Geride bıraktığımız şey bir avuç kelimedir...

Kaygı; korkunun içe yerleşmiş, içselleşmiş halidir. Korkuya karşı geliştirdiğimiz bir tür savunma, korktuğumuz şeyi reddetmektir. Tehlikelidir çünkü nesnel bakışa izin vermez, yaşanmışlıkları düşündürür, şimdiyi unutturur, geleceğin üzerine nimbus gibi çöker. Çocukluk deneyimlerimiz duygusal gelişimimiz için oldukça önemlidir. Öncelikle bağlanma figürlerimiz olan ebeveynlerimiz, yaşamı nasıl tecrübe edeceğimiz hususunda etkin rol oynarlar. Çünkü onlarla olan ilişkilerimiz yaşamın bizim için neye benzeyeceğinin temelini oluşturur. İnsanlar zararlı ve bu nedenle güvenilmez midir? Duygusal ihtiyaçlarımız olduğu zamanlarda bizi destekleyebilmesi için hayatımızdaki önemli kişilere güvenebilir miyiz?

Çocuklar tanık oldukları ve yaşadıkları olaylar üzerinden yaşamı anlamlandırmaya çalışırken içsel bir harita yapılandırırlar, böylelikle başa çıkma mekanizmalarını da geliştirirler. Büyüdükçe bu haritaya yenileri eklenmezse ileride yaşamı yorumlama biçimlerinde sorunlar yaşayabilirler. Çocukken yaşadıkları travmatik bir deneyimle (her türden istismar, ihmal, trafik kazası, doğal afet, ebeveyn vefatı, şiddete maruz kalma veya tanık olma, vb.) başa çıkma mekanizmaları yıkılan insanlar işte, sokakta, romantik ilişkilerinde de zorluklar yaşarlar.

Elena Ferrante "Yetişkinlerin Yalan Hayatı" adlı romanında, insanın açmazları ile aile kavramını sorgulamamızı sağlıyor. Napoli tepelerinde ayrıcalıklı bir çocukluk geçiren Giovanna, günün birinde babasının onu kötü şöhrete sahip, yıllardır görüşmediği kardeşine, Vittoria Hala’ya benzettiğini işitir. Bu beklenmedik bağlantıdan rahatsız olan genç kız, ailesinin geçmişini araştırmaya koyulur. Şehrin yoksul mahallelerinden birinde yaşayan halasını aramaya çıkar ve anne babasına duyduğu güven ve sevgi sarsılır. Giovanna nezaket maskesi takan yukarı Napoli ile bayağılığın mekânı aşağı Napoli arasında sıkışır. Yetişkinlerin yalanları arasında bocalarken kendi de yalan söylemeye başlar, korkularını kaygılara dönüştürmeyi de başarır. "Kaygılandığımda çirkinleşiyorum ama sonra geçiyor." diyen arkadaşına kulak asmayıp "Sevilesi bir kız değilsem tamam sevmesinler beni, onların hiçbiri gece gündüz yüreğimde nasıl bir yük taşıdığımı bilmiyor." sözleriyle veryansın ederken ciddi kaygı bozuklukları yaşamaya devam eder.

"Dilimdeki Acı" adlı enfes romanında Monique Truong; büyüme sancılarından, arkadaşlardan, sevgililerden, aileyle kurulan ya da kurulamayan ilişkilerden, insanın düşünceleriyle, bedeniyle, hisleriyle ve geçmişiyle giriştiği hesaplaşmalardan bahseder. Çocukluğundan itibaren herkesten “farklı” olduğunu hisseden, büyüdükçe yaşadığı her deneyimle bu farklılığın sadece fiziksel olmadığını kavrayan Linda (saç, ten rengi farklılığı, sinestezi durumu); kendi kimliğini ararken gerçeklerle, hayatındaki sırlarla da yüzleşmek zorunda kalır. Duyduğu, okuduğu her kelimenin “tadını” alabilmesi onu sıra dışı ve merak uyandırıcı biri haline getirir ama korkularını kaygılara dönüştürürken, ailesini ararken veya sevdiği adamdan ilgi beklerken canı yanar. Ona göre "Bir cam kırılır. Bir kemik kırılır. Güneş ışığı bulutların arasından kırılır. Kalpse bir kastır ve bir kas gibi ağrır, acır ya da çeker."

2019’da sinemaya uyarlanan "Trenle Seyahatin Avantajları"nda ise Antonio Orejudo, insanların karanlıkta kalan yanları hakkında ironi ile gerilimi buluşturan, gerçekliğin sınırlarını zorlayan bir delilik öyküsü anlatır. Kocasını akıl hastanesine yatırmak zorunda kalan Helga, trenle eve dönerken bir psikiyatrist ile karşılaşır. Helga, psikiyatristin akıl hastalarıyla ilgili hazırladığı dosyayı okumaya başladıktan sonra romanda da bir delilik sayfası açılır. Çok yönlü, çok katmanlı olan bu romansta kahraman "İlk taşı bedensel etki ya da duygusal yoksullaşma ya da neşeli ve depresif distimi deneyimleri yaşamamış olan atsın." derken Helga ve Martin Urales de Ubeda'nın üzerinden korkuların kaygılara nasıl da evrildiğini yansıtır.

Çocukluk deneyimleri, yaşamımız boyunca genel bağlanma tarzımızın ne olacağı, başka biriyle nasıl bağ kuracağımız ve o kişi bizden ayrıldığında duygusal olarak nasıl tepki vereceğimizin temelini oluşturur. Güvenli bağlanma ilişkisinin olmadığı durumlarda çocuklar, kendi değersizlik duygularıyla mücadele eden ve duygusal olarak kendilerini düzenlemekte zorluklar yaşayan yetişkinler haline gelirler. Her şeyi kontrol edebileceğini sanma, hayatın kontrol edilemezliğini kabullenememe, aşırı korumacı veya eleştirel aile tutumuyla yetişme, yerleşmiş otomatik olumsuz düşünce sistemi, geçmişteki kayıplar kaygı bozukluğunu tetikler ve kaygılı (reddedilmekten korkma, aşırı düşünme, en kötü durum senaryolarını yazma) veya kaçınmacı (yakınlığa özlem duyulmasına rağmen erişilemez olmaya çalışma) bağlanmaya sebebiyet verirler. Ama nihayetinde Orejudo'nun kahramanının da dediği gibi "Geride bıraktığımız şey bir avuç kelimedir. Gerçeklerle bazen kesişirler, bazen de kesişmezler."

KÜNYELER

- Yetişkinlerin Yalan Hayatı, Elena Ferrante, Çev: Eren Yücesan Cendey, Everest Yayınları, 2020.

- Dilimdeki Acı, Monique Truong, Çev: Esin Akşar, İletişim Yayınları, 2020.

- Trenle Seyahatin Avantajları, Antonio Orejudo, Çev: İdil Dündar, Çınar Yayınları, 2020.