Eşcinsel bir çiftin hak mücadelesi

2013-14’te 7 milyona yakın izleyici toplayarak 1980’lerden beri en çok izlenen yerli film ünvanını kazanan (kısa bir süre sonra Recep İvedik 4 bu rekoru kıracaktı) Düğün Dernek’in devam filmi Düğün Dernek 2: Sünnet’in Türkiye çapında toplam 361 sinema salonunda gösterime girdiği bu hafta vizyona girebilen diğer beş filmin ikisi gerçek kişilere odaklanan, ilginç ve seyredeğer filmler.

Türkçe adı biraz yanıltıcı olan Amerikan yapımı Aşka Özgürlük (Freeheld), on yıl kadar önce yaşanmış gerçek bir vakayı temel alarak lezbiyen bir çiftin hak mücadelesini konu ediniyor. Filmin adı kısmen yanıltıcı çünkü konunun odağındaki lezbiyen çiftin aşklarını özgürce yaşama konusunda çektikleri sıkıntı, mesleği polislik olan kadının işinde terfi etmesine engel olabileceği endişesiyle cinsel yönelimini mesai arkadaşlarının çoğundan gizleme gereğini hissetmesinden ibaret. Kuşkusuz bu da önemsiz bir sorun değil ama bir müddet sonra olayların gelişimi beklenmedik bir başka seyir alıyor. Aynı evde yaşayan çift, ilişkilerini eşcinsel evliliğin ABD’de henüz yasal olmadığı o yıllarda bazı eyaletlerde eşcinsel çiftlere tanınan ‘ev hayatı ortaklığı’ statüsü altında resmileştiriyorlar. Ancak kadın polis Laurel Hester’e ölümcül kanser teşhisi konulmasının ardından bu statünün kendisinin ölümü halinde emeklilik sigortasından ‘ev hayatı ortağı’ genç Stacie’nin yararlanmasına yetmediği, daha doğrusu sigorta kurumunun buna cevaz vermeye yanaşmadığı ortaya çıkıyor. Bu durum karşısında Laurel, -heteroseksüel bir erkek olan- devriye arkadaşının desteğiyle bir hak mücadelesine girişiyor. Bir müddet sonra eşcinsel evlilik hakkının tanınması için kampanya yürüten bir eşcinsel baskı grubu da devreye giriyor ve Laurel ile bu grup arasında biraz gerilimli bir dayanışma yaşanmaya başlanıyor. Kişisel mücadelesinin daha ‘büyük’ bir davaya ‘alet edilmesi’ konusunda isteksiz olan Laurel’in bu tutumundaki evrim filmin ilginç bir yan unsuru.

Aşka Özgürlük, yapımevinin kimliği açısından ‘bağımsız’ bir yapım ancak gerek Julianne Moore gibi tanınmış bir yıldızın başrolde yeralması, gerek izleyicilerin duygularını anlatısının her noktasında anaakım bir filmden bekleneceği şekilde yönlendiren geleneksel anlatımı dolayısıyla bağımsız bir filmden ziyade bir Hollywood yapımını andırıyor ve sonuçta eşcinsel evliliklerin yasallaşmasının ne kadar doğru olduğunu ‘göstermeye’ dönük bir misyon filmi özelliği taşıdığını gizlemiyor. Bu da dürüst bir tavır ve zaten bu misyon da takdir edilesi bir misyon...

James Dean’in yaşamından bir episod

Haftanın dikkat çekici bir diğer yabancı filmi de yine gerçek bir tarihsel vakayı perdeye getiriyor. Hollywood’un efsaneleşmiş yıldızlarından James Dean’in kendisinin en ünlü fotoğrafını çeken fotoğrafçısıyla yaşadığı süreci konu alan Life, filmlerinden ve, evet, çiseleyen yağmur altındaki o ünlü foroğrafından tanıdığımız bu yıldızı bir insan ve bir sanatçı olarak tanıtma konusunda çok başarılı bir çalışma. Life, edebiyata ve tiyatroya düşkün bu genç oyuncunun Hollywood tarafından ‘yıldız’ kalıbına sokulmaya direnen bir genç insan olarak portresini çiziyor. Ve sözcüklerle tarifi olanaksız bir his olarak, bu delikanlının genç yaşta ölmüş olmasına şaşmama noktasına geliyorsunuz film bittiğinde