‘Gidecekler’ fantezisi, kulislerde konuşulanlar ve Rejim’in elindeki kartlar 

Evet, değerli CHP yöneticileri, anket şirketi sahipleri ve pek kıymetli yorumcular…

AKP ve MHP'nin toplumsal desteğinin azaldığına ben ikna oldum. 

Pandemi süreciyle derinleşen ekonomik krizin, daha önce özellikle AKP’ye oy veren çok sayıda yurttaşımızda artık iktidara karşı bir güvensizlik yarattığını, iktidar partilerinin oy tabanının eridiğini ben de düşünüyorum. 

Bu hafta sonu yapılacak bir seçimde muhtemelen Tayyip Erdoğan’dan daha fazla oy alacak bir aday da mevcuttur. Bunda da sizinle hemfikirim.

Ama size üzüleceğiniz bir şey söyleyeyim, ortaklaştığımız bu öngörü, memleketin ve emekçilerin güzel geleceği için pek bir şey ifade etmiyor. 

Bu sitede defalarca, Saray Rejimi’nin “burjuva demokrasisi” çerçevesinde dahi değerlendirilemeyeceğini anlatan yazılara yer verdik. Faşizan ve karşı devrimci bir rejimin inşa edilmekte olduğunu yazdık, çizdik. Tüm yazdıklarımızdan çıkan birinci sonuç, bu tür bir rejimin kendi kaderini seçimlere veya (burjuva) demokratik norm’lardan türetilen normale bağlamayacağıdır. 

Bakın, bugün İleri Haber’de görüşlerine yer verdiğimiz HDP Grup Başkan Vekili Meral Danış Beştaş net bir ifade kullanıyor: “Birinci parti (AKP); üçüncü partiyi (HDP) siyaset dışına itmeye çalışıyor.” Saray Rejimi’nin normali bu… Buradan yola çıkarak pekâlâ, ikinci parti de tasfiye edilebilir; hatta birinciyi, ikinciyi, üçüncüyü belirleyen mekanizma ortadan kaldırılabilir; o mekanizmanın, birincinin yeniden galip çıkması dışında herhangi bir sonuç vermeyecek şekilde dizayn edilmesi de sağlanabilir.

***

Peki, bir rejim nasıl bu kadar hoyrat davranabilir? 

Öncelikle, sermaye düzeninde bir partinin iktidarda kalmasını sağlayan çeşitli güçler mevcuttur. Bugün bu güçlerin AKP’den vazgeçtiğini gösteren hiçbir ciddi veri bulunmamaktadır.

Cengiz İnşaat’ın da aralarında olduğu beşli çetenin kamulaştırılması söz konusu olduğunda TÜSİAD’ın verdiği sınıf tepkisi, bu örgütü “demokraasi cephesinin” bir bileşeni olarak görenleri bir kere daha üzmüş olmalı… Yalnız tek bir açıklama da değil, sermaye sınıfı neredeyse bir bütün olarak pandemi sürecini epey sorunsuz geçirmektedir. Elbette, sektörler arasında eşitsizlikler vardır; elbette, küçük, orta ve büyük ölçekli işletme sahipleri arasında derin farklar vardır ancak sermaye sahiplerine verilen ücretsiz izin hakkı o cephede büyük bir potansiyel sorunu çözmüştür. Dahası, pandemiyle sınırlı olmayacak şekilde akıtılan milyarlar, agresif dış politika, silah sanayii ve inşaat sektörü üzerinden sermaye sınıfına açılan alan öyle azımsanacak düzeyde değildir. 

İkincisi, bugün silahlı kuvvetler üzerindeki egemen ideoloji Türk-İslam sentezinde, egemen siyasi güç de Saray Rejimi’ni oluşturan partilerde temsil edilmektedir. Dahası, süreklileşmiş bir savaş politikası, “yedi düvele meydan okuma” halleri ve Türk-İslam senteziyle harmanlanmış sözde “bağımsızlıkçı” söylem bu temsiliyeti hizaya sokmakta, pekiştirmekte veya yeniden üretmektedir. 

Ve üçüncüsü… Uluslararası emperyalist-kapitalist sistemin merkez aktörlerinden hiçbiri bugün itibarıyla Türkiye’de olası bir iktidar değişikliğinin yaratacağı belirsizliğe yatırım yapacak kudrete ve isteğe sahip değildir. Türkiye küçük bir ülke değildir ve belirsizlik kimsenin işine gelmeyecektir. 

Bunlar, meselenin iktidarla ilgili kısmı… Bir de “muhalefet” tarafı var. İktidardaki potansiyel erimenin muhalefete aktığı, orayı güçlendirdiği ve yeni bir düzen içi iktidar alternatifinin belirdiği yönünde de hiçbir emare bulunmamaktadır. Aksine, dağınık, ne istediğini bilmeyen ve “beş benzemez”liğin getirdiği bir istikrarsızlık vaat eden muhalefet görüntüsü mevcuttur. 

***

Bu tabloda, Saray Rejimi kendi bekâsını korumak için neler yapabilir?

Bugünlerde Ankara’daki o meşhur koridorlarda, kulislerde konuşulan senaryolara bir bakalım. 

1 Ekim’de açılacak TBMM’nin ilk gündemleri muhtemelen Siyasi Partiler Kanunu ve/veya Seçim Kanunu’nda yapılacak değişiklikler olacak. AKP ve MHP’nin bu yönde yoğun bir çalışma yaptığı biliniyor. Partilerin seçim yeterliliği konusunda kimi revizyonların gündeme gelebileceği konuşuluyor. Ayrıca, ittifakların baraj oranının yüzde 10 olarak korunması ancak ittifak partilerinin meclise vekil gönderebilmesi için yüzde 5’lik bir barajın şart koşulması gündemde. “Daraltılmış bölge” üzerinden vekil belirlenmesi modeli de masada ancak o durumda MHP’nin bundan kötü etkileneceği düşünülüyor. Bir ek öneri de Türkiye milletvekilliği. Buna göre, 100 vekil, yüzde 1’lik dilimler üzerinden belirlenecek. Bu kapsamlı çalışmanın, çeşitli modeller üzerinden AKP-MHP bloku için en avantajlı senaryoyu hazırlamayı hedeflediği açık olsa gerek. 

Yine seçim söz konusu olduğunda, özellikle CHP cenahında konuşulan bir diğer senaryoda Anayasa Mahkemesi (AYM) başrolde… Son dönemde aldığı kararlarla dikkatleri üzerine çeken AYM’nin, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi hakkında alabileceği bir kararın, AKP-MHP cephesine koz verebileceği düşünülüyor. Buna göre, olası bir anayasa ihlali tespiti halinde iktidar “mağdur” edebiyatına sarılabileceği bir fırsat yakalayacak diğer yandan da seçim kazanma ihtimali düşük olan “başkanlık” yerine seçimde aldığı yüzde 30 küsurlarla mecliste yüzde 60’lık çoğunluk sağlayabildiği eski modeli “istemem yan cebime koy” diyerek kabul edecek. 

HDP’nin, parti kapatma veya başka yöntemlerle seçimlere sokulmaması ihtimali de yüksek sesle konuşuluyor.

Üzerinde konuşulan bir başka senaryo ise dört yanımızı sarmış “düşmanlara” karşı girişilecek sıcak çatışma(lar) gerekçesiyle seçimlerin bilinmeyen bir geleceğe ertelenmesi…

Kişisel fikrimi sorarsanız, yukarıda sıraladığım senaryolardan bir veya birden fazlasının hayata geçirilmesini, hiçbirinin yapılmadan “normal” koşullarda seçimlere gitme olasılığından daha gerçekçi görüyorum. 

***

Bir köşe yazısının sınırlarına ulaştık… 

Son sözümüz şu olsun. Toplumsal muhalefet, “gidiyorlar, gidecekler” pasifizmine prim vermemelidir. Yapılmayan yapılmalı, söylenemeyen söylenmelidir. Düzenin bütün aktörleri tarafından gelecek hesaplarında “etkisiz eleman” sayılan bir alan mevcuttur. Yoksullaşmakta olan, tüm haklarından mahrum bırakılan, eğitim-sağlık hizmetlerine erişemeyen, hor görülen, düşman ilan edilen milyonlar adına mücadeleyi ve solu temsil eden kitlesel bir güç çıkarmak mümkün ve gereklidir. 

Siyasi kulislerde konuşulan, masaya yatırılan tüm ittifak modelleri, emekçi halkı temsil eden bir alternatif oluşmadığı sürece Saray’a hizmet eder. 

Masada konuşulan, “ilk seçimde gidecekler” ise o masa devrilmelidir.