‘Gözlerden anlayanlar’ın sınıf felsefesine karşı, emekçilerin sınıf felsefesi

Tarih, sömüren sınıfların gerçek konumlarını saklamak için bulduğu onlarca akıldan yoksun ispat çabaları ile doludur. 

Müjgan Tekin

Gözler ruhun aynasıdır. Göz; her şeyi anlatır. Gözlerden anlarsınız adamın mutlu mu olduğunu, mutsuz mu olduğunu. Gözlere bakmaktan korkmayın. Bu rakamları söylemenin ötesinde bir şey var, siz benim enerjimi görmelisiniz. Ekonomi rakam demek değildir. Sürekli söylenen bir şeydir; güven… Benden güven duyuyor musunuz, siyasal iktidardan güven duyuyor musunuz, bakandan güven duyuyor musunuz?”  Bu sözlerin sahibi Hazine ve Maliye Bakanı. Kendisinin bakanlığı boyunca, gözler ile ilgili çokça bildiğimiz ve bilmediğimiz öğretiler duyacağımız kesin. “Ekonomi rakam demek değildir” demiş. Ama daha önce iyi ki ekonominin ne olduğunu söyledi. Yoksa şu anda hep birlikte ekonomi tanımı yapmak için kitapları karıştırıyor olabilirdik.  Kendisi bir önceki konuşmalarından birinde “ekonomi gözlerdeki ışıktır” minvalinde açıklamalarda bulunarak bizleri ekonomi tanımı yapma derdinden kurtardı. Sonuçta bakanın ekonomi ile müktesebatı (!) oldukça iyi. Varlıklı aileden geliyor. Turizmi biliyor, babasının oteli varmış. Akaryakıt işini de biliyor çünkü babasının benzin istasyonu varmış. Otomotivi de biliyormuş, bayilik işletmişler. Bakanın kendi ifadeleri böyle. Kısacası bakan sınıfı gereği, sınıfının işine yarayacak ekonomiye oldukça hâkim.

Bakanın gözler ile ekonomi arasında kurmaya çalıştığı tuhaf ilişki, onun sınıf felsefesinden bakınca aslında tuhaf olmaktan çıkıp gayet anlaşılır bir hal alıyor. Çünkü bir siyasi parti aslında her zaman bir sınıfın siyasal temsilcisidir. Bu cümle iddialı gibi gözükebilir. Kimileri itiraz da edebilir ama bu bütünsel bir dünya görüşü benimseyen sosyalistler için en temel gerçeklerden biridir. İster sınıf partisi olduğunu açıktan söylesin ister sınıf ile ilgili hiçbir tavrı olmadığını söylesin, bir siyasal parti en nihayetinde, bir sınıfın felsefesini benimsemek durumundadır. Hem işçi sınıfının hem sermeyenin partisi olma iddiası, eşitlikçi parti olma iddiası bile en nihayetinde bir sınıf felsefesi taşımaktadır.

İşçi sınıfı dışında, toplumun yöneticiliğine talip olan ya da toplumu yöneten tüm sınıfların, sömüren sınıf olduğunu, böyle olmak zorunda olduğunu biliyoruz. Sınıflarının doğası gereği sömürmek zorundalar. Sınıflarının varlığı ya da iktidarlarının varlığı aksini mümkün kılmaz, kılamaz. Ancak elbette ki her sömüren sınıf, sömürmekte ne kadar “iyi” olursa olsun, gerçek konumunu ve amaçlarını bugüne kadar tarihte hep gizlemek ve ne kadar adil yönettiğini kanıtlamak için daima bir yol bulmak, bir söylem geliştirmek ve sömürülen sınıfların uyanmasını engellemek zorunda kalmıştır. Tarih, sömüren sınıfların gerçek konumlarını saklamak için bulduğu onlarca akıldan yoksun ispat çabaları ile doludur. 

Çok gerilere gidersek Aristo’yu hatırlayabiliriz. Eski köleci toplumun en büyük filozofu. Aristo’ya göre kölelik sonradan oluşan bir sınıf değildi, doğa tarafından kararlaştırılmıştı. Yani bazı insanlar doğuştan köleydi. O nedenle köleliğe itiraz etmek doğaya itiraz etmekti. Gelelim feodal toplumun ya da ortaçağın büyük filozofu Thomas Aguinas’a. Aristo’dan pek farklı değildi onun da feodal sitemin sömürgeciliğine bulduğu açıklama. Tüm evren, bir çeşit feodal sistem ile sürüp gidiyordu. En üstte Tanrı olan feodal bir hiyerarşi vardı. Onun altında baş melekler. Her şey sistem içinde kendisinden bir üste olana bağlıydı ve tüm bu feodal sistem Tanrı olmasa var olamazdı. Gelelim içinden geçtiğimiz, neoliberal dönemini yaşadığımız kapitalizme. Kapitalizmin tarih sahnesine çıktığı ilk dönemlerde burjuvazinin kendi egemenlik ve kar amaçlarını maskelemek için ortaya attıkları ispat neydi peki? İşçi ve kapitalist aynı düzeydeydi. İşçi de kapitalist de serbest bir insan atomdu. İşçi çalışmak diğerleri yani kapitalist de sermaye ve ödenmesi gereken ücretleri sağlamak için özgür iradeleri ile anlaşmaya yapmışlardı.  En nihayetinde sömüren sınıflar ve günümüzde onların partilerinin felsefesi kendilerini ebedileştirmek ve olabildiğince uzun yaşamak üzerine kurulu bir felsefe. Bu nedenle de geçmişten günümüze kendilerine evrende sürekli bir yer veren felsefe sistemlerine ihtiyaçları var. O felsefe sisteminde gözler, ruhun aynası olabilir. O felsefe sisteminde, ekonomi gözlerdeki ışık olabilir. O felsefe sisteminde, kölelik doğanın kanunu olabilir. O felsefe sisteminde, evrenin de var oluşu feodal bir şekilde gerçekleşmiştir denile bilinir. O felsefe sisteminde “doları indiren de çıkaran da Allah’tır” açıklaması da yapılabilir. Diğerlerini anladık ama “doları indiren de çıkaran da Allah’tır” biraz abartı olmadı mı diyenler olabilir. Ama sözler örnek olsun diye kurgulanmış sözler değil. Abdurrahman Dilipak’a ait. Açıklamasının tamamı şöyle: “Dövizde Dolar 12, Euro 13 bariyerini aştı. Umarım bir çözüm yolu bulmuşlardır. Bu doları çıkaran da düşüren de Allah'tır! Herşey Allahın iradesi içindedir, Bizim Onun rızasına yönelmemiz gerek. Yoksa ABD'ye de, İsraile de, Şi'ye de, Elon Musk'a da o şeyleri yaptıran Allahtır”.

KISACASI SÖMÜREN SINIFIN FELSEFESİ İDEALİST FELSEFEDİR

O felsefeye göre; zengin ve yoksul, tanrı onları öyle yarattığı için vardır ya da daha ilerisi bazıları yani yoksullar aptal oldukları için yoksuldur zenginler ileri görüşlü ve akıllı olduğu için zengindir.  Yoksulluk ve zenginliğin sebebi ya Tanrı iradesidir ya da insan aklının Tanrı vergisi özelliklerini kullanabilmek veya kullanamama meselesidir. Bakan Nebati ne demişti “çarpılan küçük yatırımcı oldu”, yani dar gelirli sıradan yurttaşlar. Dolar kuru üzerinden yaşanan servet transferinde aklını kullanmayan, sömürülen sınıftı. Nebati’ye göre büyük finansörler neyin ne olduğunu biliyordu: “15 liradan, 16 liradan, 17 liradan dolar alanlar büyük finansörler değil. Büyük finansörler bu işin bir şekilde döneceğini bilir. Ama çarpılan kim oldu? Küçük yatırımcılar. Şimdi kara kara düşünüyorlar”.

PEKİ SÖMÜRÜLEN SINIFIN FELSEFESİ NE OLMALI?

İster mavi yakalı ister gri yakalı tanımında olalım. En nihayetinde sömüren ve sömürülen iki sınıftan birine aitiz. Sömürülen sınıf. Öyleyse fabrikalarda, plazalarda ve emekçi sınıfın var olduğu her iş kolunda, sömüren sınıfın idealist felsefesi karşısında işçi sınıfının felsefesi ile çıkmanın yollarını açmalıyız. Hele ki Türkiye’nin içinden geçtiği ve daha önce eşi benzeri yaşanmamış bu tarihsel dönemeçte emekçinin, sömürülen sınıfın pratikte güçlü bir özne konumuna gelmesi için emekçiler arasında felsefi bilinçliliği yaygınlaştırmak ve büyütmek, tarihsel bir zorunluluk olarak karşımızda. Eğer, emekçi sınıfı uzak gelecekte de olsa iktidara adaysa, toplumsal liderliği elde etmek istiyorsa kendi sınıfsal görüşünü, felsefi düzeyde ifade edebilmeli ve bu felsefeyi, sömürenlerin görüşlerini ifade eden, onların çıkarlarına hizmet eden felsefelerin karşısına çok daha güçlü şekilde çıkarabilmeli. Kendisini ebedileştirmek isteyen sömürücü sınıfın felsefesine karşı unutmayalım ki işçi sınıfının kendisini sonsuzlaştırmaya gereksinimi yok aksine sömürülen sınıfın felsefesi; kendi varlığına olabilecek en hızlı şekilde son vermek yani sınıfsız bir toplum kurmak.

Türkiye sosyalistleri, Türkiye yeni bir seçim arifesine girmişken, emekçiler yirmi yıldır hiç olmadığı kadar sömüren sınıfın felsefesinin en sert haline maruz kalmışken, “gözlerden anlayanlar”ın sınıf felsefesinin karşısına, ezilen sınıfın felsefesini koymak için öncü olmak zorunda. İçinden geçtiğimiz koşullar gereği zaten emekçi sınıf “kendiliğinden kabarışın” arifesinde. Bu kendiliğinden kabarışın nasıl sonuçlanacağı ise sosyalistlerin, sosyalist sınıf felsefesini, diyalektik materyalizmi emekçiler arasında ne kadar yaygınlaştırabileceğine bağlı. Yoksa bugün AKP’li bir bakan, yarın sömüren sınıfın felsefesini benimseyen herhangi bir partinin başka bakanı “(…) yerimde duramıyorum kıpır kıpırım. Ben şunu yaptım 'Ya arkadaşlar biz bir şey yaptık mı?' 'Yok efendim.' Lan nasıl? Harika, muhteşem bir şey çünkü orada kurumlar yok” diye bir açıklama yapar ve kıpır kıpır olmayı sürdürür.

*Bu yazıda Maurice Cornforth, Materyalizm ve Diyalektik Yöntem kitabı ile V.İ Lenin, Ne Yapmalı kitabından yararlanılmıştır.