Biraz kabalaştırmayı göze alarak, günümüzde feminist mücadelenin ya da cinsiyet eşitlikçi-kurtuluşçu mücadelenin üzerinde yükseldiği üç dip dalgaya bakalım.
A-Her şey sınıfsaldır, patriarka falan bunlar ideolojik “kalıntı”, az gelişmişlik, geri kalmışlıktır.
B-Her şey patriarkaldır, “sınıf” ısrarı konuyu bulandırıyor, kadınları yok sayıyor.
C-Ne patriarka ne de sınıf diyebiliriz. Bunlar ancak diğer pek çoğu gibi çoğul iktidar ilişkileri içinde sırasını alır.
Adı üzerinde dip dalgalar diyorum. Bunlar arasındaki etkileşimleri, ortak kümeleri, daha inceltilmiş versiyonları dahil etmiyorum burada. Bu en kaba haliyle baktığımızda A ile B tastamam modernist bir perspektifin içindedir. Bu bağlamda A ve B için dünyaya belli bir bütünlükle bakmak mümkündür, beğenin beğenmeyin olgular arasında anlamlı neden-sonuç ilişkileri kurmak mümkündür, materyalist ve determinist bir çizgi bulmak mümkündür.
C ise bizatihi postmodernizmin içine doğmuş, post ön ekli yaklaşımlardan kendine bir yol tutturmuştur. Buna göre “bütünlük” kavramı ya da bütünsellik yaklaşımı kenara konulmalıdır. Nedensellik içeren ezme-ezilme ilişkisi (örneğin patriarka) yerine 'ezilen' ortak kimliğin sayısız biricik farklarla bölünmesi, bitmeyen “biz kimiz” sorusu ve “akışkanlıklar” gündemdedir. Ezilen kimlikler arasındaki çıkar farklılıklarına vurgu vardır burada.
Siyasal çizgileri donmuş kuramsal konumlarla göstermek istersek bu bir kesittir. Ama aslında tüm bunları güncel bir zemine taşıdığımızda karşımızda türlü türlü yaklaşım vardır. C akademinin derin dehlizlerinden yüzeye çıkmış, çeşitli aktivizmlerin felsefesine dönüşmüş; feminizm denildiğinde sınıfı, sınıf denildiğinde feminizmi göstermiş, nihayet ikisini tanınmaz kılıklara sokup yanmaz yapışmaz aktivizmine dahil etmiştir.
Diğer yandan A ile B çok uzun süredir etkileşimlidir, kimi “mutsuz evlilik” demiştir kimi tersine sosyalist feminizmi bir imkan olarak görmüştür. Marksist feminizm denildiğinde kimi onun Marksist kısmını kimi feminist kısmını tartışmıştır. Bunlar son derece faydalı olmuştur.
Ve nihayet bu köprünün altından çok sular akmıştır. Ne ki mesafe tayinleri güncelliğini korumaktadır. Metin Çulhaoğlu son yayınlanan kitabında şunu diyor:
“Bence bugün sosyalizmin her zamankinden daha çevreci, her zamankinden daha feminist olması gerekir.” Dahası bu bir ittifak konusundan çok, “sosyalizmin doğrudan kendisinin hem çevreci hem de feminist olması gerektiğine” ilişkindir diyor Çulhaoğlu.
Ve ekleyerek:
“(…) sosyalizmin kendi kurgusu ve hedefi, eklenti olmadan, zorlamadan kadın ve çevre konusundaki duyarlılıkları da kapsar, kendi parçası haline getirir. Sonuçta, ‘sosyalizmsiz feminizm de feminizmsiz sosyalizm de olmamalı’ demiş oluyorum.” (1)
Sosyalizmin feminizmsiz olmaması gerektiği geçmiş tartışmalar bir yana bugünün dünyası için çok açık olmalı. Konu pragmatist biçimde, yükselen kadın hareketine göz kırpma ya da amiyane tabirle oralardan da nemalanma meselesi değildir. Zira konu en başta sınıfsaldır.
Bugünkü dünya, çok değil 30-40 yıl öncekine göre işçi sınıfının çok daha fazla feminize olduğu, proleterleşmede kadının ağırlığının gümbür gümbür hissedildiği bir dünyadır. Sermaye birikim biçiminin güncel kar maksimizasyon mekanizmaları, 200 yıldır öyle ya da böyle hep iş gücü içinde olan kadını, artık sınıf profilinin büyük bir dilimine yaklaştırmıştır. Diğer yandan sosyal ve refah devletlerinin tasfiyesi, yeniden üretim süreçlerini cinsiyetli bir sömürü düzeneği olarak inşa etmiştir.
Dolayısıyla sınıf, “şey” ya da “konum” olarak değil, “ilişki” olarak (maddi, antagonist, tarihsel); kesintisiz bir oluşum olarak tüm cinsiyetli çatışmaları içerecektir. (2)
Dahası sermayenin kar maksimizasyonu için teorik bir zorunluluk olmasa da cinsiyetli çatışmalar, eşitsizlikler kullanışlı kılınmıştır. Tüm dünyada örneğin enformel sektörün ağırlıklı olarak kadınlardan oluşması bunun en tipik örneğidir. Neoliberalizmin baskıcı yüzleri, katmanları “ilişki” olarak sınıfı, başka ezilme biçimleriyle daha fazla donatmıştır.
Dolayısıyla patriarka bırakın az gelişmişliği, arkaik “kalıntı” olmayı son teknolojili emek rejimlerinin bizzat içindedir. Her şey sınıfsaldır ama o “sınıfsallık” başka ezilme ve sömürülme biçimleriyle hemhal olmuştur. Daha feminist bir sosyalizm zorunluluğu, buradan kaynaklanmaktadır, içsel bir bağ vardır.
Peki “sosyalizmsiz feminizm olmamalı” bir temenni midir?
Bence günümüzün tartışmalarına, kitlesel kalkışmalara, ortaya çıkan çeşitli manifestolara bakılırsa durum, temenniden fazlasını işaret etmektedir. Her biri ayrı tartışma konusu olmakla birlikte %99 için feminizm manifestosu, kadın grevleri tartışması, müşterekler tartışması öyle ya da böyle bir arayışa işaret etmektedir. Bu arayışta “sınıf”, konuyu bulandıran bir şey değil, netlik sağlayan bir kerte olabilir.
İşte bence burada bir uğrak ya da damar sosyalizm olmalıdır. Zira sosyalizmin soluğu kesildiğinde, antikapitalizm fısıltıya dönüşecek, antikapitalizm fısıltıya dönüştüğünde patriarka karşıtlığı silik bir gölge haline gelecektir.
Yukarıda bahsettiğimiz dip dalgalar içinde C’nin anaakımlaşması; kendisine B’den yandaşlar bulmasında hatta kimi örneklerde A’nın kafasını karıştırmasında açık hale gelmiştir. Postmodern mizojini tam da buralarda yuvalanmaktadır. Zira bırakın sosyalizmi, ağzına antikapitalizmi bile almayanların, soluğu kadın düşmanlığında alması bugünkü terf (trans dışlayıcı radikal feminizm iddiası) tartışmalarında görülebilir.
Kısacası, sosyalizm feminizme, feminizm sosyalizme gereklidir…
Kaynakça
1-Metin Çulhaoğlu, Gençlerle Baş Başa: Sosyalizm, Yordam Kitap(2020); s.27
2-E. P. Thompson, Teorinin Sefaleti, Alan Yayıncılık(1994); s.21