Güle güle Tayyip…

Dün gece Cumhuriyet gazetesinin MİT tırlarının içindeki silahların görüntülerini yayınlaması ile birlikte nedense aklıma ilk bu slogan geldi.

Slogan diyorum çünkü bundan tam iki yıl önce Haziran direnişi zamanında bolca attığımız bir slogandı. Hükümet istifa, faşizme karşı omuz omuza, sık bakalım, bu daha başlangıç mücadeleye devam vb… ile birlikte direnişin ruhunu veren sözlerden bir tanesi de buydu.

Galiba vakit geldi. Yakın zamanda sanırım “Tayyip sana güle güle” diyeceğiz.

Eğer diyemezsek başarısız bir müneccim olduğum için bana kızmayın ama mücadeleyi de asla elden bırakmayın.

Anılarımızı değil hafızamızı tazelemek adına iki yıl öncesine gidelim ve birkaç başlığın altını bir kere daha çizelim.

Gezi Parkı’nda başlayan ve tüm Türkiye’yi saran ayaklanma dalgası saf anlamda siyasi iktidara karşı ortaya çıkmıştır.

Amacı ve hedefi son tahlilde iktidar partisinin ve bununla bağlantılı olarak başbakanın iktidardan düşmesiydi. Darbe, komplo gibi yöntemleri yoktu. Saf bir halk hareketiydi.

Ayaklanma anında ve hemen sonrasında bu başarılamamış olsa da, iktidar açısından büyük bir meşruiyet sorunu ortaya çıkmıştır.

Meşruiyet sorunu bir yönetim krizine dönüşmemiştir ancak bununla beraber Türkiye’nin nasıl yönetileceğine dair içeride ve dışarıda, politik ve ideolojik olarak krizli bir döneme girilmiştir.

Haziran direnişi ile birlikte, AKP iktidarının arka planını oluşturan 12 Eylül gericiliği bir yandan tuzla buz olurken, gericiliğinin örtüsü liberal makyajı da dökülüyordu. Gemiyi ilk terk edenler de sanırım ki liberaller oldu. Halk hareketine yamanmaya çalıştılar. Olmadı gittiler, şimdi de başka yollarla AKP karşıtlığını sulandırmaya çalışıyorlar.

Haziran ayaklanmasının ve kitle hareketinin gerici iktidardan kurtulmak gibi bir hedefi olmasına karşın alternatif bir iktidar arayışı bulunmuyordu. Bunun olmaması hareketin meşruiyetinin sorgulanmasını tabii ki gerektirmez. Ancak Türkiye solunun buradan dersler çıkartması gerekir.

Bu derslerden birincisi alternatif iktidar arayışının sosyalizmde somutlanmasıdır. Bunun içinse soyut olmayan, karikatüre kaçmayan, toplumla gerçek alışveriş içerisinde olan toplumsal bir örgütlenmeye ihtiyaç vardır.

Ülkemizin dinamik yapısı ve bunun siyasete yansımaları dikkate alınmalıdır. Beklenmedik zamanlarda sosyalizm mücadelesinin güç kazanabileceği bir kenarda akıllarımızda tutmalıyız.

Demokrasi mücadelesi ya da demokratik bir düzen arayışı AKP gericiliğinden kurtulmanın yolu olarak görülmektedir. Bazı başlıklarda sosyalizm mücadelesi ile tanımlı bağlar kurulabilse de, gerek sermaye iktidarı ile hesaplaşmıyor oluşu, gerekse laiklik, yurtseverlik ve özgürlükçülük başlıklarını sulandırabilme potansiyeli sebebiyle demokrasi mücadelesi Türkiye soluna enerji taşımaktan uzaktır.

Öncülük ise ancak bu bağlamda ele alındığı oranda anlam kazanır. Sosyalist iktidar mücadelesinin toplumsal alanda meşruiyet ve güç kazanan bir karaktere sahip olması, işçi sınıfına politik anlamda rehberlik görevinin ertelenmemesi, farklı toplumsal kesimlerin bu mücadeleye bağlanması görevi öncülük misyonunun tanımı içerisinde mutlaka yer almalıdır.

Haziran direnişinin devrimci bir dönüşüme taşınması için salt nesnel beklentiler içerisinde olmayacaksak, işin öznel boyutu konusunda Türkiye devrimci hareketinin çok uğraşması gerektiği açıktır.

Bunun içinse toplumu örgütleyen güçlü bir siyasi hatta, halkın örgütlenme pratiğinin geliştirilmesine, örgütlenme ve seslenme araçlarının kuvvetlendirilmesine ihtiyaç bulunuyor.

Bunları yapabildiğimiz oranda sosyalizmin bağımsız hattı bu topraklarda güçlenir, soyut değil gerçek anlamda bu topraklarda umut olur, iktidar mücadelesi ağırlık kazanır.

Yoksa tek başına ve sadece seçim sonuçlarına bel bağlayan bir devrimci pratik yetersiz olabileceği gibi diğer taraftan Necdet Özel’in prostat ameliyatı üzerinden devrim programı oluşturmaya çalışmak da anlamsız kaçacaktır.

Öyleyse, öncelikle “Güle güle Tayyip” diyeceksek, bunu hak etmek için çok çalışmamız, sosyalizmi bu ülkede iktidar alternatifi olarak ortaya çıkartmak için elimizden geleni yapmak gerekiyor.