Geçelim bunları bir kalem!

Yavuz Bingöl'e kızarak geçti bu hafta.... Üstüne çok bizden olmasa da Alev Alatlı ve Aksaray'a saçtığı entel incilere... Bence çok abartıyoruz. Özellikle de Yavuz meselesinde... Daha önce de tongaya bastık; ve uslanmıyoruz bu kültür-sanat zevatına fazla önem verme hastalığımızdan. Acaba hiç düşündük mü; sol dönekleri en çok hangi alandan çıkarıyor. Ben söyleyeyim hemen: entelektüel, kültür ve sanat erbabından tabii. Politikadan uzaklığı her zaman kültürel alan ile ikame etmek de bu alanı abartmanın tarihi nedenlerinden. Aman hemen itiraz gelecek eminim. Kültür-sanat önemlidir; zenginliğimizdir falan... Buna ben de inanıyorum; ama biraz bu alanın şahıslardan bağımsız “kaypak” doğasını da düşünmeliyiz derim... Zaten benim de bugün yazmak istediğim mevzuu tam da bu!

Öncelikle şuradan başlayayım: Sol-sosyalist düşünce, kültür-sanat üretimi için muhteşem bir dünya oluşturuyor. Yaratıcılıktan, ütopyaya ve de özgürlüğe kadar koca bir potansiyeli buradan billurlaştırabiliyor. AKP'nin sürekli yakındığı gibi (uzun dönemde almayı düşündüğü) sosyalistlerin bu alanda tartışmasız bir üstünlüğü var. Muhafazakar düşüncenin bu alanda hiçbir zaman yakayamayacağı bir mesafe var. Birçokları için medya-kültür ve sanat alanlarında kariyer yapmanın ilk halkasını sol-sosyalist ilişkiler oluşturuyor. Profesyonelliğe giden yolda zorunlu duraklardan biri oluyor. Bu Yavuz için de geçerli, isimlerini saymaya lüzum olmayan onlarca kişi için de... Malesef acı ama gerçek! Buna şaşmamak gerekiyor. Yavuz Bingöl Tekel işçileri için de söyleyebilir, Nuri Bilge Ceylan'ın filminde de oynayabilir; sonucu gücün hangi tarafına geçtiği belirliyor oysa. Biz ise sadece İzmir'de olduğu gibi sokaktan ismini çıkarabiliyoruz. Bence abartmamak gerekiyor.

Gelelim hırçın madam Alev Alatlı'ya.... Kendini daha çok Manheim ve Popper'e referansla, “yüzer-gezer” aydın olarak tanımlayan bir şahıstı. Dolayısıyla yemlendiği alanı da aydın sosyolojisi ve eleştirisi yaparak kurmaya çalıştı. Burada karşısındaki en büyük engel, zehir “Aydın Üzerine Tezler”iyle Yalçın Küçük duruyordu. İlk hedefi de hoca oldu. “Aydın Despotizmi” kitabıyla, 1980 sonrasını hallaç pamuğu gibi atan Küçük üzerinden sinik bir polemikçi kimliği biçiverdi kendine... Medyada bir karşılık bulmaya ve hocayla düello yapmaya çalıştı ekranlardan... Hırçınlık en büyük kozlarından biriydi... Ama hocanın hırçınlığı karşısında tuzbuz oluvermişti...

Sonra büyük maymuncuk Beyaz Türklük kavramına sarılıverdi.... Nasıl olsa o yıllarda her kapıyı açıyordu. Ufuk Güldemir'in bulduğu ama Ertuğrul Özkök'ün dönemi ve kendini kutsamak için yaygınlaştırdığı bir kavramdı. Hem olumlu hem de olumsuz anlamıyla çift taraflı kullanılabiliyor; sınıfsal olan her şeyi kolayca kimliğe tahvil edebiliyordu.

Alatlı boş durur mu? “Orda kimse var mı?” üst başlığıyla bir roman dizisi kaleme alıverdi. Kendince Osmanlı'dan cumhuriyete saraydan, bürokrasiye uzanan, bir konaklı olarak kendisininde yakından duyduğu bir soyağacına neşter vurmak istiyordu. Dizinin 5. kitabı “Beyaz Türkler Küstüler” romanını yayınladı geçtiğimiz yıllarda. Arka kapak yazısını alıntılamak yeterince bilgi verici olacaktır sanırım. Şöyle yazıyordu:”Beyaz Türkler Küstüler'in başkişilerinden Mehmet Sedes, efsanevi Günay Rodoplu'nun trajik hikâyesini anlatan kişi, 70'li yılların TİP kökenli militanı. İkinci eşi Meral, aynı yılların THKP-C militanı; anneleri Mübeccel Atiye, '40'lı yıllardan, Behice Boran, Niyazi Berkes, Muzaffer Şerif Başoğlu'nun DTCF'den arkadaşı. Amiral bir eş, Prof. Ayhan Songar, Prof. Recep Doksat'la içli dışlı bir muhit; Mübeccel Atiye hocanın temsil ettiği "orijinal beyaz Türk" 1940'lı yılların "laik-hümanist" eğitiminin şekillendirdiği Nişantaşı-Ayvalık tipolojisi. Hasan Âli'nin, Yakup Kadri'nin idealleri uyarınca "insan zekâsının aslı Yunan'dadır" şiarı doğrultusunda, tüm enerjilerini "çağdaşlaşma" dedikleri ve fakat aslında Batı medeniyetine Yunan-Roma bacağından duhul etme çabasıyla beraber yasalarla vicdanları arasında kalıp bizar olan yurdum insanları ve onların günümüzdeki uzantıları...”

Alatlı, dönemin hakim eğilimini değerlendiriyor, hemen her şeyi aynı torbaya sokarak cumhuriyet, sol ve Kemalizm eleştirisi yapıyordu. Tam da AKP'nin 13 yıldır, sol-liberalleri kendine eklemleyerek yapmaya çalıştığı Taraf'lı hegemonya içinden konuşuyordu. Despot, jakoben, beyaz Türk ve boğazda viski içen solcular.... Gerisini düşünün siz artık. Alatlı sonra ortadan kayboldu bir süre... Yandaş basın forumlarında “bağımsız” ve aykırı yazılarla görünüyordu arada.... Ürgüp-Göreme'ye bir meslek yüksek okuluna çekilmiş, Batı kaynaklarını, klasiklerini çevirmeye vermişti kendini....

Şimdi anladınız mı? Tam zamanında orta çıktı ve Aksaray'dan ödülü kapıverdi...

Eee... Beklemek gerekiyor bazen!