“Mart sonunda ilk siyah işçiler vadinin dibindeki demiryolu köyüne geldi. Çadırlarını, ırmağın Çinlilere ait olan kısmına kurdular. İki kardeş de daha önce hiç siyah görmemişti. Paramparça giysiler içindeydiler ve soğuk, onları, diğerlerinden daha fazla etkiliyordu. San daha önce, hiçbir insanın o kadar acı çektiğini görmemişti. Çoğu, vadiye gelişlerinden sonraki birkaç gün içinde öldü. O kadar zayıftılar ki karanlıkta yığılıp kalıyorlardı ve çoğunu cesedi çok sonralara, bahar gelip de karlar erimeye başlayana kadar bulunamadı. Siyahlara Çinlilerden bile kötü davranılıyordu ve zenci kelimesinin telaffuzu, Çink’ten bile kötüydü…
Beyazlar onlara düşmüş melekler diyor dedi Ksu. Zenciler ruhu olmayan hayvanlardır ve öldüklerinde kimse onları özlemez. Beyinleri, çürümüş etlerden ibarettir.” (Pekin’den Gelen Adam, Henning Mankell)
ABD’nin uçsuz bucaksız coğrafyasında demiryollarını yapanlar en aşağılanan siyahlar, sonra Çinliler, İrlandalılar, Alman, İskandinav göçmenleri, en tepede de genelde İngiliz asıllılardı. Tam bir göçmen işçi cehennemi olan Kuzey Amerika coğrafyasında göçmen emeği, bu saydığım hiyerarşiyle sömürülüyor, en alttakine en tehlikeli işler veriliyordu. Dinamit patlatmaya içinde ya cezalılar, ya da siyahlar, yoksa Çinliler gidiyordu. Göçmen emeği için bu cehennemden dünyanın en büyük emperyalist gücü ABD çıktı. Sermaye sınıfı için hiyerarşik bir sömürü mekanizması sağlayan, üsttekine havuç alttakine de sopa göstermeye yarayan bir olgu olarak göçmen emeği gerçekliğini korudu, korumakta…
Şimdi günümüz Türkiye’sine dönelim ve haberlere şöyle bir göz atalım
“Göçmenler yalnız Ege Denizi’nde değil vahşi kapitalizmin çarklarında da ölüyor. Son üç yılda en az 144, Ocak ayında en az 5 göçmen işçi yaşamını yitirdi...” (İSİG Meclisi Göçmen İşçi Raporu)
"Çin, Kamboçya ve Bangladeş'le birlikte Türkiye, İngiltere'de satılan tekstil ürünlerinin en büyük üreticilerinden. Topshop, Burberry, Marks&Spencer ve Asos gibi markalar da Türkiye'de üretim yaptırıyor. Türkiye ayrıca 2.5 milyondan fazla göçmen ile dünyada en fazla Suriyeli barındıran ülke." (BBC Türkçe’nin haberi)
“Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın Suriyeli sığınmacılara çalışma izni verilmesiyle ilgili yaptığı düzenleme Bakanlar Kurulu'nda ele alındı. Düzenleme önümüzdeki günlerde yönetmelik olarak yayınlanacak. Bu çalışmadan Türkiye'de resmi kayıtlara göre bulunan 2 milyon 411 bin Suriyeli yararlanacak. Şu ana kadar 7 bin 351 Suriyeliye çalışma izni verildi. Kaçak yollarla çalışan Suriyeli sayısı ise 500 bini aşıyor. Bu çalışma ile Suriyeli göçmenlerin Avrupa'ya kaçak yollardan gitmesinin de önüne geçilmesi hedefleniyor.” (www.haberler.com)
“İş dünyası ne istiyor?
-Suriyelilerin kayıt sistemi gözden geçirilsin ve nitelikleri ayrıntılı olarak ortaya çıkarılsın. Böylece potansiyel iş alanları tespit edilebilir.
-Kapsamlı, bütünleşik bir plan dahilinde istihdam imkanı yaratılmaması halinde, Suriyelilerin Türkiye ekonomisini bozma ihtimali çok yüksek.
-Devletin performansı takdir ederken, kayıt ve yerleştirme ile yasal ve idari düzenlemelerin hızla hayata geçirilmesini istiyor.
-Suriyelilerin mevcut koşullarda istihdam edilebilmeleri için sektörel-bölgesel analizlerin yapılması ve çalışma haklarındaki belirsizliğin ortadan kaldırılması gerekiyor.” (Hürriyet)
Her şey tıkır tıkır rayında gidiyor. Belli nitelikte iş gücü potansiyeli barındıran laik bir ülke savaşla yok ediliyor. Savaş olmadığında karşı devrimle bir ülkenin değerleri yok ediliyor, en değerlisi olan insan oradan oraya göç edip alınır satılır ucuz mala dönüştürülüyor. İlkini Suriye’de gördük, görüyoruz, diğerini ise sosyalist ülkelerin çözülüşü sürecinde… Yine Hürriyet gazetesinin konuyla ilgili haberinde 3686 kayıtlı Suriyeli işçiye karşılık 400.000 kayıtdışı işçinin çalıştığı belirtiliyor. Bir ülkedeki istihdam yapısını, ücret politikasını, örgütlülüğü, sendikal mücadeleyi, genel olarak sınıf mücadelesini değiştirecek bir sayı! İşin istihdam politikaları boyutunu bir yana bırakarak, köşemizin temasına yavaştan gelelim. Bu işçilerin çalışma koşulları, sağlık ve güvenlikleri ne durumda?
“Suriyeliler falan çalışıyor, bilmem dayanabilir misin?”
Bu başlık aslında herşeyi anlatıyor. Ece Güneş Saadetyan’ın Demokrat Haber adına yaptığı habercilik sayesinde Suriyeli işçilerin ortalamanın üçte biri kadar ücret aldığını, Şirinevler’de bir atölyenin yarısından fazlasının Suriyeli olduğunu, her yerin kameralarla izlendiğini, günde 10 saat ayakta çalışan çocukların 500 TL kazandığını, patronun çalışma hızından memnun olmadığını öğreniyoruz.
Büyük bir kısmı kalıcı olacak Suriyeli işçilerinin çalışma koşullarının her açıdan kötü olduğu ortada. Öte yandan göçmen işçilerin ölüm ve yaralanmalarını saptamak da çok zor. Yine İSİG Meclisi’nin raporundan aktarırsak:
“İşyerinde “tesadüfen” bulundukları söyleniyor ya da cenazeleri ıssız bir yere bırakılıyor. Yani bilinenler buzdağının görünen yüzü. Bizlerin tespit yapması için diğer bir zorluk da hukuki statülerini öğrenme imkanımızın neredeyse imkansız oluşu.”
Geçen ay çalışma izni alan ve Türkiye emek piyasasına katılan Suriyeli emekçiler, artık Türkiye işçi sınıfının bir parçası, eğer ki ciddi anlamda kalıcı bir barış ve tersine göç gerçekleşmez ise. Son üç yılda yaşamını yitiren 144 göçmen işçinin 89’u Suriyeli. Ölümlerin 81 tarım ve inşaat sektöründe. Yaralanmaları saptamak hemen hemen imkansız. Gördükleri muamele sonucu yaşadıklarını da. Kadın işçilerin acımasızca sömürülmelerine ek olarak uğradıkları taciz ve tecavüz olayları aynı zamanda kadın mücadelesini de bu alana bakmaya davet ediyor.
Neden daha fazla riske maruz kalıyorlar?
Aslında yanıt çok net, ama bu konuda yapılan çalışmalar da derli toplu bilgiler sunuyor bize. Civan ve Gökalp’in (2011) ILO, İngiltere’den HSE gibi kuruluşlardan aktardıkları konuyu özetliyor.
“Nitekim göçmen işçilerin genellikle ‘3-D’ olarak kısaltılan ve yerli işgücünün yerine getirmekten kaçındığı işlerde çalıştığı ifade edilmektedir. Şöyle ki, söz konusu işler, pis (Dirty); tehlikeli (Dangerous) ve nitelik gerektirmeyen (Demeaning) işler olarak adlandırılmaktadır”
“Ayrıca yerli işçilere göre çalışma koşulları ağır olan göçmen işçiler, ayrıca bazı özel sağlık risklerine de maruz kalabilmektedir. Göçmen işçilerin maruz kaldığı sağlık riskleri de üç grupta toplanmaktadır. Bunlar kendi ülkelerinde maruz kaldıkları (örneğin parazit hastalığı vb.) sağlık sorunları, göç edilen ülkeye özgü olan ancak göçmen işçilerin bağışıklığı olmadığı hastalıklar ve yeni bir ortama alışma sürecine özgü fiziksel ve psikolojik koşullardan kaynaklanan hastalıklar ve rahatsızlıklardır.”
Öte yandan iletişim sorunu son derece ciddi bir sorundur:
“Çalışma arkadaşları ile iletişim kuramayan bir göçmen işçi, kendisine verilen talimatları veeğitimleri anlayamayacak olması sebebiyle risk altındaki bir gruptur. Örneğin; yaptığı iş konusunda yeterli mesleki eğitimi ve deneyimi olmayan bir göçmen işçi, iletişim problemiyaşadığı bir işyerinde kendisine anlatılan makinelerin çalışma ve işleyişi, işyeri kuralları,organizasyonel yapı ve iş sağlığı ve güvenliğine ilişkin eğitim ve talimatları anlayamayacakve bu eğitim ve talimatlar doğrultusunda hareket edemeyeceği için de risklere işyerinde çalışan diğer kişilerden daha fazla maruz kalacaktır (Çelgin, 2014).”
Göçmen işçilerin daha fazla ölüm ve yaralanmaya maruz kalmasına yol açan “kaza”ların daha fazla görülmesinin nedenleri arasına deneyimsizliği, uyum sürecinin zorluklarını ve en önemlisi dil farkını bir yere yazmak önemli. Yalnızca işyerleriyle sınırlı bir bakış açısında bile, verilen eğitimleri/talimatları anlamamaları, uyarı işaretlerini bilmemeleri, zaten tehlikeli işlerde çalışan göçmen işçilerin daha fazla ölüm ve yaralanmalara maruz kalmasına yol açmaktadır.
Daha önce hiç yaşamadığınız, havasına, iklim şartlarına, diline, çalışma koşullarına alışık olmadığınız yep yeni bir ortamda, tamamen güvencesiz bir şekilde çalışıyor, yerli bir emekçiye nazaran ürettiğinize daha da yabancılaşıyorsunuz, yabancısınız, ömür boyu öyle kalacaksınız, hatta çocuklarınız da yaşamları boyunca hep yabancı kalacaklar, öyle damgalanacaklar. Hem siz, hem de çocuklarınız vasıflarının altında işlerde çalıştırılacaklar, kapı dışı edilme korkusu ile sınır dışı edilme korkusu en büyük iki korkunuz olacak… Hep kimsenin yapmak istemediği işleri yapacak, daha doğrusu ölüm ve yaralanma riskinin en fazla olduğu alanlarda çalışacaksınız. Daha uzun ve yorucu çalışacak, daha az ücret alacaksınız. Daha çok ölecek ve yaralanacaksınız! Durum kısaca budur aslında:
“Amerika Birleşik Devletlerinde (ABD) yapılan bir araştırmaya göre Meksikalı göçmen işçilerin ölüm oranının aynı işi yapsalar dahi yerli işçilere göre daha fazla olduğu, hatta bazı eyaletlerde bu oranını dört katına kadar çıktığı belirlenmiştir (Health&Safety Executive, 2006’den aktaran Civan ve Gökalp, 2011).
İstismara açık biçimde çalışan kaçak göçmen işçilerin yerine getirdikleri işlerin %42,5’inin yerli işçilerin yapmak istemediği işler olduğu belirlenmiştir. Bunların %21,9’unu ağır ve yorucu, %12,9’unu tehlikeli ve kaza riski yüksek, %2,9’unu pis ve onur kırıcı, %4,8’ini ise güvensiz ve istikrarsız işler oluşturmaktadır (Kıral, 2006’dan aktaran Civan ve Gökalp, 2011).”
Bu konu bir ya da birden fazla köşe yazısının sınırlarını aşacak olduğundan şimdilik kesiyorum ve Türkiye’nin ilerici güçlerini bu alana daha fazla bakmaya davet ediyorum. Gelin o güzel marşın sözlerini bir kez daha aklımıza getirelim ve diyelim ki; “din farkı bilmeyiz, dil farkı bilmeyiz, sanki doğduk bir anadan”…
Kaynaklar
Civan, O., & Gokalp, A. (2011). Göçmen işçi kavramı ve göçmen işçilerin iş sağlığı ve güvenliği. Calisma ve Toplum, 1(28); 233-263.
Çelgin, D. (2014). Göçmenlik Ve Göçmen İşçi Kavramları İle Dış Göç Yapmış İşçilerin Çalışma Hayatında Karşılaştıkları Sorunlar. Calisma Dünyasi Dergisi, 2(2).