Mae Keane, 1 Mart 2014 tarihinde 107 yaşında öldü. Yaşamı çok sağlıklı geçmemiş, kırkına gelmeden tüm dişleri dökülmüş, migrenden her zaman şikayet etmiş, kolon ve meme kanseri de geçirmiş ve hiç çocuk sahibi olmamış (belki de olamamış) bir emekçiydi. Ama bu kadar yıl yaşadığı için şanslıydı çünkü arkadaşlarının büyük bir kısmı daha otuzlarındayken, çene kemikleri erimiş, dişleri dökülmüş, tüm kemikleri sünger haline gelmiş ve farklı kanser türlerine yakalanmış bir şekilde ölmüşlerdi. Mae Keane'nin çalışma arkadaşlarından daha uzun yaşamasının sırrı fosforlu boyanın ağzında garip bir tat bırakması ve arkadaşlarının aksine bundan aşırı derecede rahatsız olmasıydı ve tabii ki bununla bağlantılı olarak verimsiz çalışması! Mae, ABD Radyum Şirketi'nde (U.S Radium Corp.) çalışıyordu, 1924'ün yazında 18 yaşındaydı, fosforlu boyanın verdiği rahatsızlıktan dolayı artık sekreter olarak çalışmayı kabul etmişti...
Amelia Maggia öldüğünde 25 yaşındaydı, o da ABD Radyum Şirketi'nde çalışmıştı. 1921'in sonlarına doğru aniden kilo kaybetmeye, eklemlerinde sızlamalar hissetmeye başladı, hareketleri yavaşladı kendisini yaşlı bir kadın gibi hissediyordu. Dişlerindeki sızı da dayanılmaz boyuttaydı ve bir yıl sonra dişçiye gittiğinde çekilen dişiyle birlikte çene kemiği de paramparça halde ağzından kopup gelmişti! Neredeyse bir kraker gibi kırılıyordu kemikleri, anemiye yakalandı, ağzından sürekli kan gelerek 1923 yılında acılar içinde yaşamını yitirdi. Ölüm belgesinde ülseratif mide iltihabı yazıyordu...
Grace Fryer, 1922'de dişlerini kaybetmeye başlamıştı. Rontgen çektirmiş ve çenek kemiğinin neredeyse sünger haline geldiği görülmekteydi. Kimse ne olduğunu tam olarak anlayamıyordu, Columbia Üniversitesi'nden Frederick Flynn ve arkadaşları sahneye çıktı, Grace'i uzun uzun muayene ettiler ve “hiç bir sorun yok” diye rapor verdiler. Flynn lisanslı bir doktor değildi, toksikolojistti ve ABD Radyum Şirketi için gizlice çalışmaktaydı. Çalışma arkadaşlarından birisi de aynı şirketin başkan yardımcılarından birisiydi...
Bu şirkette birşeyler döndüğü açıktı, ama Hiçbir avukat yardımcı olmuyor ve dava açılamıyordu. Şirket kadın işçilerin sorunlarının “firengi”den kaynaklandığını söylüyor, gayri ahlaki ilişkiler içine girdiklerini ima ederek neredeyse onları suçluyordu. Sonunda Grace, Katherine, Edna, Quinta ve Albina bir avukat buldular ve ABD işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatında dönüm noktası olacak değişikliklere neden olacak bir davayı açabildiler. Tarihe “Radyum Kızları” diye geçen bu kadınların hepsi 1930'ların ortalarında yaşamını yitirdi, ama arkalarında ciddi bir hukuk mücadelesi bıraktı ve kapitalizmin ne kadar kirli ve alçak olabileceğini gösterdi...
Fosforlu Saatler ve Radyumun Kısa Öyküsü
Açık Bilim internet sitesinde yine aynı başlığı taşıyan çok güzel bir yazı var oradan özetle alıyorum ve o yazıyı da okumanızı tavsiye ediyorum:
Radyum, 1898 yılında Marie Curie ve eşi Pierre Curie tarafından bulunan radyum elementin ismi, Latincede ışın anlamına gelen “radius” kelimesinden türetilmişti. Gecenin karanlığında soluk yeşil ışıldayan bu yeni element Curieleri büyülemişti. İçinde radyum bulunan cam kavanozları yatak başında gece lambası olarak kullanıyorlar, radyum dolu tüpleri çekmecelerinde tutuyor, ceplerinde taşıyorlardı.
Pierre Curie, parıldayan bu şişelerin ışık dışında havayı da elektriklediğini fark etti. İçinde bir elektrometre olan bir kutu imal etmişti ve bu kutuyu parıltılı tüplere yaklaştırdığında, elektrometreden zayıf bir elektrik akımı geçtiğini fark etti. Bu fenomene “radyoaktivite” adını verdiler.
Çoğu kimse, bu denli yüksek enerji içeren bir maddenin mutlaka müthiş güçleri olacağında hemfikirdi. Hatta Pierre Curie, koluna 10 saat boyunca bir parça radyum bağladıktan sonra kolunda yanık olduğunu fark edince bu maddenin mutlaka kansere iyi geleceğine kanaat getirmişti. Tüm Avrupa ve ardından Amerika’yı bir radyum çılgınlığı sardı. Pek çok firma, el birliği ile güzellik kremlerinden diş macunlarına, çukulatadan boğaz pastillerine kadar radyum içeren ürünler satmaya başladı. Bu firmaların iddiasına göre radyum siyatiğe, lumbagoya, gut hastalığına, romatizmaya, hipertansiyona, kansere, körlüğe…. kısaca aklınıza ne gelirse, tüm hastalıklara iyi geliyordu. Radyum içeren su damacanaları şifa niyetine evlere girdi, kaplıcalarda radyum tuzu kullanılmaya başladı (http://www.acikbilim.com/2014/12/dosyalar/radyum-kizlari.html)
Her derde deva Radyum(!) (acikbilim.com)
ABD Radyum Şirketi 1. Dünya Savaşında Alman bilim insanlarının bulduğu kendiliğinden ışıldayan fosforlu boyasını üreten ve saatlerde kullanan bir şirketti. Eğer radyum tuzu, çinko bileşiğiyle karıştırılırsa radyumun yaydığı partiküller çinko atomlarını titreştiriyor ve bu titreşim ortaya bir enerji çıkarıyor. Çıkan bu enerji sonucu zayıf titreşimli bir ışık ortaya çıkarken, bu soluk yeşilimsi parıtlı gün ışığında olmasa da gece karanlığında görülebiliyor. Bu özellikle hava bombardımanları veya cephede çarpışan ve saati öğrenmek için ışık yakmak zorunda kalmayan askerler için üretilen saatlerde kullanılmıştı. New Jersey'de kurulu bu fabrika ABD ordusuyla sözleşme imzalayıp çok büyük paralar kazanmıştı. Genellikle ergen veya genç işçi kızlar çalışır ve saat başına 5 cent alırlardı.
Her saatte 12 rakamın parlayan, fosforlu boyayla boyanması işi için kullanılan fırçaların ucunun sivri ve düzgün olması gerekiyordu. İşçi kızlar fırçayı dilleriyle hafifçe ıslatırlar ve sivriltirlerdi. Yaklaşık günde 200 saat boyayan bir genç kız, 2400 kez neredeyse fırçayı, biraz da alışkanlıkla, diline götürür ve boyanın içinde bulunan radyumu alırdı. Ergenlik dönemindeki genç kızlar ve genç kadın işçiler eğlenmek amacıyla bu boyayı makyaj yapar gibi de sürerler, gece yüzlerindeki parıltıya bakıp gülerlerdi.
1924 yılında bu fabrikada çalışan 9 kişi esrarengiz bir şekilde yaşamını yitirdi. Orange, New Jersey'deki bu fabrikada gerçekleşen ölümlerin Marie Curie'nin kendi çalışmaları için fon aradığı ve bunun için ABD'yi gezdiği, elinde de radyum taşıdığı, bunu gösterdiği günlerdi. 1917-1926 yılları arasında yaklaşık 4000 kadar kadın ABD Radyum Şirketi'nde çalıştı. 1927 yılına gelindiğinde 50'den fazla genç kadın işçi ölmüştü. İşin ilginç yanı, ABD'deki fabrikada çalışan kadınların aksine, bu fosforlu boyayı bulan Almanya'da bundan çok az kadın etkilenmişti, çünkü Alman işçi kadınları bu fosforlu boyayı dillerine sürüp sivriltmiyordu, kullandıkları fırçalarda buna gerek yoktu (Proctor, 2012)!
Harvard Üniversitesi'nden bir grup araştırmacı konuyla ilgili çalıştı ve fabrika koşullarıyla ölümler arasında bağ kurdular. Öte yandan bu bilim insanarı radyumu suçlu ilan etme konusunda son derece tereddüt içindeydi ve bunu yapmadılar. New Jersey Tüketici Birliği'nden bir grup araştırmacı ise, bu yeni, ilginç ve korkunç meslek hastalığı konusunda çalıştı, bulgularını yayınladı. Örneğin Martland, 1925 yılında tüm bulguları Journal of the American Medical Association dergisinde yayınlamıştı (Martland ve diğ., 1925).
Radyum Kızlarının Hukuk Mücadelesi ve Şirket Ahlaksızlığı
Bulguların yayınlanmasının ardından ciddi bir hukuk mücadelesi başladı. Daha önce fabrikada çalışmış, ciddi şekilde hasta olan ve basın tarafından “Radyum Kızları” ismi takılmış olan beş genç kız (Grace Fryer, Quinta McDonald, Albina Larice , Edna Husman ve Katherine Schaub) Waterbury fabrikasını dava ettiler. Kısa bir süre sonra davaya hastalanmış başka eski çalışanlar da katıldı. Davacılar, kişi başına 250.000 dolar tazminat talep ediyorlardı. Ancak fabrikanın arkasındaki politik ve maddi destek çok güçlü idi ve dava uzadıkça uzuyordu. Dava sürerken Quinta’nın iki kalça kemiği de kırıldı, Albina tamamen yatalak hale geldi. Edna artık neredeyse yürüyemez hale gelmişti ve fabrikada çalışmayı bırakalı yıllar olmasına rağmen geceleri hala saçları parıldıyordu. Çene kemiği kopmuş olan Katherine, avukatına “Eğer 250.000 doları kazanırsam cenazeme bir sürü gül alabilirim değil mi?” diye soruyordu.
Radyum kızlarının sürmekte olan mahkemeye gelme şanslarının olduğu tarih Ocak 1928'di. Hiçbiri yemin etmek için kollarını kaldıramıyordu ve ikisi de yatalaktı. Grace yürüyemiyor, arkasında bir destek olmadan oturamıyordu. Yeminlerinin ardından dava bir 5 ay daha ertelendi, çünkü ABD Radyum Şirketi "ciddi" kanıtlar sunuyor, hukuk sisteminin her türlü ayrıntısıyla mücadele ediyor ve sürekli davayı uzatıyordu. Bir sonraki duruşmada bir doktorun kızların bir yıl içinde radyum zehirlenmesinden ölebileceğini söylemesine karşın, şirket yargıcı bir kez daha ertelemeye ikna etti, gerekçeleri ise bilirkişilerinin halen çalışmakta olduğu ve bunun aylar sürebileceğiydi! Sonunda 5 kadın işçinin vücutları öyle bir deforme olmuştu ki, davanın kadın işçiler ölmeden bitmeyeceğine kanaat getirildi ve mahkeme dışı yolla çözüme (arabuluculuk) karar verildi. Kadın işçiler istediklerini alamayacaklardı, ama en azından mahkeme çilesi bitecekti. Bölge yargıcı William Clark arabulucu olarak atandı ve acı dolu üç yıl içinde şirkette çalışan genç kızlardan 13 tanesi radyum zehirlemesine bağlı çeşitli nedenlerle hayatını kaybetti. 1928 sonbaharında, ABD Radyum şirketinin her bir davalıya 10.000 dolar tazminat ödemesine, ölene kadar da 600 dolar aylık bağlamasına ve tüm tıbbi bakım ücretlerini de üstlenmesine karar verildi. İlaveten, radyum boyası kullanımına ilişkin ciddi düzenlemeler getirildi. Undark boyası ise 1960 yılına kadar saatlerde kullanılmaya devam edecekti.
İşyerlerinde koşulların değiştirilmesi ve işçi sağlığı/iş güvenliği mevzuatı için Radyum Kızları'nın ölmesi gerekmişti. Bu olay tek değildir, sayısız örneği vardır, kurşunlu benzin konulu yazımda da bunlardan söz etmiştim (http://ilerihaber.org/yazarlar/emre-gurcanli/benzinim-super-olsun/565/). Şunu defalarca söylemek gerek; işçi sınıfı işçi sağlığı/iş güvenliği bilimi için neredeyse kobay olagelmiştir ve olmaya devam etmektedir. Bu alan kitlesel olarak insan deneylerinin yapıldığı bir alandır ve buna karşın sermaye sahipleri nedense herhangi bir maddenin veya prosesin zararlı olduğu konusunda çok ama çok zor ikna olmaktadır.
Peki bu dava kapandıktan ve şirkete de pek fazla zarar vermedikten sonra, şirketin tutumu ne olacaktı? Açık açık yanlış bir şey yapmadıklarını, kamuoyunun kendilerine karşı yönlendirildiğini ve adil bir yargılamayla karşı karşıya kalmadıklarını söylediler. Daha da ileri giden ABD Radyum Şirketi Başkanı Clarence Lee mağduriyet edebiyatı yapıp şunları söyleyecekti:
Maalesef fiziksel olarak sanayinin diğer dallarında istihdam edilemeyecek kadar uygunsuz olan çok ama çok sayıda insana iş verdik. Kötürümler ve benzer şekilde engelli kişiler işe alındı. Ne ki, bir nezaket fiili olarak nitelendirilebilecek davranışımız bize karşı döndü.
(http://www.todayifoundout.com/index.php/2014/06/five-women-caled-radium-girls-improved-factory-working-conditions/)
Sermayenin İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Politikaları Sınıf Mücadelesinden Bağımsız Düşünülemez
ABD'de işçi sağlığı ve iş güvenliğine dair düzenlemeleri izlediğinizde, sınıf mücadelesinin neredeyse birebir yansımasını görebilirsiniz. Öte yandan bu mücadeleler hukuk alanında da kendisini göstermiş, mahkemeler işçiler lehine kararlar alana kadar ve mevzuat insancıl hale gelene kadar binlerce işçi yaşamını yitirmiştir. Bir ülkede yasak olan maddenin (örneğin asbest) başka bir ülkede serbestçe kullanılıyor olması bilimsel gelişkinlik düzeyiyle değil, o ülkedeki sınıf mücadelesinin düzeyiyle ancak açıklanabilir. İçinde radyum içeren, fosforlu, parlayan boyaların ölüm ve hastalık getirmesinin tarihi de bu şekilde olmuştur:
"Fransız C. Sauria, 1830’da kibritin kimyasal karışımına “beyaz fosfor” katarak kolay yanan ve kokmayan kibriti yaptı. Bu tür kibritler sert bir yüzeye sürtülünce yanar. Kibritler kazara alev alarak yangınlara neden oluyordu. Kolay yanmayı beyaz fosfor sağlıyordu. Beyaz fosfor “fosfor çenesi” denilen tehlikeli bir kemik hastalığına neden olur. İngiltere’de, beyaz fosforlu kibrit üretiminde kadın ve çocuk işçi kullanılırdı. Günde 14 saat çalışan işçilerin ücreti düşüktü. Yemeklerini bile çalışırken yerler, en küçük hatada maaşlarından ceza kesilirdi. Bu işçi çocuklarda kemik hastalıkları görülmeye başladı. Beyaz fosforun zehirli olduğu duyuldu. B.M. kibrit fabrikasında 1888’de bir kız işten atılınca gerilim arttı. A. Besant adlı aktivist kadın yazar, kibrit fabrikasını hedef alan “Londra’da Beyaz Kölelik” başlıklı bir yazı yayınladı. Talepleri göz ardı edilen işçiler grev yaptı ve 1400 kadın iş bıraktı. Bernard Shaw ve arkadaşları, işçiler için yardım kampanyası başlattı. Yönetim, cezaları kaldırdı ve işçilerin fosfor bulaşmamış bir salonda yemek yemelerini sağladı. Bu olay, literatüre “Kibritçi Kızlar Grevi” olarak geçti (Akbulut, U, 2009).
Kibrit yapımında kullanılan beyaz fosfor 1872 yılında Finlandiya'da, 1874'te Danimarka'da, 1901'de ise Hollanda'da yasaklanırken, Bern Konvansiyonu fosforun Fransa, İtalya, Lüksemburg, İsviçre ve Almanya'da kullanımına son verdi. 1895'te Belçika'da, 1898'de İngiltere'de, 1903'te Hollanda'da ve çok daha sonrasında 1921 Prusya ve 1942'de Fransa'da fabrika teftişleri ve işçilerin sağlık kontorlare başladı. Bu ülkelerde işyerlerindeki güvenlik ve sağlık koşulları ciddi bir şekilde düzeldi (Heyman, 2003).
20. yüzyılın başlarında İngiltere ve Almanya'dan sonra, belki de aynı düzeyde endüstriyel gelişim düzeyinde bulunan ABD'de, doğal olarak çalışan işçilerin büyük bir kısmını göçmenler oluşturuyordu. İnanılmaz hızlı büyüyen ülkede, işçi sınıfı da büyümekle birlikte sınıf mücadeleleri Avrupa'nın gerisinden geliyordu. Avrupa'da daha öncesinde gözlemlenen ve belli düzeylerde önlemler alınan kurşun, fosfor gibi madde kaynaklı zehirlenmeler ve madenler, dökümhaneler, atölyelerde kullanılan ve/veya ortaya çıkan zehirli maddeler işçi sınıfına. bu yüzyılın başlarında ciddi hasarlar vermeye başladı. Dolayısıyla 1930'lara gelindiğinde uzun dönemli bu hasarların kitlesel ölçekte ortaya çıktığı bir dönemle karşılaşıldı ve ABD işçi sınıfı için bu meslek hastalıkları en önemli başlıklardan birisi haline geldi. Halbuki bu maddelerin büyük bir kısmı ya yasaklanmış ya da kısıtlanmıştı. İşçi sınıfı mücadelelerinin gecikmişliği ve ABD topraklarında sermaye sınıfının açgözlülüğü ile büyüyen ve coğrafi olarak da yayılan ABD kapitalizmi, 2. Dünya Savaşı öncesinde büyük bir enkaz bırakacaktı işçi sınıfı içinde. Konumuz olan fosforlu boyalar ve radyum da çene nekrozu da başta olmak üzere sayısız ölüme ve hastalığa yol açmıştır.
Çene Nekrozlu Bir Hasta
Sermayedarların taktikleri…
Gerek “iş kazaları”nda gerekse de meslek hastalıklarında, bunların fark edilmesi, çalışılan işle uygun illiyet bağı kurulması konusunda nedense sermaye sınıfını ikna etmek pek mümkün olmuyor. Barnetson (2010) da şunu vurguluyor: “yaralanmalarda olduğu gibi hangi iş ve maddenin tehlikeli olarak sayılacağı konusunda işverenler, işçiler ve devlet sık sık yarış içindedir”. Evet, sanki birbirimizi ikna etmek zorundayız gibi bir mücadele ve ikna süreci vardır ve bu süreçte sürekli işçiler ölmekte ve her defasında da ya sözkonusu iş veya madde yasaklanmakta ya da maruziyet limitleri aşağıya çekilmektedir. E kardeşim baştan yasaklasak ya şunu dediğinizi duyar gibiyim; evet baştan sömürüyü yasaklayalım olsun bitsin demek gibi bir şey aslında… Ekonomi-politik boyutunu görmeden, bütünsel bakmadan bir adım dahi ilerlemek mümkün değildir…
Angela Nugent da makalesinde fosforlu saat işinde çalışan işçilerin mücadelelerinin ve yaşadıklarının izini sürmektedir ve her defasında, kurşun zehirlenmelerinde olduğu gibi, asbest konusunda olduğu gibi, GDO’lu besin araştırmalarında olduğu gibi sermaye sınıfının doğal davranış kalıpları kendisini burada da gösterir. Sunulan her şey tartışmalıdır, sermayedar her defasında yeni araştırmalar yapılmasını talep eder, yöntemleri eleştirir, itiraz eder, çalışmaların sonuçlarının yayınlanmasını engellemeye çalışır, devlet organlarının bulgularını farklı ve yanlış bir şekilde lanse eder, riskin olmadığını gösteren çok daha "itaatkâr" araştırmacılar bulur onlara para akıtır ve sonunda genç kadınların ölümlerinin karanlıkta parlayan saatlerin üretiminde kabul edilebilir bir maliyet olduğunu iddia eder! Ve nihayetinde bu tehlikeli koşulları kabul etmeye zorlanır. Ama işyerindeki tehlikeleri ortadan kaldırmak yerine, işçilerini daha fazla korumak için saatlerin yapım yolunu değiştirmeyi tercih eder. (Nugent'ten aktaran, Barnetson, 2010; 52). Örnek olsun, Doll ve Peta'nın 1981 yılında yayınlanan makalesi hepimizce bilinmelidir. Bu makalede, mesleki kanserlerin tüm kanserler içinde yüzde 5’ten daha az yer tuttuğu ve ABD’deki kanserlerin yaşam biçiminden kaynaklandığını belirtilmekteydi ve bu değerlendirmeyi, uluslararası bilim çevreleri ve kamu sağlığı alanında görevli politik yetkililer, uzun bir süre referans olarak aldılar. Doll ve Peta’nın ortak makalesi dünyanın dört bir yanında kamu sağlığı el kitaplarına referans olarak gösterildi, gösterilmeye devam ediyor. “Sermaye bilimi”ne göre kanser engellenemiyorsa bunun sorumlusu; alışkanlıklarıyla, davranışlarıyla ve bilgisizliğiyle kişinin kendisidir! Dönüp dolaşır yine sağlık ve güvenliğin kişisel bir sorun olduğu noktasına geliriz.
Radyum kızlarının öyküsünde olduğu gibi işçi sınıfının kitlesel olarak kobay olduğu sayısız öykü vardır, bu bizim tarihimizdir ama geleceğimiz bu olmayacaktır…
Kaynaklar
Akbulut U., 2009. Kibritin Tesadüfen Keşfi Ve Kibritçi Kızlar, http://www.uralakbulut.com.tr/wp-content/uploads/2009/11/K%C4%B0BR%C4%B0T%C4%B0N-TESAD%C3%9CFEN-KE%C5%9EF%C4%B0-VE-K%C4%B0BR%C4%B0T%C3%87%C4%B0-KIZLA1.docMART2011.pdf
Doll R. ve Peta R. (1981). The causes of cancer: quantitative estimates of avoidable risks of cancer in the US. Today. Journal of the National Cancer Institute, 66; 1191-308
Heymann, J. (Ed.). (2003). Introduction: The Global Spread of Risk, Global inequalities at work: Work's impact on the health of individuals, families, and societies (p. 75). New York, NY: Oxford University Press.
Martland, H. S., Conlon, P., & Knef, J. P. (1925). Some unrecognized dangers in the use and handling of radioactive substances: with especial reference to the storage of insoluble products of radium and mesothorium in the reticulo-endothelial system. Journal of the American Medical Association, 85(23); 1769-1776.
Nugent, A (1989). “The Power to Define a New Disease: Epidemiological Politics and Radium Poisoning,” in Dying for a Living: Workers’ Safety and Health in Twentieth-Century America, eds. D. Rosner and G. Markowitz (Bloomington: Indiana University Press, 1989); 177–191.
Proctor, R. N. 2012. Occupational Disease and Labor Health and Safety Under the Nazis, At Work in the World Proceedings of the Fourth International Conference on the History of Occupational and Environmental Health
http://www.humanresourcesmba.net/10-deadliest-occupational-diseases-in-history/
http://en.wikipedia.org/wiki/Phossy_jaw
http://en.wikipedia.org/wiki/Radium_Girls
http://www.voanews.com/content/radium-girls-remembered-for-role-in-shaping-us-labor-law-129169888/144746.html
http://www.todayifoundout.com/index.php/2014/06/five-women-caled-radium-girls-improved-factory-working-conditions/
http://www.wired.com/2011/03/the-radium-girls/
http://www.npr.org/2014/12/28/373510029/saved-by-a-bad-taste-one-of-the-last-radium-girls-dies-at-107
http://www.uralakbulut.com.tr/wp-content/uploads/2009/11/K%C4%B0BR%C4%B0T%C4%B0N-TESAD%C3%9CFEN-KE%C5%9EF%C4%B0-VE-K%C4%B0BR%C4%B0T%C3%87%C4%B0-KIZLA1.docMART2011.pdf
http://www.acikbilim.com/2014/12/dosyalar/radyum-kizlari.html
http://cemedib.blogcu.com/radyum-kizlari/5721430
http://www.feministezine.com/feminist/modern/Radium-Girls.html
http://www.nytimes.com/2014/03/14/nyregion/mae-keane-who-painted-watch-dials-with-a-radium-mixture-dies-at-107.html?_r=0