Fotoğraftaki muhalefeti bulunuz ve “Kullanışlı sol

Farkında değildik ama emperyalizmin tüm dünyanın başına bela ettiği radikal İslamcılar, Paris’te “Dizlerimin üzerinde yaşamaktansa dimdik ölmeyi tercih ederim” sözüyle andığımız Stéphane Charbonnier ile diğer cesur karikatürist arkadaşlarını katletmeye hazırlık yapıyordu ve aynı günlerde “Türkiyeli” “özgürlükçüler”, fotoğraftaki çarşaflı annenin topyekün kapatılma özgürlüğüne gık çıkarılmaması kampanyasındaydı. Kampanyanın kendisi, Türkiye’de “muhalefetin” durumunu özetleyecek türdendi. Ben bu daha büyük fotoğrafa bakmayı öneriyorum ve “fotoğraftaki muhalefeti bulunuz” diyorum. İttifak önerilerinin havalarda uçuştuğu bu günlerde hiç yorulmadan, tekrar ve ciddiyetle bu sorgulamayı yapmak gerekiyor.

İslam’ı getirenler

Barış Atay’ın pek haklı twitter yorumu kadar fırtınalar koparamasa da çarşaflı anne fotoğrafı, Yeni Türkiye’nin kadınlar için nasıl bir zifiri karanlık anlamına geldiği açısından, gene son derece yerinde olarak, ele alındı. Ancak elbette, bu fotoğraf, yalnızca kadın için değil, emekçilerinden gelecek kuşaklarına tüm bir toplum için hazırlanan ve adım adım yerleştirilen zifiri karanlığın fotoğrafıdır ve nasıl tek “mağdur” kadın değilse, bu karanlığı getiren de tek başına AKP değildir. Çarşaflı anne fotoğrafının öncüllerini mi arıyorsunuz, Baykal’ın çarşaflı kadınlara rozet takma fotoğrafından, onca senelik mücadelesi içinde laik yapısını korumuş Kürt siyasetinin İslam Kongreleri fotoğraflarına uzanabiliyoruz.

Adı her nasılsa “sol” kalmış hatırı sayılır bir kesimin, AKP’nin önünde neredeyse hiçbir önemli engelle karşılaşmayarak ilerlediği uzun yıllar boyunca, laiklik mücadelesini fazla “Kemalist” bulduğunu biliyoruz. Oysa AKP’nin karşı devrimi AKP’den önce yarı yarıya yapılmıştı. 12 Eylül, İslam’ın Altın Çağı’nı getirdi, ancak bundan çok öncesine gidebiliyoruz. Türkiye egemenlerinin ve sermayesinin Amerikan kampına yamanmak için, Türkiye’de varolmayan boyutlarda bir komünizm tehlikesi ve gene varolmayan Sovyet tehditleri icat edip, NATO’ya girebilmek için Kore’de Amerikan askerliğine soyunduğu yıllar, CHP’nin zorunlu din dersleri ile imam-hatipleri getirdiği yıllar oldu; bugün Kılıçdaroğlu’nun “imam hatipleri biz getirdik” övünmesi budur.

İslamizasyon Kemalistler’in icadı ve sosyalistlerin kırmızı çizgisidir. Adı “sol” kalmış, hızla erimekte olsa da hâlâ hatırı sayılır bir kesimin beğenmediği laikçi teyzeler, bu tavırlarında Kemalizm’den ziyade sosyalizme yakındır. Demek bir kısım “sol”un sosyalizmden uzaklaştığı ve bir kısım Kemalist’in sosyalizme yaklaştığı bir dönemden geçtik ve geçiyoruz.

Ara ki bulasın

Ama öykümüz bu değil; fotoğraftaki muhalefeti arıyoruz. Doğrusu, “AKP’nin başarısı”ndan ziyade, yetersiz ve kifayetsiz bir “muhalefet” bile değil, çarşaflı anne fotoğrafına giden yolu kâh koruyan ve kâh ören bir toplam görüyoruz. Karşımızdaki manzara şudur: Kamuda türban’ın “dört partinin uzlaşmasıyla” getirildiği bir meclis; altı okunu nereye saklayacağını bilemeyen, “cemaat kadrolaşması vardır diyemem”ci, ve nihayet “yetmez ama Ekmeleddin”ci bir “kurucu parti”; “darbe karşıtlığı” ve hafiyeliğinde CHP ile yarışarak sonunda Gezi’de de “darbe” teşhisini getiren, Türkiye’nin geleceğini AKP ile “çözüm” masasında pazarlık aracı olarak kullanma cüretinde bir HDP; 12 Eylül’de İslamizasyon’un Altın Çağ’ını başlatmakla kalmayıp, AKP ile ilişkilerinin “şiir gibi” olduğunu açıklamakta beis görmeyen bir yüksek komutanlar ordusu; eninde sonunda CHP’nin Ekmeleddin trenine binen ve Paris’te laikliğin kana bulandığı günde “peygambere saygı” hatırlayan bir İP yönetimi...

Ancak beterin beteri var: AKP’nin ve tüm bu “muhalefet” toplamının, birleşerek de olsa yapamayacağı, yapmaya cesaret edemeyeceği işlere meşruiyet kazandırmanın hem oyuncağı hem de körükleyicisi olan bir avuç “kullanışlı sol” var. Eriyorlar, evet, ancak taşıyıcısı olarak seçildikleri argümanların yaktığı yerin kendilerinden büyük olduğunu kabul etmek gerekiyor.

‘Madde’ hesap soruyor

12 Eylül 1980 darbesinin en acıtan hikayelerinden biriydi, darbeden hemen sonra, ilk haftalarda, kimi solcu aydınlar polise kitaplarıyla yakalanmamak için kitaplarını kendi elleriyle yaktılar. Kitap yakmak faşizmin pratiğiydi; en acıklı şekilde, üzerlerine aldılar. Ancak kitap yakmak bir başlangıç, doğrusu, bir uğraktı; ilerleyen yıllarda sosyalizmin en temel direnç noktalarını, en has argümanlarını, AKP’nin yolunu açacak şekilde, ardı ardına yakmaya başladılar. Materyalizm ve cumhuriyet kavgası bu ülkenin, kendilerine hâlâ solcu diyen kimi kesimlerine “Kemalist” geldi. “Türkiye laiktir, laik kalacak” sözünden AKP’den çok rahatsız oldular, ve şimdi “madde” hesap soruyor. Tekeller dini “gökten” yere indirdi, bunu yapabilmek için Cumhuriyet’in kalan kurumlarını da birer birer yıktı ve emekçinin “hakkı” yerine, soldan nefreti ibadet sayan bir “Hakk” getirdi. Kullanışlı “sol”, işte bu ölüm kalım mücadelesinde göstermediği tepkiyi Barış Atay’ın tweet’ine gösterendir.

Cumhuriyet’in kalan kurumları yıkılırken; Amerikan CIA şefleri birer birer, Türkiye’deki dönüşüm ancak “ordunun kafeslenmesiyle” mümkün oldu, açıklamaları yaparken; bu kullanışlı “sol”, “vesayet”, “sonuna kadar gidilsin” ya da “benim kavgam değil” diyendi. Peki kimin kavgasıydı ve kimin kavgası? Askerlerini AKP-C mahkemelerine teslim eden yüksek komutanların mı? Aman sesimiz çıkmasın, AKP’ye mağduriyet kozu veririz’cilerin mi? Fotoğraftaki çarşaflı annenin mi? “İş cinayetlerine tedbir Allah’a güveni sarsar” düzeninin yüzer yüzer ölen emekçilerinin mi? Sorunun bugün dahi yanıtlanmamış olarak durduğunu eklemek gerekiyor. Kullanışlı “sol”, kitaplarını da geçip sosyalizmin tüm düşünsel silahlarını yakan, cumhuriyet savaşımının, tam da geldiği nokta itibarı ile, artık hiçbir zaman varolan kurumları varoldukları haliyle savunmak olamayacağını ve ancak ve ancak mücadelenin, dönüştürücü gücü bulunduğunu göremeyendir.

Devam edelim mi, kullanışlı “sol”, laiklik mücadelesini “kimlik” mücadelesi ve Amerikancı, AKP’ci Kürt projelerini seslendirenleri “anlayışla” karşılamanın “sınıf” mücadelesi olduğunu söyleyendir. Çizdiğimiz tipolojinin liberallerle ne farkı mı var, yoktur. Ancak ne yazık ki bu, kullanışlı “sol” argümanların, yer yer sosyalist camiaya sızmasını engellemiyor. Bir başka yeni icat ise, muhafazakar mahalle baskısı altında ezilmiş ev kadınları misali, “o ne der”, “bu ne der”cilik oluyor; “aman ulusalcı derler, aman laikçi derler, aman ırkçı derler” ve desinler, bizler gücümüzü madde’den alıyoruz. Sorumluluğumuz da bir avuç kullanışlıya değil, maddeye ve sınıf’adır.

Sınır

Şu anda Türkiye’deki büyük mücadelenin iki düşman kampı arasındaki sınır, öncelikle laikliği, cumhuriyetçiliği savunmaktan ve Amerikancı Kürt projelerinin karşısında durmaktan geçmektedir. CHP ile HDP’nin mevcut yönetimlerinin bu sınırın hangi tarafında durdukları açıktır. Hafta içinde, CHP-HDP-sol ittifakı önerisi ile birlikte, CHP’nin sosyalist liderlere mecliste yer açma teklifi bulunduğunu da öğrendik. Kendi içindeki cumhuriyetçilere bile tahammül edemeyen bir CHP’nin çağrısında bu sosyalist liderlerden beklenen nedir; bir son soru oluyor. Fotoğraf budur, ve içinde saklı mantığı bulunuz.