Feridun Andaç’ın skandal yazı dizisi

Eskiden ne güzeldi, skandallar vardı. Şimdi düzenin kendisi bütünüyle bir skandaldır. Her şey skandal olunca hiçbir şey şaşırtıcı gelmiyor artık. Cumhuriyet gazetesinde 26-30 Ağustos tarihleri arasında Feridun Andaç’ın bir yazı dizisi yayımlandı: “Romanımızda Kurtuluş Savaşı”. Gerçekçi edebiyatımızın, ülkemizin tarihi, toplumu ve insanı için belirleyici bu süreci hiç de azımsanmayacak bir nicel ve nitel ölçekte romanlaştırdığını biliyordum. Bu başlığı görünce, ilgiyle okumaya giriştim. Ama o da ne, Feridun Andaç, Kurtuluş Savaşı romancısı olarak, her türlü toplumsal kurtuluş düşüncesinin amansız düşmanı Ahmet Altan’ı karşımıza çıkarmıyor mu? Neresinden baksanız bu başlığın altına girmeyecek bir yazar, daha doğrusu yazıcı. Yazı dizisinin başlığı, “Kurtuluş Savaşımıza Düşman Romanımız” olsaydı belki bu dizide bir yeri olabilirdi. Hadi, konuyu unutup roman sanatı açısından bakalım, derseniz, Yakup Kadri’nin, Reşat Nuri’nin, Halide Edip’in, Mithat Cemal’in adının ve romanlarının olduğu bir yerde, Cengiz Gündoğdu’nun deyişiyle, “acayip nesne” yazıcısı Ahmet Altan’ın işi ne?

Tam bir skandal! Ama düzenin kendisi ve muhalefeti bütünüyle skandala dönüşmüşse, bunu sorgulayacak, ayıplayacak, alay edecek temiz havayı nerede bulacağız?

Romanda dekorlaştırılan tarih

Feridun Andaç’ın beş gün süren ve Cumhuriyet gazetesinin tam sayfa ayırdığı bu yazı dizisinin skandal oluşu bununla sınırlı değildi. Dizi boyunca boş genellemeleri tekrarlayan ve ne anlama geldiği anlaşılmayan kimi gösterişli laflar eden Feridun Andaç, Şemsettin Ünlü dışında, hiçbiri romanında Kurtuluş Savaşı’nı ele aldığı söylenemeyecek yazarlarla söyleşiler yapıyor. En genişi Ahmet Altan’la yapılan bu söyleşilerden biri de, Gelibolu romanının yazarı Buket Uzuner’le yapılmış.

Skandal çağında yiğitliğini söylerken marifetini ortaya saçanlar çoğalıyor. Bakın, Feridun Andaç, Buket Uzuner’i nasıl övüyor: “Yazarımız bütün bu kaygıları düşünmüş olmalı ki, romanı bugünde yazarak düne göndermelerde bulunuyor. Yani tarihsel bir roman yazmıyor, tarihten bir malzeme olarak yararlanıyor.” (Feridun Andaç, Cumhuriyet, 27 Ağustos 2015) Romancının “tarihten bir malzeme olarak yararlanması”, günümüz egemen edebiyatının temel özelliklerinden biridir. Burjuva konaklarında tarihi nesneler, birer soyluluk göstergesi döşeme nesneleri haline getirilmiştir; postmodern burjuva romanında da tarih, dekorasyon malzemesine indirgenmiştir. Bu edebiyatta, tarihin insanların yaşamını belirleyen dinamikleri, trajik yönü, toplumların geleceğini belirleyen özellikleri göz ardı edilir. Marx-Engels’ten beri tarihin motoru olarak gün ışığına çıkarılmış sınıf çatışmaları görmezden gelinir.

Söyleşide, bu dekorasyonu başarılı yapmak için ne kadar yoğun çalışma ve araştırmalar yaptığını anlatan Buket Uzuner, Çanakkale Savaşı’nın tarihsel anlamı üzerine, kapitalist ve emperyalist çıkarların, daha hayatının baharında katlettiği yüzbinlerin trajik yaşamı üzerinde pek durmuyor. Gelibolu romanını “ben ve öteki” yüzleşmesi üzerine kurduğunu söyleyen Feridun Andaç’ı, “Türkiye artık kendi geçmişi ve kimliğiyle hesaplaşabilecek zaman ve zemine kavuşmuştur.” diye cevaplıyor. Bu söyleşi bugün yapılıyor ve Cumhuriyetin AKP eliyle tepelenişinin 13. Yılında geldiğimiz yer, Buket Uzuner’e göre kavuştuğumuz bir “zaman ve zemindir”. AKP dönemi yalnızca Cumhuriyet’in yıkılışı değil, tarihimizdeki iki yüz yıllık bütün devrimci atılım ve kazanımlarımızın elimizden alınmaya çalışıldığı bir dönemdir. Bunda en büyük başarıyı devrimci tarihimizi tersinden yazarak ve özellikle soldan gelenlere bu sahte tarihi benimseterek elde ettiler. Soldan gelen, “Benim Adım Mayıs” kitabının yazarı, bugün Türkiye’nin AKP’li zeminini böyle gördüğüne göre, bunda başarı mutlaktır.

Sahte eleştirinin kavramı: “Resmi tarih”

Bu dönemde, tarihi açıklayıcı ilişki ve kavramların yerini, belirsizleştirici, bulanık ilişki ve kavramlar aldı. “Resmi tarih”, bu kavramlardan biridir. Sermayenin yeni tarihçileri “resmi tarihe” saldırarak, AKP Türkiye’sinin yeni tarihini yazdılar. Feridun Andaç da, “Romanımızda Kurtuluş Savaşı” diyerek başladığı yazı dizisinde “resmi tarih” yıkıcısı burjuva yazıcılarının piarını yapıyor. Tarihin sınıf kavgası olduğunu bildiğimiz gibi, tarih yazımının da bu sınıf kavgasının ürünü, sonucu ve yansıması olduğunu biliyoruz. Egemen sınıf tarihi kendine göre yazar, okullarda tarih başlığı altında bu tarihi okutur. Bu tarih her zaman yalanlarla, çarpıtmalarla doludur, iktidarın perspektifiyle yazılmıştır. Ama “resmi tarih” kavramıyla bu tarihi anlatmaya çalışırsanız iktidar ile egemen sınıf arasındaki ilişkiyi bulanıklaştırmış olursunuz. AKP’ci sol liberallerin sivil toplumculuklarının bir parçası olursunuz. Feridun Andaç ve benzerleri, karşıtlığı resmi olanla gayrı resmi arasında kurarak Cumhuriyet’in “resmi tarihini” yıkarken, AKP’nin “resmi tarihini” inşa ettiler. Bu inşada küfür romancılarına çok büyük iş düştü. Yazdıkları romanlarla bu gerici tarih yorumunu bilgisiz insanlara taşıdılar.

Feridun Andaç’ın baştan başa boş genellemelerden ibaret yazı dizisinden çıkartılabilecek tek önemli sonuç, tarih ile roman sanatı arasındaki bu önemli ilişkiyi tersinden de olsa görmemizi sağlamasıdır. Yeni iktidarın yeni tarihini, tarihçilerden çok iktidar uşağı yazıcılar yazdılar ve inanılmaz bir dirençsizlikle kitlelere benimsettiler.

AKP’nin İttihat Terakki anlayışından kurtardığı devlet

Tarihimizi Ahmet Altangillerin romanlarından öğrenenlerin düştüğü durumla ilgili çok çarpıcı bir örnek olaydan söz edeceğim. Kuruluşu, programı ve uygulamalarıyla 12 Eylül hükümetlerini aratmayan, tarihimizin en halk düşmanı hükümetlerinden birine bakan olarak seçilen HDP milletvekili Müslüm Doğan, bu hükümete alınmasını devletin İttihat ve Terakki anlayışından uzaklaşması olarak yorumladı. Odatv’de yer alan habere göre, Müslüm Doğan’ın sözleri şöyle: “İttihat Terakki anlayışından devlet uzaklaşıyor. Bu anlamda bu gelişmeler 2 arkadaşın direkt Alevi kimliğiyle bakan yapılması bunun ulaştığı düzey anlamında önemli.” Devletin AKP iktidarında ulaştığı düzey, 1 Eylül 2015 günü İstiklal Caddesi’nde barış yürüyüşü yapan sosyalistlerin yerlere yatırılarak gözaltına alınmasında da görülüyor. Müslüm Doğan, bu ulaşılan düzeyi görmekte, bir süredir Ortadoğu savaş sahnelerini aratmayan Silvan’da olanları, devletin silahlı güçlerinin katlettiği gençleri ve çocukları da dikkate alsa iyi olur. Çünkü biz de, 13 yıldır iktidarda olanların, İttihat ve Terakki’nin amansız düşmanı, yobaz ve emperyalist işbirlikçisi Hürriyet ve İtilaf’çıların torunları olduğunu biliyoruz.

İttihat Terakki, 1908 Devrimi’ni yapmış ve Derviş Vahdeti’nin kışkırttığı, Topçu Kışlası’nda başlayan gerici 31 Mart Ayaklanmasını bastırmış bir partidir. Cumhuriyet Devrimi, 1908 Devrimi’nin mücadeleleri ve birikimiyle gelişip oluşmuşsa, karşıdevrimi de Hürriyet İtilafçı politika ve programların günümüzdeki mirasçıları eliyle sahneye konmuştur.

Altangillerin romanlarla yazdıkları gerici tarih, hiç de bilgisiz olması beklenmeyecek, solda olmasını umduğumuz bir politikacının çözümlemelerine böyle kaynaklık ediyor.

Devrimler tarihini silmek

Andaç piar yazısında Altan’ı şöyle sunuyor: “Altan, romandan vazgeçmez, ama tarihseli de zaman sorgusunda irdeler; bir bakış/yorum getirir. Üstelik yaratılan ‘millî tarih’ tezini yerle bir eder.” Ahmet Altan, kitaplarında 1908 Devrimi’ni yapan İttihat Terakki’yi yerle bir ederken, 31 Mart’ı aklamaya çalışıyor. “Milli tarih tezini” değil, tarihimizin devrimci niteliklerini yerle bir ediyor. Piarcısı Feridun Andaç’a söylediklerini de, sanki o değil, Bülent Arınç söylüyor: “Bir örnek vereyim: Cumhuriyet tarihinde karikatürlerde, dinle ilişkili herkes takkeli, sakallı gericiler olarak çizilir. Neden? Çünkü bizim tarihimizde dindar tipini belirleyen ’31 Mart Ayaklanması’dır; prototipi de Derviş Vahdeti’dir. Peki, bu ülkenin hiç mi hoşgörülü mümini yok? ’31 Mart Ayaklanması’na karşı çıkan din adamları vardı. Neden karikatürümüze, sanatımıza, tarihimize o din adamları yansımadı? Niye biz inatla onları böyle çizdik? Niye ittihatçılar o din adamlarının değil, Derviş Vahdeti’nin altını çizdiler, onu yaşattılar?” (Cumhuriyet, 28 Ağustos 2015) Bu sözlere, karikatürcüler artık nasıl gülerler bilemiyorum. Ama bunlar hep böyledirler, iktidarın ağzıyla konuşmayı, iyi bilirler, bir zamanlar Yılmaz Erdoğan da aynı biçimde Türk filmlerinde niye cami sahneleri yok diye ortaya atılmıştı. Bir yazar karikatürü, karikatürün tipoloji sanatı olduğunu, bunun için tipleri ve aşırı örnekleri göstererek insanları ortalamaya davet ettiğini düşünecek değil. Yeni tarih yazımında ilerici ve devrimcinin karikatürünü çizerek, bilinçsiz kitleleri onlardan uzaklaştırmaya çalışacak. Hükümet sözcüsü Bülent Arınç’la aynı dili konuşarak, “resmi tarihi” yıkacak…

Ahmet Altan piarcısı Feridun Andaç

Taraf gazetesinde yaptığı tetikçilikle gerçek yüzü ortaya çıkan Ahmet Altan’ın kitaplarının satışının düştüğü koşullarda Feridun Andaç, Cumhuriyet’in sayfalarından ona can simidi uzatıyor: “Altan’ın romanını, okura ulaşmadan, ilk okuyanlardan biriyim. Orada, roman gibi roman yazmak sevdasında olan birinin incelikli/sezgili anlatımını buldum…” Kitaplarını basılmadan önce okuyan ve demek ki pazarlama stratejileri geliştirmede katkıda bulunan Feridun Andaç, Altan piarcısı olduğunu saklamıyor ve Ahmet Altan’ın niteliksiz bir yazıcı olduğunu yazan Fethi Naci’yi de, yanlışları “cımbızla öne çıkarmakla” itham ediyor.

İktidarın yazıcısı ve edebiyat araştırmacısı “resmi tarihin” yıkımında ve yeni sermaye tarihinin inşasında, adı bile Cumhuriyet’e bağlı bir gazetede böyle işbirliği yapıyorlar. Bu gazetenin genel yayın yönetmeni ve başyazarı İlhan Selçuk, Ahmet Altan’ın yalan haberleri ve belge bavullarıyla seksen yaşında karakol sorgusuna alınalı ve öleli daha kaç yıl oldu.

Feridun Andaç’ın bu yazı dizisi skandallar ülkesinde skandal bile sayılamayacak bir bayağı gerçeklik işte. Ama piarcı yazar, hazır sayfaları bulmuşken araya bir de Ahmet Ümit sıkıştırmadan edemiyor. “Romanımızda Kurtuluş Savaşı” dizisinde bir de Hitit tarihi romancısı, Ahmet Ümit’le söyleşi yapıyor. Ahmet Ümit’in, Ahmet Altan gibi, hiç olmazsa meşrutiyet dönemi romanı da yok, o, üç bin yıl öncelerde geziniyor. Patasana diye Geç Hititlerde geçen bir polisiye yazmış. Ama Feridun Andaç karar vermiş, mutlaka “Romanımızda Kurtuluş Savaşı”ına girmesi gerekiyor. Tarihle bağı varsa yeter. Yoksa başka bir piar görevi mi demeliyiz.

Hitit romanındaki Kurtuluş Savaşı

Feridun Andaç, Ahmet Ümit’e şunu soruyor: “Dünle bugünün yüzleşmesinde değişmeyenin altını çiziyorsunuz. Bu anlamda ‘Patasana’ bir yok oluş/yok ediş öyküsü. Siyasal romana yeni bir yaklaşım getiriyorsunuz.”  Ahmet Ümit cevaplıyor: “Yakın tarihimizde siyasal roman denince, ‘Toplumsal Gerçekçilik’ akımının belirlediği bir roman türü akla geliyordu. Yaşanan olumsuzluklar kadar, çözüm yolları da gösteriliyor ya da hissettiriliyor ve örnek bir karakterin kimliğinde geleceğe dair umutlar veriliyordu.” Bunları okuyunca, işte, dedim, yıllar önce birlikte Söz Hakkı dergisini çıkardığımız Ahmet Ümit, sorunu metafizikten kurtarıp diyalektik bir eksene oturtuyor. Bir an Aksaray’daki o birkaç katlı minik dergi yazıhanesindeki beyaz peynir, helva ekmekli öğlen yemeklerinin neşeli ve gençlik dolu sahneleri gözümde canlandı. Hayale zaman yoktu, okumaya devam ettim. “Bu Marksizmin, determinist yönünün, -tarihsel iyimserliğinin- abartılmasından kaynaklanıyordu. Oysa politikada olduğu gibi politik romanda da insanların her şeyden çok gerçeğe gereksinimleri vardır.” Ee, Ahmet Ümit, insanlara gereksindikleri gerçeği veren Marksizm değil mi? Determinist ve iyimser olmanın neresi kötü ki, abartılması da “Oysa” olsun… Maksim Gorki’nin sosyalist gerçekçi Ana romanı, Rus Devrimini yapan işçilere, sömürü ve savaşım gerçeğini vermedi mi?

Yine o yıllarda, Şile’de denizin kıyısında bir tepeye çadır kurmuştuk. Ahmet orda bize sosyalizm dersi vermişti. Perestroyka, glasnost… Determinizme ve iyimserliğe hiç karşı değildi… Bugünkü derste hayale yer yok. “Ütopya kendiliğinden gerçekleşmez, bugünü korumak isteyen güçler, erklerine sımsıkı sarılan egemenler, değişimi direnmeden kabul etmezler. Etmediler de zaten. İşte ben bu gerçekliği anlatmaya çalışıyorum. Bu nedenle romanlarımın gerçekçi olduğunu üzerine basa basa söyleyebilirim. Gerçekçi derken, yalnızca erkte bulunanlara değil, erki yıkmaya çalışanlara karşı da eleştirel bir tutum içinde olmayı anlıyorum.” Demek Ahmet Ümit’in Glasnost sonrası dünyası ve AKP Türkiye’sinde vardığı yer bu gerçekçilik. Sosyalist gerçekçiliği bırakıyor ve yalnızca “gerçekçilik” kalıyor.

Utangaç Ahmet Altan

Ahmet Ümit, burada kalsa buna razıyım, gençlik günlerinin anısına. Ama iktidar kadar onu yıkmaya çalışanları eleştirmek de nereden çıkıyor? Zaten herkes iktidarın zalim, sömürücü, sahtekâr olduğunu yaşamında biliyor, onu eleştirmenin pek bir işlevi yok, ama iktidarı yıkmaya çalışan devrimciler, hepimizin onuru ve umudu olanları eleştirmek, böyle bir gerçekçilikten çıkan temel sonuç bu oluyor. Bu eleştiri, devrimcilerin ve devrimin karalanmasına hizmet ediyor.  Şile sahilinde bize sosyalizm dersi verenin değil, günümüzün Ahmet Ümit’inin işlevi de utangaç Ahmet Altanlık oluyor. Utangaç Ahmet Altan ya da Ahmet Ümit pek “nesnel” olmuş. Sözlerine şunları da ekliyor: “Kendi romanlarımda da bu nesnelliği, yani her sınıftan kahramanıma eşit uzaklıkta durmayı tercih ediyorum.” Yapma, Ahmet Ümit; üç yaşındaki Ayla bebeyi, 8 yaşındaki ağabeyini, ana babasını yerinden yurdundan edip Ege sahillerine vurmuş ölü bir balığa çeviren silah tüccarına da Ayla’ya eşit uzaklıkta mı bakıyorsun?

Zaten, Şile’de de sen konuşurken birdenbire fırtına çıkmıştı, yağmur boşanmıştı. Sosyalizm seminerin yarıda kalmıştı… Gerçekçiliğinin başlamadan bitmesi gibi…

Tevfik Fikret’in kurtuluştan önceki şiirinde bir zulümler meydanına çevrildiğini yazdığı güzel ülkemiz, bugünlerde daha beterini yaşarken, hayale yer ve zaman yok. Bir skandalı ifşa etmeye çalışırken, “sokağın zulası”ndakiler, tarihin çizgisindekiler, belleğin diplerindekiler böyle gelip çıktılar gün ışığına işte.

Ne demişti Rakel Dink,bu düzen bir çocuktan katil yaratıyor. Bu düzen artık bir skandaldır, skandalı göremeyen insanlar yaratıyor. Bu düzen ve yirmi otuz yıllık tarih, devrimciden yansız, sınıflara eşit mesafeli yazıcı yaratıyor.

Bizimse buradan kurtuluş için hep iyimser, determinist, umut ve öfkemiz var.