım. Dünyadan bir örnek:
“Tüm Amerikalı çocukların yarısı bir noktada tek ebeveynli ailede yaşıyor ve bütün evliliklerin yarısı boşanmayla bitiyor. Endüstrileşmiş toplumlardaki kadınlar iyice işgücüne entegre olurken -eşit ödeme yapılmasa da- kadınların evlilikleri geçersiz kılma ve erkeklerden bağımsız yaşama kabiliyeti güçlendi. Bu, aile ideolojisi ve insanların hayat gerçekliği arasında gerilim yaratıyor.” (2)
Kadın işçileşerek, kentleşerek vs. bir biçimde geleneksel bağlardan sıyrılmakta; neoliberal politikalar içinde bunu yapmaya zorlanmaktadır. Bu da kapitalizme özgü diyebileceğimiz bir ‘özgürleşme-baskı ikiliğini’ gündeme getirmektedir.
Özgürleşme, piyasa mantığının ‘geleneksel-duygusal peçeleri söküp atması’ ile bir olasılık olarak belirirken; baskı, ailenin ve erkek egemenliğinin, işgücü temininden, yeniden üretime ve düzen iktidarlarının desteklenmesine bir dizi gereklilikle ortaya çıkar. Böylelikle kapitalizm, kadın için hafiften araladığı kapıyı hışımla yüzüne kapatmış olur.
Piyasa kaçınılmaz biçimde erkekliğin de kendine uygun yataklar bulduğu geleneksel/cemaat yapılarını, değerlerini aşındırırken, bugünün neoliberal rejimleri içinde piyasayı mümkün kılan politik iktidarlar (AKP rejimi gibi) tam tersi yönde baskıyla, kadınlığı aşağılayıp, bastırarak, erkekliği yüceltip, ‘imkansıza dönük güçlü arzular yaratarak’ muazzam bir gerilim/çelişkiler cehennemi üretmektedir. (3)
Kadının bir biçimde güçlenmesi erkeklik krizinin çehresini ciddi biçimde değiştirmektedir. Elbette güçlenme derken kastımız çok da fantastik mevzular değil; okuma, çalışma, bağımsız davranabilme, kamusal ortamlara erişme gibi son derece minimal konulardır. Dinamitle patlatılan, gerçekleşememiş, başarılamamış, her yerinden lime lime dökülen adı üstünde ‘imkansız erkekliktir’. Gürültüsü, haşmeti olanca vehametiyle ‘imkansız erkeklik’…
Bizimse önümüzde duran tam da bu dinamitli eşik…
Çözüm, bu dinamitli eşiği aşıp geçmekte, kadının güçlenmesinin önündeki engelleri, rejimleri, gericilikleri yıkmakla başlıyor.
Notlar:
1-Tayfun Atay, Çin İşi Japon İşi, Cinsiyet ve Cinsellik üzerine Antropolojik Değiniler, İletişim yayınları, 1. Baskı, s.41
2-Shery Wolf, Cinsellik ve Sosyalizm, Sel Yayınları(2009); s.33
3-Alev Özkazanç benzer dinamikleri ‘Bir imkansız ideal: Aile’ içinde değerlendirmiştir. Bakınız, Feminizm ve Queer Kuram (2015); Dipnot Yayınları, s.149
Deniz Kandiyoti ise krizi ‘patriarkal pazarlık’ kavramı içinde değerlendirmektedir, Bakınız, Bargaining with Patriarchy, Gender and Society,Vol.2,No.3, Special Issue to Honor Jessie Bernard.(Sep.,1988);pp. 274-290
Yine benzer vurgular için bakınız, Serpil Sancar, Erkeklik: İmkansız İktidar, Metis yayınları (2009)