İnsomnia; uykunun kalite ve miktarının yetersiz olması olarak tanımlanmakta. Uyku için yeterli zamanınız ve fırsatınız olsa da, uykuya başlamada, süresinde ve bütünlüğünde yineleyici zorluklar yaşanması ve bunların günlük işlerinizde yavaş yavaş ve aniden bozulmaya yol açması ile sonuçlanmakta. Bir süre her şey yolunda gibidir aslında. Daha çok vaktiniz vardır okumak, yazmak, yaratmak, düşünmek için. Fakat insomnia içinde depresyonu barındırır. Aklınız gereğinden fazla çalışabilir ve kontrol edemeyeceğiniz durumlar üzerinde fazla düşünmeye başlayabilirsiniz.
Bunlarla birlikte yetersiz ve dengesiz uyku sebebiyle gün içindeki aktivitelerinizde düşüş yaşayabilirsiniz. Örneğin; dışarı çıkarken eşofmanınızı tersinden giyebilir, manava domates almak için gitmişken kabak alıp dönebilirsiniz. İnsomnia sorunu olan insanların genelde şikayeti şudur: 'Çok fazla düşünüyorum, ama o kadar hızlı düşünüyorum ki sonunda ne düşündüğümü bile hatırlayamıyorum.' Buna verilecek en basit yanıt 'O zaman bir şey düşünme," dir. Bu kez de insanın zihninde bir döngü oluşur. 'Sürekli bir şey düşünmemem gerektiğini düşünüyorum.' Bu sonsuz döngüden kurtulmanın tek yolu yaratıcılık gücünüzü devreye sokmanızdır. Böylelikle düşünce biçimlenir, ortaya yeni, somut ve benzersiz bir ürün çıkarmanın keyfini yaşarsınız.
Uykusuzluk çekmekle hiç uyumamak bambaşkadır elbette. Hiç uyumayan bir insan uykusuz geçirdiği sekizinci günde 'uyku mahrumiyeti psikozuna' girip otuz ikinci günde ise aklını tamamen yitirerek yaşama veda ediyor. Kanadalı yazar Adrian Barnes da kanserle savaştığı dönemde uykudan mahrum kalıyor, belki de insomnia yaşıyor ve hastalığının çizdiği pencereden hayata bakarken kanserle "Uyuyamayanlar" adlı romanında betimlediği kıyamet arasında benzerlikler kuruyor.
Arthur C. Clarke Ödülü finalisti olan "Uyuyamayanlar", insan denen kanser hücresine mikroskoptan bakarak nasıl bir gelecek yaratmamız gerektiğini vurguluyor. Bir sabah Vancouver halkı yeryüzündeki insanların çoğunluğu gibi hiç uyumadan güne başlar. Bir sonraki gün de aynı şey yaşanınca, insanların bir daha asla uyuyamayacağı, uykusuzluk mahrumiyeti psikozuna girip otuz ikinci günün sonunda akıllarını yitirmiş bir halde ölecekleri, ölmedilerse bile bedenlerinin bütünüyle iflas edeceği açıklanır. Vaktinin çoğunu evde geçiren, kız arkadaşı Tanya'nın aksine uyuyabilen, etimoloji üzerine Nod (İncil'de Kâbil'in cennetten kovulduğunda yollandığı toprakların adı) isimli bir kitap yazmakla uğraşan başkahramanımız Paul, yaşananları kaydetmeye başlar.
İnsanlar marketlere saldırır, her şey karaborsaya düşer, su ve elektrik kesilir, salgın hastalıklara tam bir davetiye çıkar. Pek de haz almadığı arkadaşı Charles kendine Mavi Amiral ismini takıp Nod'u yücelterek peygamber edasıyla uykusuzluğu yüceltmeye, uyuyanları öldürüp kanlarını içmeye davet eder tüm uyuyamayanları. Oysaki gerçekte ölümden korkmaktadırlar. "Uykuda hepimiz, her gün ölürüz. Neden bu gerçeğe daha sık dikkat çekilmez? Her gece uykuya daldığımızda sabahına uyanacağımızın hiçbir garantisi yoktur oysa. Her şekerleme, son potansiyeli taşır. E, madem her gece memnuniyetle hatta hevesle güvenip atıyorsak kendimizi, niye korkuyoruz ölümden?" (s.15)
İnsanlık ölüme koşar adım giderken, etrafındakileri talan etmeye, kendisine benzemeyenlerin hayatına kast etmeye devam ediyor. Barnes, insanların zihinsel çöküşü üzerinden bir distopya yaratsa da, 'Uyuyamayanların' 'Uykucu' olarak adlandırdıkları az sayıda insan arasında yer alan, konuşmaktan vazgeçmiş, 'Uyuyamayanların' avlayıp kanlarını içmeye kalkıştıkları yüzleri ışıltılı çocukların hayatta kalıp nasıl bir uygarlık kuracakları üzerine düşünmemizi istiyor. Bu yüzden geceye bir cümle bırakmak hepimizin ödevidir.
Künye: Uyuyamayanlar, Adrian Barnes, Çev: Algan Sezgintüredi, April Yayıncılık, 2017.