Geçmiş, sıfır noktası ve aşk...

Psikologların obsesif-kompulsif bozukluk olarak tanımladığı "aşk", mantıklı düşünüldüğünde hakikaten pek öyle normal bir durum değil. Midede gastrit, kalpte taşikardi yapan bu his insanı tamamen ele geçirirse bünyeye zararlıdır. Öteden beri üzerine en çok kafa yorulan, spekülasyon yapılan konulardan biri olsa da matematikten sonra kafamın almadığı şey ne yazık ki. Yine de sormadan duramıyorum. "Mutlu aşk yoktur." dizesini düzen Aragon'a inat Mecnun gibi aynadaki suretinde dahi Leyla'sını görenler var mı hayatta? Gerçi modern psikiyatriye göre Mecnun'un hâli hezeyanlı, sanrılı bir obsesyondur ve bu durum hastayı psikoza sokar. Mecnun, toplumun öngördüğü bireysel iradesini yitirmekte, Leyla'ya kavuşma takıntısını durdurulamaz bir itki haline getirmekte, toplumsal kuralların dışına düştüğü için de deliliği istemsizce benimsemektedir.

Neval El Seddavi'nin "Mısırlı kadınlarda nevroz" konusunu araştırmak için gittiği Kanatır Cezaevi'nde tanıştığı, cinayetten idam hükmü giymiş, hayata ve aşka aşık Mısırlı fahişe Firdevs'in yaşamını anlattığı biyografik roman "Sıfır Noktasındaki Kadın"da; Müslüman bir ülkede, ataerkil iktidarın gölgesinde kadın olmanın, insan olmanın ne anlama geldiğini okurken 'Toplum, bireyi suça nasıl iter?' sorusunun cevabını buluyor, kadını salt cinsel bir obje olarak gören toplumu Firdevs'in toptan reddedişini görüyoruz. Zira Firdevs'in sıfır noktasında olması kaybedecek bir şeyinin kalmamasını değil, hayatı ve aşkı anlamlandırmasını vurgulamaktadır. "Aşık olunca bedenimi, ruhumu, aklımı ve tüm çabamı düşünmeden verdim. Sahip olduğum her şeyi verdim, kendimi tümüyle bırakıp bütün silahlarımdan, tüm savunmalarımdan arınarak çırılçıplak kaldım.(...) Tek bir şey dışında hiçbir şey istememiştim, hiçbir şey: aşkın korumasına sığınmak." diye feryat eden Firdevs, aşkın sığınak olmadığını anlayıp son kertede sıfır noktasını bularak eksilerdeki kadından daha iyi durumda olduğunu hissettiriyor.

KÜNYE: Sıfır Noktasındaki Kadın, Neval El Seddavi, Çev: Selma Demiröz, Metis Kitap, 2015, 112
sayfa.

Oktay Rıfat, Edip Cansever ve Turgut Uyar'dan alıntılanan dizelerle üç bölüme ayrılmış, ortak teması “geçmişle hesaplaşma” olarak görülebilecek, "Gün Ortasında Arzu" adı altında birleşmiş Behçet Çelik'in on sekiz öyküsünde ise sakin tabiatlı, kendiyle hesabı hiç bitmeyen kahramanlarla tanışıyoruz. Bu kahramanlar bazen gün ortasında bir kaldırım taşında oturuyor, bazen bir asma katta etrafını seyrederken hayatının sıfır noktasına ulaşmaya çalışıyor, bazen de yabancı bir mutfakta yemek pişiriyor. Geçmiş zamanın etkisiyle bugünü yaşayan kahramanlar geçmişle yapılan hesapların tam olarak kapanamayacağını vurguluyor. Geçmişte aynı ideallerin peşinde koşup yolları ayrılan insanlar yıllar sonra karşılaştığında ne hisseder? Büyük bir aşk yaşamış kadın ile erkek yıllar sonra birbirlerini gördüklerinde ne yapar, ne konuşur? Suskun, kabuğuna çekilmiş, kendini dış dünyaya kapatan erkekleri anlamaya çalışırken, "Yeniden başlamak dünyanın en zor işi. Sıfır noktasını bulacaksın. Mutlak bir hafıza kaybı gerek." diyen kahramanın belki de geçmişte asla dile getiremediği kırgınlıklarını bugün bile aynı acıyla hissettiğini fark ediyoruz.

KÜNYE: Gün Ortasında Arzu, Behçet Çelik, İletişim Yayınevi, 2019, 131 sayfa.

Geçmiş, sıfır noktası ve aşk... İnsan düşünürken yoruluyor, kendini fazlasıyla hırpalıyor. Aşk, insanı savunmasız bırakır. Kişinin incinmemek için oluşturduğu savunma mekanizmaları, ördüğü çelikten zırh puf diye yok oluverir. Neden? Çünkü aşığın kendine benzettiği, hormonel olarak da bedeninde belirgin değişimlere neden olan aşk nesnesi bir gün bir şey yapar. Basit görünen bir şey. Gülümser, sarılır, öper ve sonra hayat değişir. Aşk, tuhaf bir şeydir. Böyle harika bir şey nasıl büyük acılar getirebilir? Peki, mutlu aşktan kasıt nedir? Kalpte yara açmayan, iz bırakmayan, tek malzemesi mutlak mutluluk olan aşk var olabilir mi? Varlığını zamanla sevgiye emanet edebilir mi? En iyisi fazla irdelememek galiba. Zira yanlış düşünebilir, yanlış anlayabilir, yanlış yapabilir ama yanlış hissedemezsiniz.