Evdeki galeri

Dikkatinizi çekmiştir, sergilerin arkasında büyük sermaye grupları var. Sabancı, Borusan, Folkart gibi. Son anda gelen bile Aydın Doğan Vakfı. Hatta kimisi aracı da değil, doğrudan kendi koleksiyonundan parçaları sergiliyor; Arkas gibi. Garip bir duygu, ne düşüneceğimi bilemiyorum. Bir yandan seviniyorum aslında; insanlığa ait mirası koruyorlar diye. Birgün nasıl olsa tümünün kamuya aktarılacağından hiç kuşkum yok; o güne dek iyi saklanmaları gerekiyor. Herkesin yaşamda yapabileceği önemli bir iş vardır.

Kentte yaşamayı seviyorum. Hiçbir zaman deniz kıyısında küçük bir yerde doğayla baş başa olayım, balık tutup, bahçemde domates yetiştireyim diye bir isteğim olmadı. Elbette dev blokların içindeki, çok iyi bir tanımlama olduğunu düşündüğüm, ‘kibrit kutularından’ da hiç hoşlanmıyorum ama kalabalık, gürültülü kent sokaklarında amaçsız bile olsa yürümekten, sokakta bir şeyler atıştırmaktan, başkalarının yaşamına şöyle bir bakıp, teğet geçmekten keyif alıyorum. Hele bir de böyle bir güne sinema, tiyatro, konser veya sergi ekleyebilirsem, değmeyin keyfime.

O gece, gün boyu yaşadıklarım bir film şeridi gibi (elbette kısa metrajlı) geçer gözlerimin önünden ama ertesi gün kritiktir; eğer film, konser, sergi sık sık aklıma geliyorsa artık filmi, müziği kaydetmem gerekiyor demektir. Sergiler için ise durum biraz farklıdır; sadece anımsamam yetmez, yaşadığım bir anı, gördüğüm bir nesneyi sergideki bir esere benzettiğimi fark edersem kataloğunu almam gerektiğini anlarım. Yani genellikle hemen sergiyi dolaşır dolaşmaz almam. Bu yaklaşımımın işlevsel olduğunu düşünüyorum çünkü acele edip hemen satın aldıklarım veya bana armağan edilenler genellikle bir köşede kalırken, anlattığım gibi aldıklarıma yıllar boyu açıp bakarım; bunlar evdeki galerimdir benim:

Son yıllarda en çok elime aldığım sergi kitabı 2017 yılında İzmir’de, Arkas Sanat Galerisinde açılan Su Manzaraları isimli sergininki olsa gerek. Denize yakın yaşamanın bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum. Yaz, kış demeden her gün deniz kıyısında yürüyüş yapıyorum ve istisnasız her gün deniz farklı bir görünümde oluyor. Bazen dalgaların şekli Christian Blache’ninkilere benzerken, bazen Charles Malfroy limanları dinginliğinde sessiz ve köpüksüz oluyor. Yani denizin her halinin Su Manzaraları’nda bir karşılığını bulabiliyorum.

KÜNYE: Su Manzaraları. Arkas Sanat Galerisi Yay., 2017. Fiyatı 220 TL. 

Resimlerin bütünü 19. yüzyıldan 20. yüzyıl ortasına kadar ve tümüyle Arkas koleksiyonundan. Biliyorsunuz, manzara resmi 19. yüzyılın bir buluşu. Daha önce dinsel, mitolojik vs. sahnelere bir fon olarak veya olay ya da kişiyi daha iyi vurgulayabilmek için kullanılırdı. Böyle bakıldığında bu sergiye/kataloğa manzara resminin doğuş örnekleri denilebilir. Hemen anımsatayım, boya tüplerinin bulunuşu da bu döneme özgüdür; ressamlar hazırladıkları boyaları kolayca dışarıya taşıyabilsinler diye.

Kitap editörü Jean-Luc Maeso’nun dediği gibi “Hangi ekolden olursa olsun, doğa ile ilgili sanatçılar iki tutum benimsemişlerdir: boyun eğme ya da baş kaldırma”. Bu ayrımı bulabilmek için bile Su Manzaraları el altında bulundurulmalı.

Panoramik kent görüntülerinin ortaya çıkışı ise Rönesansla birliktedir.  “Orta Çağ’ın yeni yaşam alanı olan kentler, keşfedilen kültürel coğrafyanın sınırları genişledikçe eski haritacılık tekniklerini de dönüşüme uğrattılar.(1) Panoramik görüntüler 15. yüzyıldan itibaren Rönesans insanının bu kentlere bakışını yansıtır. “Bu bakış açısında kent ve onu inşa eden siyasi otorite birbiriyle bütünleşmiştir. Papa'nın kenti, Halife'nin kenti ve Sultan'ın kenti kavramları, panoramik gravürün sağladığı yeni görsel olanaklarla insanların zihnine farklı uygarlık tasarımlarını yerleştirirler.” (1)  Bu tekniğin en başarılı temsilcilerinden Fransız mimar, ressam, seyyah Antoine Ignace Melling, III. Selim zamanında padişahın kardeşi Hatice Sultan’ın sarayını restore etmek için İstanbul’a gelir. Bu dönemde çizdiği gravürler birkaç kez İstanbul’da sergilendi ve bir kısmı İstanbul ve Boğaziçi olarak basıldı. Toplam 48 gravürden oluşan koleksiyonun tümünü kapsayan kaliteli büyük boy Borusan baskısı var ama çok pahalı, 40 bin TL civarında. Neyse gravürlerin garip bir çekiciliği var ve insan tekrar tekrar bakmak istiyor. Orhan Pamuk, “Boğaz manzaralarını konu edinen bütün Batılı ressamlar içerisinde görmenin ve seyretmenin zevklerini bana en çok tattıranı ve bana en inandırıcı geleni Melling’dir” diyor. Kesinlikle katılıyorum ama sadece Boğaz değil, diğerleri de örneğin Büyükdere çayırındaki çınar ağacı da, çok etkileyici bence.

KÜNYE: Haremi Çizen Ressam Melling’in Gravürleriyle İstanbul ve Boğaziçi. Atlas Tarih Kitaplığı, 2012. Sahaflarda 7-150 TL arası. 

Melling’in Hatice Sultanla yakınlığı, ona Haremi de çizme olanağı vermiş. Bu arada Hatice Sultan Melling mektuplaşmalarının Türkçe ve Latin harfleriyle sürdüğünü söylemeliyim.

Prof. Dr. Hans Zilch bir plastik cerrah. Mesleği gereği el cerrahisi ilgi alanı içerisinde ve bu ilgiden yola çıkarak otuz yıl boyunca eli konu alan resim, heykel, karikatür ve fotoğraf toplamış. 2015 yılında bunları Türkiye’de çeşitli illerde ve İzmir’de Folkart Galeri’de Ellerin Büyüsü adıyla sergilemişti. Kimlerin yapıtları yoktu ki koleksiyonda? Rodin’den Dali’ye, Dino’dan Le Courbusier’e, Picasso’ya kadar önemli isimler ve çok özel yapıtları vardı. Türkiye’den de çok eser vardı sergide. Ayrıca yönetmen David Lynch ve Man Ray’in, yazar Günter Grass’ın çizimleri, el çizimleri olduğunu sergiyi dolaşırken öğrenmiştim. Benim için serginin sürpriziydi bunlar.

KÜNYE: Ellerin Büyüsü. Folkart Sanat Galerisi Yay., 2015. Sahaflarda 15-450 TL arası.

El önemlidir. Engels’in Doğanın Diyalektiği’nde, Maymundan İnsana Geçişte İşin Rolü başlıklı olağanüstü bir bölüm vardır. Bana sorarsanız kitabın en can alıcı yeridir diyebilirim ve burada iş diye kastedilenin biyolojik karşılığı esas olarak eldir. 

Sergi döneminde üniversitede çalışıyordum; özel ilgi alanım da el bileği idi. Yani gün boyu farklı el bozuklukları görüyordum; bilimsel çalışmalarım da, yazılarım da aynı bölgeye yönelikti. Tıpkı Su Resimleri’nde yaptığım gibi, gördüğüm ellerin Ellerin Büyüsü’ndeki karşılığına bakardım. Şunu söyleyeyim, Yves Netzhammer’in çizimi kadar el işlevini iyi anlatan çok az yazı okudum. Başka bir örnek de elin yapısıyla ilgili. Eskiden avuç içerisinde, anatomisi farklı kabul edilen bir alan vardı ve buraya yapılan cerrahi girişimler sıkıntı yarattığı için ‘No Man’s Land’ denilirdi. Katalogdaki Gertrud Plescher-Fahnler’in yapıtı burayı mükemmel anlatan bir çizimdir bence.

Aklımdan çıkmayan sergilerden bir tanesi de 2006 yılında İstanbul’da Sabancı Müzesindeki Cengiz Han ve Mirasçıları’dır. Büyük Moğol İmparatorluğunu hatta İ.Ö 4. yüzyıldan başlayarak bölgenin kültürel tarihini anlatan sergide dünyanın dört bir yanından toparlanan materyaller çok etkileyici bir biçimde sergilenmişti. Açık söyleyeyim o zamana dek gördüğüm en başarılı ‘küratörlük’ çalışmasıydı. Bozkırdaki rüzgârın uğultusu ve nal sesleri arasından sergiye, daha doğrusu Moğolların yaşamına giriliyordu. Aklımda kalan sergilenenlerden çok bu girişti. Kataloğu ne zaman açsam spontane bu ritim de başlar. Sanki müzikli kitap gibidir benim için Cengiz Han ve Mirasçıları.

KÜNYE: Cengiz Han ve Mirasçıları. Sakıp Sabancı Müzesi Yay., 2006. Sahaflarda 10-103 TL arası. Tüm resimleri içeren büyük boy ‘prestij’ baskısı sahaflarda 600 TL.

Tarihin kaydettiği toprakları en geniş alana yayılan devlet Moğol İmparatorluğudur. Ne Romalılar ne de Osmanlılar böylesi bir büyüklüğe erişememiştir sonrasında. Avrupa’da Macaristan’a dek gelmişler ancak bölge, ekonomik yapılarına uygun olmadığından terk etmişlerdir. Yani isteseler tüm Avrupa ve Asya’yı içeren tek devlet kurabilirlerdi. Moğolların uğraşıp da ele geçiremedikleri ülke sadece Japonya’dır. Biliyorsunuz, Japonya’nın yenilmezliği 2. Dünya Savaşı sonuna dek sürmüştür. Japonya’ya fiilen girebilen tek ordu Kızıl Ordu’dur.

Moğolların yarattığı uygarlığın zirve noktası Cengiz Han’ın oğlu Kubilay’ın Çin’i işgali ile birlikte oluşan olağanüstü kültürel kaynaşma olsa gerek. Burası Marco Polo’nun hayranlıkla anlattığı ama kendisinin ‘uzaklardan gelen bir barbar’ olarak karşılandığı Çin sarayıdır.

Moğol İmparatorluğunun özgünlüğü tarihte ilk kez kan bağına dayanmayan yerel yönetimlerin olduğu devlet yapısındadır. Zaten bu derece büyük bir imparatorluk da başka türlü yönetilemezdi. Sanırım bu özgünlüğün kültürel yansımasıdır yine Çin’i Çin yapan.

Bugünün son kitabı Göz Alabildiğine Umut. Diğer sergilerden benim için farklılığı, aslını izlemeden albüme bakarak yazmam. Sürekli okurlar için bu isim yabancı gelmemiştir çünkü Kocaeli Çağın Göz Hastanesinin 2022’de on birincisini düzenlediği ‘göz alabildiğine’ fotoğraf yarışmasının üç-dört kitabı hakkında daha önce yazmıştım. Artık ‘göz alabildiğine’ bende alışkanlık halini aldı, yıl geçince yeni bir kitabı bekler oldum. Göz Alabildiğine Umut yarışmasına katılan 2040 eserin 40 tanesi sergilenmeye değer görülmüş. Seçici kurul özellikle bu yıl çok zorlanmış olsa gerek çünkü sergilenmeye değer bulunanlar içinde bile benim ödül alanlardan daha çok sevdiklerim oldu.

KÜNYE: Göz Alabildiğine Umut. Çağın Göz Hastanesi Yay., 2022. Hastaneden istenebilir, sitelerinde fotoğraflar var.

Bu yılın fotoğraflarını daha yaratıcı buldum çünkü eskilerde ve özellikle tema olarak bir rengin seçildiği yıllarda klişeler biraz fazlaydı. Örneğin, tema ‘kırmızı’ olunca bayrak, ‘yeşil’ olunca çimen kullanımı gibi. ‘Umut’ ise çok çeşitli, ucu bucağı yok, bireye göre değişiyor. Klişeler evet, bu yıl da var (engelli sporu gibi) ama daha az.    

Fotoğraflara bakarken Malatya ve Kahramanmaraş’tan iki sanatçıyı, üstelik umudu fotoğraflamış iki kişiyi düşündüm. Şimdi olsa (yaşıyorlar mı?) acaba neyi fotoğraflarlardı? İzmir gibi görece çok küçük bir depremi yaşayan bir kentten bile iki enkaz kaldırma fotoğrafı varken…

Tam yazı bitti derken postadan 38. Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması albümü çıktı. Karikatürün Oscar’ı diye bilinen bu ödüllerin albümleri gerçekten çok kaliteli. Dünya çapında bir jüri ve sanatın doğası gereği özgürlük yanlısı karikatürler. İlk anda çok etkileyici ama daha çok bakmam gerektiğini düşünüyorum. Elbette bu aşamada yazmamın erken olduğunun farkındayım ancak sınırlı sayıda basıldığını düşündüğüm bu kitap tükenmeden haber vereyim dedim.

KÜNYE: 38. Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması. Aydın Doğan Vakfı Yay., 2022. Vakıftan bulunabilir.

Dikkatinizi çekmiştir, sergilerin arkasında büyük sermaye grupları var. Sabancı, Borusan, Folkart gibi. Son anda gelen bile Aydın Doğan Vakfı. Hatta kimisi aracı da değil, doğrudan kendi koleksiyonundan parçaları sergiliyor; Arkas gibi. Garip bir duygu, ne düşüneceğimi bilemiyorum. Bir yandan seviniyorum aslında; insanlığa ait mirası koruyorlar diye. Birgün nasıl olsa tümünün kamuya aktarılacağından hiç kuşkum yok; o güne dek iyi saklanmaları gerekiyor. Herkesin yaşamda yapabileceği önemli bir iş vardır.


(1)https://www.iae.org.tr/Sergi/Uzun-Oykuler/147