Göz göze

“Gözlerimizi çıkarmak istiyorlar çünkü artık açıldı” yazıyor Kolombiyalı genç bir kadının havaya kaldırdığı o kağıdın üzerinde. 

Kolombiyalılar sokaklarda ve açılan gözlerini çıkarmaya çalışanlara karşı direniyorlar. 

Tanıyoruz onları. 

Dünyanın bütün ötekileri, sömürü ve zulüm altında yaşayan tüm halkları, aynı duygunun, aynı öfkenin, aynı korkunun ve aynı cesaretin ve gelecek düşünün ortak bir parçasıdır çünkü. 

Onların gözleri, Gezi’de gözleri çıkarılan arkadaşlarımızın gözlerinin aynısıdır.

“Bizi öldürüyorlar” diyen o ses de bizim sesimizdir. 

“Vurmayın öldüm” diyen Ali İsmail’i mutlaka görürsünüz orada. Kafasına nişan alınarak, gaz fişeğiyle vurulan Berkin’i, Abdocan'ı , Mehmet’i, Ethem’i, Medeni’yi… 

Gözümüzü açtığımızı ilan ettiğimiz o gün aldılar canlarını gençlerin, kadınların, çocukların. Bir düşünün kaç çocuğun, gencin, kadının öldürüldüğünü? Sesimizi çıkardığımız yerde nasıl kollarımızı kırdıklarını, yerlerde sürüklediklerini, tekmelerle canımızı ezdiklerini...

Bahanelerde yükselen karanlığın ve o karanlığın meşrulaştırdığı şiddetin en beteri, insan çığlıklarını “oh olsun”a dönüştürebilmesidir. 

Karanlığa saplanan, karanlığa teslim olanın acımasızlığı, benzemez çünkü hiçbir kötülüğe. 

En çok çaresizlikten çoğalır bu. En çok benzeşmeden hayatta kalamayacağı duygusundan güçlenir ve en önce ekmeğini kendisiyle bölüşenin gözlerini çıkarttırır. Sonra bıçaklatır sırtından dostlarını. Sonra kolaylaşır yok etmek… Doğaya, insana, hayvana, börtü böceğe düşmanlık, düşman olana ortaklık böyle başlar. 

Yaşanan her şiddete, cinayete, katliama “Ama onlar da” diyerek ortalığa düşen her ses, her bahane, bu ortaklığa gönüllü olur.

Evet, acımasızlığa mahkum edilmişliktir bu. Acımasızlığın tek kural olduğuna inandırılmışlıktır ve bu hal bir başkasını sokup, zehrini akıtmak zorundadır. 

Çaresizlik duygusuna karşı, çareyi yaratmak işte bu yüzden çok önemlidir. Kötülüğün zehrine, panzehir olmanın tek yoludur çareyi yaratmak, sahiplenmek, büyütmek. “Olmaz” denileni terkedip, “Olur” kılmaktır gerçeği. 

Bir başkası gibi yaşamayı, herkes gibi olmayı reddetmenin erdemine sahip olmanın özgüveni, özgür olmanın tek anlamıdır. 

Gözlerimizden nefret ediyorlar bu yüzden. 

Zulme, sömürüye karşı başını öne eğmeyenlere duyulan o nefret, en önce insanların gözlerine dikiyor bakışlarını. 

Diklenen her göze had bildirerek salladıkları o parmakların hücum etmesi boşuna değil. 

Bütün işkenceciler, gözlerinizi kanlı bir çaput ile bağlarlar en önce. Gözlerinizi karanlığa gömer, sonra bedeninize, ruhunuzu sakladıklarınızı çırılçıplak soyarak ele geçirmeye çalışırlar. 

İşkenceci bilir; gördüğünü bilince çıkaranın gözünden daha tehlikeli olanı, gördüğüyle mücadele etme kararı vermesidir. 

İkizdere’de olan şey budur işte. Açılan o gözleri çıkarmak için ortalığa atılanlara bakarsanız, siz de görürsünüz gerçeği. 

Uyanmaktır bu. 

Gözü açılanlar birbirini bulmasın diye, gözlerimizi çıkarmaya çalışanlara karşı, birbirimizin gözlerini ne kadar korursak, ne kadar sahiplenirsek, o kadar güçleneceğiz vesselam. 

Kendiliğinden olacağına inanmak, kötülüğe kanmaktır çünkü.