Lisedeydim. Din dersinde, “yıldızlı bir akşamda gökyüzüne baktığınızda ne düşünürsünüz?” sorusuna “erkek arkadaşımı” cevabını veren bir arkadaşımız, imam hatip mezunu din öğretmeninden önce okkalı bir küfür sonra da sert bir şamar yemişti. Neye uğradığımızı şaşırmıştık. Arkadaşımız yediği şamarın ağırlığıyla sendeleyip yere düşmüştü. Ayağa kaldırdık. Bize baktı; “Ben dedi, yıldızlı bir akşamda gökyüzüne baktığımda, o anki psikolojim gereği düşünebileceğim herhangi bir şey için bu şamarı yedim. Eğer biz bu şamarın hesabını soramazsak, ne bir daha istediğimiz gibi düşünebilecek ne de düşündüğümüzü özgürce söyleyebileceğiz. Asıl şamarı bir daha aynı soruya aynı cevabı veremezsek yiyeceğiz.” Hepimiz hemfikirdik. Ya gericiliğin karşısına dikilecek ya da şamar oğlanına dönecektik. O gün bütün sınıfları dolaşıp durumu anlattık. Ertesi gün yüzlerce liseli dersleri boykot ettik. Ailelerimiz durumdan haberdar olup idarecilerin yakasına yapıştı. Badem bıyıklı dinciyi ise bir daha okulda görmedik.
Lisedeydim. Erdoğan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanıydı. Milli Görüş’ün yükselişi bizim sınıfta şamar olup patlamış, patlamaya hazır yüzlerce şamar da memleketin dört bir yanında pusuya yatmıştı. Politikleşmemde o şamarın etkisi vardı. Pusuya yatmış gericilikle hesaplaşmak için ise cüretten daha fazlasına ihtiyacım vardı.
Örgütlü mücadeleye soyunurken ki önceliğim gericilikle hesaplaşma isteğiydi. Bugün ise gericilikle mücadele gençlik için varlık yokluk meselesi haline geldi.
AKP rejimine karşı mücadelede gençliğin rolü de mücadele için bir varlık yokluk meselesi.
Varlık yokluk meselesi diyorum çünkü AKP, gençliği yeni rejime adapte edecek enstrümanlardan yoksun. Bu alanda dinsel temelli zorlamalar, özgürlükçü seküler tepkilerle ve kitleselleşmeye açık dirençlerle karşılaşıyor.
Haziran direnişi bu kitlesel direncin tepe noktasıydı. Berkin Elvan cenazesinde sokağa çıkan yüzbinlerce liseli ve Soma madenlerinde yaşanan katliama dönük üniversite ve liselerde örgütlenen boykotlara katılım, direncin sürekliliğine işaretti. Bugün başta IŞID terörü ve savaş tehdidi olmak üzere, AKP’nin dış politikasına dönük gençlik içindeki tepkiler, örneğin Suriye sınırına gidip, IŞİD teröründen kaçan Ezidi, Türkmen ve Kürtlerle dayanışmak, politik gelişmelere göre bu direncin yeni biçimler alabildiğini gösteriyor.
Emperyalizmin bölgeye dönük müdahaleleri ise, hem AKP rejimiyle arasındaki doğrultu birliği, hem de bu müdahalelerin kısa vadede bölgede yeni krizleri tetikleyecek olması nedeniyle, önümüzdeki dönemde gençliğin bağımsızlıkçı reflekslerini açığa çıkaracak.
AKP, Türkiye’yi İslamcı-faşist bir rejime taşımaya çalıştıkça, laiklikten, özgürlükten ve bağımsızlıktan kuvvet alan kitlesel bir gençlik direnciyle karşılaşacak.
Türkiye’nin AKP rejiminden kurtuluşu, bu direncin sosyalizmle nasıl ilişkileneceğine bağlı.
Türkiye’nin yakın geleceği, sadece AKP faşizmine dirence değil, onu aşan bir devrimci kalkışmaya sahne olacaksa, bu ilişkinin, gençlerin “doğru”yu bulmasını bekleyerek kurulacağı beklenmemelidir.
“Doğru”nun teorisine hakim “bilgili” ve “deneyimli” ağabeylerin ve ablaların, ilişkilenme için gerekli kanalları yaratması, bu kanalların çeşitlenmesi ve yaygınlaşması için gençlere güvenmeleri, siyaseten kendilerini üretecekleri alanlar açmaları ve gerektiğinde gençlerin aldıkları inisiyatife tabi olmaları gerekir.
Belki bu sayede “ne yani siyasetten emekli mi olacağız ” diye düşünmek yerine, büyük toplumsal kalkışmaların küçük rollerinin de bir devrimciyi mutlu edebileceğini öğrenebilirler. Aksi durumda küçük dünyaların “büyük” siyasetçileri olmaya devam ederler.