'Ezana uzanan dil' ve liberal feminizmin iflası

Fahiş iddia odur ki Feminist Gece Yürüyüşünün engellendiği saatlerde okunan ezan, kadınlar tarafından ıslıklarla “hakarete maruz bırakılmıştır”.

Bu tablonun derinleştirdiği bir şeye odaklanmak istiyoruz.

Aslında konu Feminist Gece Yürüyüşünü aşmaktadır. Tezimiz şudur: Son yıllardaki pratiğinin üzerine, “ezana uzanan dil” söylemiyle doruğuna ulaşan AKP rejiminin anti-feminizmi, bir dönemin hakim paradigması olan “liberal feminizmin” iflasını tescillemektedir.

Liberal feminist paradigma derken…

Bu paradigmanın bir ucunda İslami feminizmle hemhal olmuş kimlikçi yaklaşımlar, diğer ucunda lobi faaliyetleriyle, Avrupa Birliği, Dünya Bankası gibi kurumlarla kotarılan “projeci feminizm” vardır. Liberal feminist paradigmanın bu geniş meşrepliliği en azından bir döneme kadar iktidarla “sessiz bir ittifakın” korunmasını da içermiştir.

Neden ve nasılı açacağız, ancak önce bütüne başvurmak durumundayız.

Zira dünyada da Türkiye’dekine benzer biçimde liberal/postmodern temelli feminizmlerin iflas ettiği tespit edilmektedir.(1)

Bir dönem kapanmıştır. Globalden bakarsak…

Liberal feminist paradigma; eşitlikten önce özgürlükleri temel aldı. Özgürlüğün ölçeği “piyasa” idi. Çünkü “özgürlük” güçlü bir rekabet yetisi demekti. Neoliberalizmin eşitsizlikleri, “kadının güçlenmesiyle”, Avrupa Birliği ya da Dünya Bankası gibi kurumların “mikrokredileriyle” aşılabilirdi.

Kadınlar girişimciliğe teşvik edildikçe dünya daha adil bir yer haline gelebilirdi.

Sosyal darvinizme meyyal bir güç sembolü olarak ‘çocuk da yaparım kariyer de’ diyen; başarıya, özgüvene, güce, kusursuzluğa ve yenilmezliğe yazgılı bir tipti arzulanan.

Dünyada liberal feminist paradigma “işler yolunda gittiği” sürece, şık bir t-shirt baskısı olarak, iki partili demokrasilerin seçim garnitürü olarak, firmaların reklam yüzü olarak ya da pop şarkıcılarının “sosyal mesaj” konusu olarak var kalmaya devam edebilirdi.

Ne ki işler yolunda gitmedi. 2008 neoliberal krizi tüm dünyayı sarstı, çeyrek yüzyılın yıkımı tüm boyutlarıyla ortaya çıkmaya başlıyordu.

Neoliberalizm, yaşamı metalaştırdıkça, suyu, toprağı, yaşam alanını, eğitimi, sağlığı, bakım hakkını, her şeyi ama her şeyi paranın hükümdarlığına soktukça felaketin kadınlar için anlamı netleşiyordu.

Neoliberal evrede kapitalizm için kadınlar, çığlıklarla yağmalanan Amerika kıtasından farksızdı.

Girişimci olması, kariyer basamaklarını hızla tırmanması, bu arada çocuk da yapması beklenen “süper kadın”, esnek istihdamın, ucuz işlerin, ilk işten atılmanın kadınlar için kurala döndüğü bir dünyada soğuk bir şakaya dönüşmüştü.

Peki tekrar Türkiye’ye dönersek…

Öncesi ayrıca tartışılabilir ancak Türkiye’de liberal feminizm belirgin bir ağırlık olarak akademik yaşamda 2000’li yıllar boyunca köklendi ve gelişti. Kemalist resmi ideolojinin feminist eleştirisinin neredeyse akademide başarı kıstası haline geldiği, “kimlikler siyasetinin” yıldızının yükseldiği, İslami feminizmin iktidarla flörtleştiği bir dönemde ezber bozan bir “girl power” ortaya çıkıyordu.

Akademisyenden siyasi parti danışmanına, best-seller roman yazarından TV programı yapımcısına “liberal feminist paradigma” kendini inşa ediyordu.

Ezberler bozuluyordu…

Yıllar boyu Kemalist modernizme, onun ‘despot aydınlanmacılığına’, yaratmaya çalıştığı ‘modern kadın’ algısına cepheden bir karşı duruş gerekliydi. Bu modernizm ne sahici ne de yerliydi.

Örtünme bir boyun eğişi değil, kadının etkin olduğu bir siyasal gücü, siyasal katılımı temsil ediyordu. ‘Aydınlanmacı despotizme’ karşı imam nikahı da burka giyme de pekala kadınların kültürel özgürlükleri olarak savunulabilirdi. Akraba evliliği hakkındaki “karşı-propaganda” modernist Kemalist vesayetin ceberutluğundan başka bir şey değildi.

Dahası tüm bunlar cinsellikten beden politikalarına liberal motiflerle yan yana savunulabilmekteydi. LGBTİ+ bireyin güvencesi türbanlı kadındı vs.

Türkiye’nin “liberal feminist paradigması” erkek egemenliğini en çoğu ulus-devlet bağlamlı “cinsiyet rejimleri” olarak spesifikleştirme mahareti gösterdi. Ne ki konu AKP’ye uzandığında “asıl sorunun AKP’den öte erkek egemenliği” olduğunu gösterme gayretinde oldu hep.

Özellikle 2011 ve sonrası için buradan bir adım daha atalım…

AKP rejimi feminist-islamcı biçimi dahil olmak üzere liberalizmin çeşitli varyantlarıyla “kader ortaklığını” keskin bir viraj alarak düpedüz anti-feminizmle noktaladı. AKP’de yıllar yılı çalışan başörtülü İslamcı feminist adayların dışlanmasıyla başlayan süreç (2011) keskin anti-feminist çıkışlarla devam etti.

Ama AKP yalnızca anti-feminizm yapmadı. Neoliberalizmin 2008 uğrağı buralarda başka şeylere de yol açtı…

AKP, liberal feminizmin “Kemalist ulus-devletin feminist eleştirisiyle” meşgul olduğu sıralarda ne “vesayetten” ne “cinsiyet rejimlerinden” bihaber olan yoksul kadınları sosyal yardım politikalarının doğrudan nesnesi haline dönüştürdü.

Kömürün, bozuk helvanın, fena olmayan makarnanın, dul maaşının, engelli bakım yardımının muhatabı kadınlardı.

Paradigmanın iflası budur. Kemalist vesayetle uğraşan bizim “girl power” bayat bir şakaya dönüşmüştür çoktan…

Erkek egemenliği deyip AKP rejimi demeyen, kadının özgürlüğü deyip İslamcı faşizmden bahsetmeyen, haklar deyip yoksulları, emekçi kadınları merkeze almayan, erkeklikle kavga edip ezanın neyi örttüğüyle kavga etmeyen hiçbir şeyin yaşama şansı olmayacaktır.

Kaynak
1.http://sendika63.org/2019/03/bir-feminist-manifesto-uzerine-notlar-cinzia-aruzza-tithi-bhattacharya-nancy-fraser-536462/