Diyanet ile Barolar arasındaki “eşcinsellik tartışmasını” biliyorsunuz.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ın “eşcinsellik, hastalıkları beraberinde getiriyor, nesli çürütüyor” sözlerine karşı Baroların karşı açıklamaları ve dahası bu Baroların soruşturmaya maruz kalması, salgın krizi günlerine bomba gibi düştü.
Bu taraflaşmada reisinden ana akım medyanın köşe yazarlarına kılıçlar çekildi. Hilal hanım günlerdir “aileleri yok ediyorlar” diye köşesinde ağlaşıyor.
Ne söylüyorlarsa biliyoruz ki tam tersi doğru. Egemenlerin evrensel demagoji yeteneklerini, Komünist Manifesto’dan beri biliyoruz. Hatırlatalım, güncelleyelim bir kez daha.
Burjuvazi bizi, aile düşmanlığıyla suçluyor; asgari ücreti 2324 lirada tutarak ailenin temeline dinamiti yerleştiren onlar değilmiş gibi…
Burjuvazi bizi, aileyi yıkmakla suçluyor; salgın koşullarında günde 39 liraya “yaşa ya da ailecek öl” diyen onlar değilmiş gibi…
Burjuvazi bizi ahlaksızlıkla suçluyor; milyonlarca çocuğu işçiliğe onlar mahkum etmemiş gibi…
Burjuvazi bizi bölücülükle suçluyor, karantina günlerinde şantiyelerinde “aile babalarını” bizatihi onlar alıkoymamış gibi…
Burjuvazi bizi “hasta olmakla” suçluyor, sağlık hizmetlerini imkansızlaştırıp, kıytırık maskeyi bile dağıtamayan onlar değilmiş gibi…
Burjuvazi bizi “hain olmakla” suçluyor, yüz binler metrobüslerde sıkış tıkış giderken “sakin ol şampiyon” diyerek yalısının önünde poz verenler onlar değilmiş gibi…
Burjuvazi bizi obur olmakla suçluyor, herkes 1.25 liraya alınan gofreti konuşurken krizde bile karlarına kar katan onlar değilmiş gibi…
Burjuvazi bizi “zaten yaşlı” olmakla suçluyor, CEO’ların, parti başkanlarının, reislerin her biri sanki yirmilerinde delikanlılarmış gibi…
***
Diyanet’in eşcinsellik hakkındaki nefret söylemiyle başlayıp “aile düşmanlığı” ithamına evrilen konu, kimilerine göre basitçe gündem saptırma. İçişleri bakanını istifanın eşiğine getiren krizli bir olağanüstü dönemde, erken seçim talebinin “darbe iması” olarak görüldüğü bir dönemde “eşcinsellik tartışması” dikkat dağıtmak için oluşturulmuş gibi görünüyor.
Kısmen haklı yanları olabilir elbette. Ancak unutmamak gerekir ki 20 yıldır “gündem saptırma” denilen konulardan yeni bir rejim inşa edilmiştir. Üstelik “gündem saptıran” ya da “saptırmayan”, hepsinin düğümü andırır biçimde iç içe geçtiğini düşünüyoruz.
Dilerseniz maddeler halinde açalım:
1- Oldukça soyut bir düzeyden bakarsak kapitalist üretim biçimi ile modern aile yapısı arasında birbirini destekleyen bir ilişki vardır. Kapitalizmde aile, özellikle işçi sınıfı için J. Brenner'ın tabiriyle, “hayatta kalma stratejisinin” özgül bir birimidir. Daha açık bir ifadeyle, kadının eve, çocuklara bakması, erkeğin işe gitmesi ya da kadının daha az ücretle bile olsa işe gitmesi gibi yaygın örneklerde görüldüğü gibi “aile” iktisadi bir yapı olarak, bir tür “direnme mevzisi” olarak işlev kazanır.
Ancak burada kalmaz.
2- İnsanları aile birimi etrafında dayanışmaya, direnmeye mecbur bırakan aynı kapitalizm, varsayılan 'hayatta kalma stratejilerini' ideolojik, kültürel, ekonomik süreçlerle geçersizleştirerek aileyi dağıtır.
Bu anlamda burjuvazi yalnızca mezar kazıcılarını yaratmamış, kazma-küreği de ailenin ortasına atmıştır.
Dolayısıyla kapitalizm ile aile arasındaki ilişki, birbirine zıt yönde iki dinamik barındırır. Aile hem zorunludur hem de giderek imkansızlaşır.
Bu ikilik özgül bağlamlıdır, tarihsel döneme, koşullara göre yeni çehreler kazanır.
3- Sözgelimi günümüzün neoliberal evresinde aile, patlamaya hazır bombadır.
Zira bir taraftan muhafazakar ideologlar sistematik biçimde “aile olun” propagandası yapmakta, otoriter rejimler “ezel-ebed kutsal aile” mevzisine yüklenmekte ama diğer tarafta emeği ve onun yeniden üretimi koşullarını, sınıfa saldırı politikalarıyla tarümar ederek, aileyi bir batağa dönüştürmektedir.
4- AKP rejiminin “aile ideolojisinde” ise başka özgün yanlar mevcuttur.
Rejim aileye dört elle sarılıyor. Çünkü rejim, eskiden devletin yaptığını artık kadın yapsın istiyor, eskiden hastanenin yaptığını artık kadın yapsın istiyor, eskiden kreşin yaptığını artık kadın yapsın istiyor, eskiden huzurevinin yaptığını artık kadın yapsın istiyor, eskiden özel eğitim merkezinin yaptığını artık kadın yapsın istiyor.
Maaş yetmiyorsa kadınlar “sosyal yardım” kuyruğuna girsin, erkeğimize zeval gelmesin istiyor rejim.
Kadın hem en ucuza işlere koşmalı hem de bunları yapmalı. Bu ekonomik şiddeti sarmalayan İslami kıvamlı ataerkil propaganda tam da burada bir rejim meselesi haline geliyor.
Peki ya bu tıkır tıkır işlemesi gereken mekanizma alarm veriyorsa?
Peki çeyiz yardımına, boşanmanın zorlaştırılmasına, gün aşırı propagandaya rağmen örneğin istatistiklerde dağılmış aile yapıları artıyorsa?
Kutsal aile etrafında örülen yüksek duygusal yatırım ile “hayat gerçekleri” arasındaki açı giderek büyüyorsa?
Aile denilecekse, AKP rejimi kadınların sırtına binerek kurduğu Yeni Türkiye’yi kaybetmek istemiyor. Ve dahası, AKP’nin salgın koşulları faşizmi, “eşcinseller” gibi pek çok cephede en az savunulacakları hedef göstererek, yitirmeye korktuğu aileye parmak sallıyor.