Gençliğin siyaset özellikle sol siyaset içindeki yeri bizim cenahta çokça tartışılan başlıklardan birisidir. Lafa gelince, gençliğin çok önemli olduğunu söylemek kolay, hele Türkiye gibi genç nüfusun bu kadar büyük bir alan kapladığı bir ülkede aksi mümkün değil.
Geleceği temsil iddiasındaki sosyalist hareketin doğal olarak gençlerle kuvvetli bağlar kurması gerektiği, bunun zaten işin doğallığı olduğu çok sık tekrarlanıyor. Türkiye sosyalist hareketinin tarihine baktığımızda, ilk bakışta bu açıdan bir sorun yokmuş gibi görünür ve hatta sosyalist hareket, ağırlıklı olarak gençlerin içinde örgütlenmekle, halka ve sınıfa inememekle eleştirilir.
Sorun gençlerde değil
Özellikle son bir kaç yıldır, belki bu süre zarfında artık gençliğe “dışarıdan” bakmaya başlamamla ilgili olabilir, meselenin bu kadar basit olmadığını düşünüyorum.
Sanıyorum sosyalist hareketin ihtiyaç duyduğu ileri çıkışı gerçekleştirememesine paralel olarak, yakın geçmişte neredeyse tüm sosyalist güçlerin, kendi içlerindeki veya yanlarındaki gençlik örgütleriyle, gençlik çalışmalarıyla sorun yaşaması tesadüf olmasa gerek. Haziran günlerinde ve hemen ardından Türkiye sosyalist hareketine biraz daha yakından- içeriden bakan herkes bunu kolayca görebilir.
Bu tabloda işin kolayı, gençlerin henüz sınıf mücadelesi gerçeklerini yeterince kavramadıklarını, teorik olarak gelişkin olmadıkları için daha çok yürekleriyle karar verdiklerini söylemek oluyor. Sonra gelsin konuya dair derinlikli bilgi sahibi abilerin, bu iş sizin düşündüğünüz kadar kolay değil vb. sözlerle başlayan dersleri...
Bu dersler, “kendinizi işçi sınıfı yerine koymayın”, “gençlik bir sınıf değil” ve hatta “gençliğe kendiliğinden devrimcilik atfedilemez” gibi herkesin bildiği, zaten azıcık kafası çalışan kimsenin iddia etmediği tezlerle hesaplaşmalarla, bu vesileyle gençlere öğretmenlik taslamalarla devam eder.
Burada en şaşırtıcı olan, genellikle benzer dersleri almış olmaktan şikayet edenlerin belli bir yaşa gelince bunu yapmasıdır. Bunu siyasetin değil psikolojinin konusu olarak gördüğüm için hiç uzatmıyorum.
FKF 2. Kongresi
Bunları bu kadar rahat yazabiliyor olmamın iki nedeni var.
Birincisi, üzerine çokça tartıştığımız Haziran Direnişi. 2013 Haziran’ında bu ülkenin gençleri neler yapabildiklerini herkese gösterdiler.
İkincisi ve bu hafta gündeme getirmiş olma nedenimiz ise, geçen Cumartesi Fikir Kulüpleri Federasyonu 2. Kongresi’nin bir kısmını izlemiş olmam. FKF’liler önce üniversite kampüslerinde tüm üyelerinin katıldığı bir süreç işletmişler. Oralardan seçilen delegelerle merkezi bir oturum yapıp tartışmalarını tükettikten sonra, Kongre sürecinin son oturumuna da çok sayıda konuk davet etmişler. Sağ olsunlar, böylece kendileriyle birlikte olduk. Bu son oturumda karar altına alınmış başlıklar, bütünlüklü olarak hem tüm üyelerle hem de konuk olarak katılan aydınlar, yazarlar ve siyasetçilerle paylaşıldı, kongre belgelerini de verdiler.
Bir kısmını, çeşitli eylem ve etkinliklerden, daha ziyade alanlardan, sokaklardaki militan duruşlarından tanıdığım FKF’lilerin kongre salonunda da herkes tarafından görülmelerini isterdim. Gözlerinden ışık saçan, aydınlık yüzleriyle her birisi ülkemize dair umudumuzu artıran yüzlerce üniversite öğrencisinin toplandığı salonda aynı zamanda üstün siyasal niteliklerini, yaratıcılıklarını ve entellektüel derinliklerini görme şansımız oldu.
Kanımca bir gençlik hareketinin en önemli özelliği, ne istemediğini bildiği kadar ne istediğini de açıkça ortaya koyabilmesidir. FKF Kongresi’nde bu açıdan son derece umut verici kararlara imza atılmış.
Şimdi, bu yazıyı yazarken, tekrar göz attığım 2. Kongre kararları başta gençliğe akıl vermek isteyenler olmak üzere herkes tarafından mutlaka okunmalı. Akılla yüreğin nasıl birlikte kullanılabildiğine, mütevazilikle iddialılığın nasıl buluşturulduğuna dair çok iyi bir ders olur.
Gelecek, bugünden kuruluyor
Sıkça söylenir ya gençlik gelecektir; fakat bu böyle kaldığında kesinlikle eksiktir. Gençlik geleceğimiz olduğu kadar bugünümüzdür. Esas olan, geleceğin de kurulduğu zaman diliminde, yani hemen bugünlerde, gençliğin siyasetin etkin bir gücü olarak sözünü söylemesidir. Bu gerçeği görmeden gençlik üzerine söylenen tüm sözler boştur. Sadece iyice piştikten sonra, gelecekte söz hakkınız olacak demek saçma.
Tarihteki neredeyse tüm devrim süreçlerinde, imza atan kollektiflerin yaş ortalaması veya önderlerin yaşları genelde düşünülene göre çok daha küçüktür. Ergin Yıldızoğlu’nun “Devrim ve Gençlik” başlıklı makalesinden okuyalım: “Eskiden gençlik diye ayrı bir sosyal kategori yoktu ama, devrimciler her zaman gençlerden oluşuyordu. Fransız Devrimi başlarken Robespierre ve Danton sırasıyla 31 ve 30 yaşlarındaydı, Robespierre, 7 yıldır devrimci fikirleri savunuyordu. Saint-Juste, devrime katıldığında 22 yaşındaydı. Rus Devrimine gelirsek, Lenin “Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi” başlıklı ünlü kitabını yazmaya başladığında 26 yaşındaydı ve tutukluydu. Yakın çevresine bakalım: Kollantai, Lenin’den iki yaş, Stalin 8, Troçki 9, Kamenev ve Zinoviev 13, Radek 15, Bukharin 18 yaş gençtiler. Che Küba devrimine katıldığında 28 yaşındaydı. Castro Che’den 2 yaş büyüktü. ”
Türkiye devrimcilerine hatırlatmak için eklemek istediğim bir not daha var. SSCB’nin çözülüş sürecinde SBKP, Parti tarihinin yaş ortalaması en yüksek Merkez Komitesi tarafından yönetiliyordu!
Yolumuz açık
Bir yoldaşımla Haziran Direnişi üzerine sohbet ediyorduk. “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam” sloganının ne kadar anlamlı olduğu konusunda ortaklaşmışken, küçücük de olsa bir kaygısını dile getirdi: Eğer yanlış yorumlanmak istenirse, bu slogandan bundan önce hiç bir şey yapılmadı gibi bir anlam da çıkarılabilir ve bu hatalı bir eğilimin gelişimine vesile olabilir.
Daha önce hiç düşünmemiş olmakla birlikte kafama takılan bu kaygı da FKF kongresi ile birlikte tamamen ortadan kalktı. Gençliğin, devrimci hareketin mirasını en gelişkin biçimde temsil edeceğinden, onu bütünlüklü olarak içerip aşacağından kuşkumuz yok.
Daha önce bir iddia olarak dile getirmiştik, olmalı demiştik, geçen Cumartesi itibariyle tanığıyız. Türkiye tarihini emekçi sınıflarla birlikte yeniden yazacak gençler; 20’lerdeki kadar iddialı, 30’lardaki kadar hülyalı, 40’lardaki kadar inatçı, 50’lerdeki kadar sabırlı, 60’lardaki kadar çoşkulu, 70’lerdeki kadar umutlu, 80’lerdeki kadar kararlı, 90’lardaki kadar militan, 2000’lerdeki kadar cürretliler.
Mustafa Suphi kadar iktidarcı, Nazım Hikmet kadar yaratıcı, Hikmet Kıvılcımlı kadar inatçı, Behice Boran kadar derin, İsmail Bilen kadar örgütçü, Deniz Gezmiş kadar atak, Mahir Çayan kadar cesurlar.
Yolları açık olsun bile demeye gerek duymuyorum, ne mutlu bize yolu hep birlikte açtık!
Onlarla aynı yolda yürümekten, aynı kavganın parçası olmaktan gurur duyuyoruz.