Fidel’in ardından… Küba’da işçi sağlığı

20. Yüzyıl asıl şimdi bitti. Fidel’i yitirdik, o devrimci aklı, o umut veren insanı yitirdik. Bizi böylece bıraktı gitti, üzüntülüyüz. Ama sorumluluğumuz da arttı, gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan bir dünya kurulacak ve bu dünyada onun kocaman bir imzası olacak.

Bu köşenin teması gereği, kısa da olsa Fidel Castro’yu anarken Küba’da işçi sağlığından söz etmek istiyorum, rutin yapı planımı bozarak. İlk önce şunun altını çizelim, özellikle işçi sağlığı diyorum zira modern anlamda iş güvenliğinden söz edebilmek için modern fabrikalar ve tesisler olması gerekiyor ki Küba, yalnızca ABD ve İsrail tarafından desteklenen ağır ambargo koşullarında çoğu sektörde çok eski teknolojiyle üretim yapmaya çalışıyor. Bu ambargonun boyutları tahminlerin ötesinde, herhangi bir makine  parçası, makine yedek parçası bulabilmenin imkansız olduğu bir ambargo baskısından söz ediyoruz. Birleşmiş Milletler Latin Amerika ve Karayipler Ekonomik Komisyonu (ECLAC) ABD ambargosunun Küba’ya 117 milyar dolar kaybettirdiğini açıkladı. ABD, her geçen yıl ambargo için daha sert yasalar çıkarıyor, Küba ile ilişkilerin iyi gittiği yanılsaması yaratırken. Hem Küba hem de ABD'de iş yapan üçüncü dünya ülkelerinin şirketlerine dönük olarak da artan para cezaları uygulanıyor, Küba limanlarına uğrayan gemiler ABD’ye gelemiyor, içinde tek bir ABD menşeili parça dahi olsa bir makine, ekipman Küba’ya sokulamıyor v.s. vs. Garfield ve Santana’nın (1997) çalışması, 90’lardaki büyük kriz ve ABD ambargosu ile Küba halkının sağlığı arasındaki ilişkiyi gözler önüne seriyor.

Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve hain Gorbaçov’un tüm ikili anlaşmalara askıya alması (şeker kamışı karşılığı makine-ekipman gibi) ABD’nin ambargosuna benzer acımasız uygulamalar, sanayiye büyük darbe vuruyor. Bu darbe Küba halkının ve önderliğinin büyük çabaları sonucu büyük ölçüde aşılmış olmakla birlikte acımasız ambargo sürüyor. Bu bakımdan, modern bir sanayi ve modern-çağdaş iş güvenliği tekniklerinden söz edebilmenin nesnelliği tam olarak var demekte zorlanırız.

Öte yandan, pek çok modern üretim tesisinde çok ciddi önlemler alınıyor. Örneğin Cienfuegos’taki Termoelektrik Üretim Tesisi, Varadero’daki Petrol Sondaj ve Çıkarma Merkezi gibi büyük tesislerde son derece ciddi önlemler ve eğitim programları var. Eğitim programları, Enerji ve Madenler Bakanlığı’yla ilişkili olan Cubapetroleo Sendikası tarafından yürütülüyor, bu eğitimlere işçiler, teknik personel ve yöneticiler birlikte katılıyor.

Halk Sağlığı Bakanlığı (Minsap) ulusal ölçekte bir İş Güvenliği Planı yürürlüğe koymuş durumda. Zira kendisini toparlamaya başlayan bir sanayi ve bu sanayide ortaya çıkan, ilgili işçi, yönetici ve teknik personelin de ilk kez karşı karşıya kalacağı riskler konusunda önlem alınması şart. İşyerlerindeki ölüm sayısının da rahatsız edici düzeyde olduğu söylenebilir, zira bu yılın Kasım ayı başına kadar 57 işçi yaşamını yitirmiş, bunların 19’u otoyollarda gerçekleşmiş (yalnızca inşaat faaliyetleri değil, başka faaliyetler sırasında araç çarpması sonucu ölümler); ikinci sırada malzeme çarpması, üçüncü sırada yüksekten düşmeler, dördüncü sırada ise elektrik çarpmaları var. Türkiye ile kıyasladığımızda Kasım ayı başında İSİG verilerine göre 1800 civarında ölümle karşılaşıyoruz. Toplam istihdam ile bir kıyaslama yaparsak, Küba’daki bu rakamlardan hareketle Türkiye’de 400-450 arası ölüm meydana gelmesi gerekirdi. Kuşkusuz kullanılan teknoloji, öne çıkar sektörler gibi pek çok parametre var doğrudan bir kıyaslama yapmayı zorlaştıran. Ama şu bir gerçek 57 ölüm ülke çapında çok ciddi kampanyaların devlet eliyle uygulanmasını getirmiş. Genel olarak yalnızca belli sektörlere dayanan sanayi yapısıyla da iş güvenliği konusunda “yeni öğrenen” bir ülke olduğunu söylersek abartmış olmayız (Daha kesin yorumlar yapabilmek için yeterli veriye sahip olmadığımdan burada kesmeyi uygun buluyorum).

İşçi Sağlığı konusu ise tartışılmaz!

İşyerlerindeki ölüm ve yaralanmalara bakıldığında, söz gelimi işle ilgili ölümlere dair 2007 yılına ait bir veri, tüm ölümlerin ancak %17’sinin “iş kazası” ve işyerinde şiddet kaynaklı olduğunu söylüyor (Hämäläinen, P., Takala, J., & Saarela, K. L. (2007). Global estimates of fatal work‐related diseases. American journal of industrial medicine, 50(1); 28-41.) Demek ki işyerlerindeki esas sorun meslek hastalıkları. Bu bakımdan işçi sağlığı diyorsanız şöyle bir durmanız gerekiyor. Küba’nın sağlık alanındaki başarılarına paralel bir şekilde, işyerlerinde meslek hastalıklarına karşı alınan önlemler devrimle birlikte inanılmaz bir seyir izliyor.

Gomez’in 1981 tarihinde Amerikan Halk Sağlığı Dergisi’nde yayınlanan kısa makalesi, tarihsel olarak ilerlemeleri özet bir şekilde bize anlatıyor. 1959 yılında gerçekleşen Küba Devrimi öncesinde herhangi bir işçi sağlığı ve iş güvenliği düzenlemesi kesinlikle yok. 1930’larda bazı düzenlemeler yapılmış, 200 işçiden fazla işçi çalıştıran işyerlerinde ilkyardım önlemlerine odaklanılmış, o kadar. Ama devrimle birlikte konusunda uzman iş müfettişlerinden, işyeri hekimlerine ve yardımcı personele sayısız eleman yetiştiriliyor. 1961 yılında Halk Sağlığı Bakanlığı’na bağlı olarak Hijyen ve Epidemioloji’den sorumlu Bakan Yardımcılığı altında İşçi Sağlığı departmanı kuruluyor. Ardından Çalışma Bakanlığı ulusal İşyerinde Koruma Müdürlüğü’nü oluşturuyor. 1963 yılında çıkarılan Sosyal Güvenlik Yasası çıkıyor, ki kapsamında iş güvenliği ve işçi sağlığı da vardır, 250.000 tarım işçisi de dahil olmak üzere tüm Kübalı işçileri yasa kapsamına alıyor. 1964 yılında Bakanlar Kurulu İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Örgütlenmesi Genel İlkeleri başlıklı rehber belgeyi onaylayarak ilk kez işçilerin işyerlerinde korunmasını bir ulusal politika olarak belirliyor. Bu belge ve bundan sonra çıkan (bizdeki yönetmelikler gibi) pek çok belge gerek devlet kurumlarının, gerek sanayi alanında yöneticilerin işçi sağlığı ve iş güvenliği alanındaki görev, yetki ve sorumluluklarını belirlerken, ayrıca her çalışma başlığında toplu koruma önlemlerinden genel hijyene, kişisel koruyuculardan maruziyet süre ve miktarlarına kadar mevzuat oluşturulmaya başlanıyor. Bunun ardından 1967 yılında “İş Hijyeni” bakanlık genelgesi ile işyerlerindeki yöneticileri ağır sorumluluklar yüklenirken, cezai müeyyidelerden söz ediliyor. Bu genelge oldukça geniş, zararlı maddeler, gürültü, titreşim, nem, sıcaklık, havalandırma, aydınlatma konularını dahi kapsıyor, daha kapsamlı standartları ise yönetmeliklere bırakıyor. Halk Sağlığı Bakanlığı bu genelge ile birlikte tüm işyerlerinin bir “sağlık lisansı” almasını zorunlu kılıyor. Yine bu genelgede, işçilerin korunması için gerekli teknik önlemler vurgulanıyor (tehlikeleri kaynağında yok etme) ve birincil hale getiriliyor, ancak bunlar yerine getirildikten sonra bu önlemlere ek olarak işyeri yönetimlerinin kişisel koruyucular vermesi zorunlu kılınıyor.

Genel olarak işçi sağlığındaki gelişmeler, Küba’nın sağlık mucizesiyle paralel şekilde gidiyor denilebilir. Tamamen halk sağlığı politikalarından da ayırabilmek oldukça zor, zira Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi “emeğin sağlığı ve güvenliği” bakış açısı yalnızca işyerlerini değil, yaşamın tamamını kapsıyor. Ama 1978 yılının bir kırılma yılı olduğu söylenebilir. Zira bu yıl çıkan İş Güvenliği ve İşçi Sağlığı Yasası 1964 yılında çıkarılan genel ilkelere nazaran çok daha katı ve 15 yıllık deneyimden yola çıkarak daha sade bir dille devlet kurumları, işyeri yöneticileri, işçi sendikaları ve işçilerin hak ve sorumluluklarını net bir şekilde ortaya koyuyor. Son derece katı bir şekilde devletin ve devlet adına hareket eden işyeri yöneticilerine sorumluluk yüklenirken, sendikalar ve işçilerin katılımı işçi sağlığı ve iş güvenliği politikalarında hem esas bir unsur, hem de işçiler açısından bir yükümlülük. Kuşkusuz bu yasanın çıkışından iki yıl önce kurulan İşçi Sağlığı Enstitüsü’nden de söz etmek gerekir. Bu enstitüyle birlikte bu alanda pek çok araştırma projesi gerçekleştiriliyor, sosyalist ülkelerden (özellikle SSCB ve Bulgaristan) bilim insanları ve uzmanlar ile ortak çalışmalar yapılıyor, işyerlerindeki zararlı maddeler konusunda katı standartlar getiriliyor. Standartlar konusunda Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve SSCB standartları baz alınıyor. Ancak işyerlerindeki zararlı maddelerin havadaki oranlarının birebir izlenmesi için yeterli personel ve ekipman açığı 70’lerde bir sorun, hele ki standartları dünyanın en katı standartları yapıp izlemeyi de bir devlet politikası olarak belirlediyseniz. Bu sorunlar büyük ölçüde Sovyet uzmanlar tarafından çözülürken, bu alanda yetişmiş, deneyimli ve uzman bir Kübalı kuşak da ortaya çıkmaya başlıyor. 

Küba standartlarına ilişkin birkaç şey aktarmak bakış açısını anlamamız için anlamlı olacaktır. Örneğin havadaki kurşun miktarı için Küba standartları 0.01mg/M3 değerini belirlemiş, bu değerin altına düşürmek için her türlü önlemin alınması bir politika. Bu miktarın ABD’de OSHA tarafından belirlenen izin verilen sınırın 5’te biri olduğunun altını çizelim!

Bir diğer karşılaştırma ise bakış açısına ilişkin. Küba standartları, SSCB ve diğer sosyalist ülkelerde olduğu gibi ikili bir karakter taşıyor; bir standartta uyulması gereken maruziyet limiti var ayrıca bir de hedeflenen limit var. Hedeflenen limit işyerinden işyerine göre değişiyor ve sürekli aşağıya çekilmeye çalışılıyor (uyulması zorunlu limitin altına). ABD ve bizdeki bakış açısında “aşılmaması gereken limit” temel belirleyendir, yıllar yıllar süren bilimsel araştırmalar sonucunda sermaye ikna olursa o limit aşağıya çekilir…

Daha çok şey yazılabilir, uygun karşılaştırma ölçütleriyle Türkiye ve Küba kıyaslaması iyi bir çalışma olabilir. Ama Küba’daki kısıtları gören birisi olarak, o kısıtlı olanaklara karşın çocuk ölüm oranında, kanser tedavisinde, ortalama insan ömründe aklınıza gelen her türlü sağlık verisinde Türkiye’nin çok ama çok önünde olan Küba’ya imrenmemek mümkün değil. Bu imrenme basit bir sosyalizm savunusu olarak algılanmasın. Bir kıskançlık, bir kızgınlık olarak da algılanmalı, benim ülkemin insanları buna layık değil mi? Bu ülkenin insanları daha iyi bir yaşamı hak etmiyor mu? Bu soruları sorduğunuzda ve elimizdeki olanaklarla Küba’nın olanaklarını kıyasladığınızda isyan etmemek mümkün değil.

Fidel bize hem isyanı hem de inşa etmeyi öğretti. Her yerde gülen oynayan yüzü gülen sağlıklı insanlar ama özellikle de çocuklar görebilme umudunu gerçek kıldığın için Teşekkürler Fidel, Teşekkürler Comandante!

Kaynaklar

Garfield, R., & Santana, S. (1997). The impact of the economic crisis and the US embargo on health in Cuba. American Journal of Public Health, 87(1); 15-20.

Gómez, M. R. (1981). Occupational health in Cuba. American journal of public health, 71(5); 520-524.

http://en.granma.cu/cuba/2016-01-19/manage-the-risks-avoid-harm