Ekonomik tahribat, artık dışsal faktörlerden bağımsız derinleşir hâle geldi. Geri dönülebilecek noktayı geçtik, telafisi olmayan hasarların dönemine girdik.
Darbe şimdilik üç noktadan gelmekte: Döviz borcu olanlar, ekonomik durgunluktan etkilenenler ve borçlarını tahsil edemeyenler yakalandılar. Bunlardan sadece biri yakaladıysa belki sorun yok. Ancak üçüne birden yakalananlar hızla iflas etmekteler. Karşılıksız çek miktarı bir yılda yüzde 50 arttı. Kısa sarsıntılara şerbetliyim diyen ticaret erbabı, henüz meselenin pek az farkında.
Normal koşullarda, bu tür çalkantılar, güçsüz şirketlerin elenerek kapitalist ekonominin daha sağlıklı bir sermaye bileşimiyle yeni büyüme alanları yaratmasını sağlar. Ancak hem dünyada devam eden durgunlaşma, hem para piyasalarında daralma beklentisi, yani yükselen faizler işi büsbütün zorlaştırıyor. Üstüne de ticari durgunluğun, ödeme krizinin zincirleme ilerlemesiyle çok zayıflar, az zayıfları, sırasıyla batmaz denilenleri götürme riskine sahip oluyor. Ayrıca birkaç hafta önce değindiğim gibi, bankalar artık sağlam değil.
Bankaların sağlam olmaması, mevduatların güvenliğiyle ilgili bir durum değil tabi. Küçük tasarruflar için kaygı duyacak bir durum yok. Sadece bankaların artık büyüyememe sorunuyla karşı karşıya olduğunu, kredilerdeki batış oranı artışıyla birlikte mecburen bilanço küçültmeye başlayacaklarını gösteriyor. Bilanço küçültmek demek, ekonomik küçülme demek. Ekonomik küçülme ise sandığın iktidarın elinden kaymaya başlaması demek.
AKP iktidarının alâmet-i fârikası tüketici kredileri, belki son on yılın en yavaş noktasına ulaşırken döviz çalkantısı, (başta enerji ve inşaat olmak üzere) proje kredilerini adeta biçti geçti. Enerji sektöründeki çatırdamayı duymuşsunuzdur. AKP’nin elektrik dağıtım ve üretim özelleştirmeleri, parası olana değil, döviz borcu bulabilecek yandaşa peşkeş sistemiyle yürüdü geldi. Şimdi sektörün batırmak üzere olduğu borç, bu sekördeki toplam özelleştirme gelirlerini neredeyse ikiye katlıyor!
Tekrarlamakta yarar görüyorum, hâlâ kuyruğu dik tutmaya çalışanlar ağırlıkta ama yaşadığımız sinyaller, büyük olasılıkla ekonomik küçülme demek. Ekonomik küçülme ise sandığın iktidarın elinden kaymaya başlaması demek.
Halbuki sandık, AKP için hep yeniden saldırmak üzere güç toplamak anlamına geldi. 8 Haziran günü artık bunun olmayacağını hep birlikte anladık. Ekonomik küçülmenin süreklileşme, yıllara uzama ihtimalini artıran birçok alt başlıktan söz etmiştim. Bu dönemde (en azından önümüzdeki 3-4 yıl) hükümet olanın 2023 yılında sünnî dünyanın halifeliğine (!) ulaşamayacağı, krizin altında kalacağı belli.
Peki, farzedelim ki Saray, AKP’yi geçtiğimiz haftasonu kongresinde görüldüğü üzere RTE etrafında tekleştirerek daraltmaya ve çarpışa çarpışa küçülterek topu bir koalisyon hükümetine atmaya karar verdi. Saldırmadan yaşayamayacak genlere sahip bir yapı, ekonomik kriz koşullarında, kenarda sıra bekleyen ve gericiliğe yaslanan bir tek adam partisine evriltilebilir mi? RTE, Necmettin Erbakan’ın zamanında beceremediğini bir kez daha deneyecek olabilir mi?
En azından kendisi ilerletmeye çalıştığı Saray darbesini mantıksal sonuçlarına götürüp diktatörlüğünü ilan etmeyecekse, veya – olmaz ya – kendisi bir darbeyle karşı karşıya kalmayacaksa; RTE için tek “demokratik”, aynı zamanda kendini, sülalesini ve servetini güvenceye alan seçeneğin bu olabileceğini düşünüyorum. 8 Haziran sonrası koalisyon görüşmeleri, CHP ve MHP’nin AKP devrildikten veya koalisyon ortaklığına razı olduktan sonra fazla bir şey istemeyeceklerini, uslu düzen partileri olacaklarını ıspatlayan bir seyri oldu benim gözümde. Özellikle CHP, seçim gününe kadar “sustukça sıra bana gelecek” havasında kalacağa benzer.
AKP içinde son kongreyle birlikte, RTE ile ilgili ve bağımlı olmayan her sürecin sona erdirildiği kanaati doğruysa, Saray darbesi dışındaki tek seçeneğin Erbakan modeli olduğunu ve RTE’nin bu seçenek üzerinde derin düşündüğünü tahmin ediyorum. Evet Erbakan başaramamıştı ama en azından bir tarafını sağlama almıştı…