TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın kadın tiyatro sanatçılarının sahne almasını engellemesi ve kadın sanatçıların seyircinin göremeyeceği biçimde merdivenlerde alıkonulması öfke uyandıran bir olaydır gerçekten.
Üstelik yıllar yılı Cumhuriyet’in, kadını “vitrin olma” derekesine indirdiğinden, sahte biçimde “sahnenin önüne” koyduğundan dem vuranların, bugün, kadını sahneden aşağı çekenlere, ona “vitrini” bile çok görenlere karşı sessizliği de ayrıca anlamlı hale gelmiştir.
Yine de bu yaşadığımız, formülü bilinen bir denklemin tekrar ve tekrar sağlamasının alınmasından öteye anlamlar içermeli. Daha açık ifade etmek gerekirse, fasılalarla karşımıza çıkan her olay ve olgu, AKP rejiminin gericiliğini bir kez daha kanıtlamaktan başka anlamlar da barındırmalı.
Ya da “işte bu olay rejimin bilmem hangi evreye geçtiğinin işaret fişeği olarak görülmeli” açıklamalarının bir sınırı olmalıdır. Çünkü sınır görülmediğinde, en ileri eleştiri bile etkili bir söylem analizinden, başarılı bir “yapı-sökümden”, kimi zaman güzel söz söyleme sanatından ya da bir tür “anti-ver mehteri” havasından ibaret kalacaktır.
O halde bu “sahneden indirme” olayının bir de bizim cephemizde, söylemden öte mücadele boyutunda ele alınması gerekir.
Bugünün siyasal kamplaşmasına bakıldığında bir tarafın fotoğrafı çok nettir: Bu fotoğrafta kadını “sahneden indirenler”, partisinin kadın kolları standının başına erkekleri geçirenler, “kadın kolları” temalı işlerinde bile kelli felli bıyıklı göbekli adamlar bulunanlar, “anneliği” tartışmaktan geri durmayan erkek gazeteciler vb vardır.
Kadın erkek el ele özgür günlere!
“Sahneden indirilenler” meselesinin bizim cephemizde konu edilmesi gereken boyutuna gelelim. Malumunuz, başta 8 Mart olmak üzere kimi eylem ve etkinliklerde neredeyse 30 yıldır süren ve artık klişeleşme sınırlarını zorlayan bir “erkekli mi erkeksiz mi” tartışması var.
Bugünün Türkiye’si düşünüldüğünde burada, çoktan tartışılıp kenara konulduğu varsayılan şeylerin aslında bir kez daha değerlendirilmeye muhtaç olduğunu söylememiz gerekir.
Son otuz yıla bakılırsa, radikal ve çokça da sembolik bir politik bağlam olarak “sahneden indirme” olayını önemli kılan budur. Biraz provokatif bir ifadeyle soru aslında, onların “sahneden indirdiklerine” biz “sahneyi veriyor muyuz” sorusudur.
Erkekli mi erkeksiz mi tartışması evrensel bir yasayla ilgili değildir kuşkusuz. Tartışmanın Türkiye’deki izini sürelim.
1989 yılının ortak gerçekleştirilen 8 Mart’ında erkekler alana arkadan gelince polis saldırısı olur. Polisin gerekçesi 8 Mart’ın kadın eylemi olmasıdır. Bunun üzerine alandaki kitle “kadın erkek el ele özgür günlere” sloganıyla kenetlenir. Filiz Karakuş’un aktardığına göre slogan feministlere karşı değil, polise karşı atılmıştır. Bu durum feministler açısından son derece sevimsiz anılsa da saldırı karşısında fiili bir durum oluşmuştur.(1)
Erkekli mi erkeksiz mi tartışması bu olayla alevlenir. Yıllarca giderilemez. 1997’nin 8 Mart’ı ise sosyalistlerin, Kürt kadın hareketinin, feministlerin buluştuğu bir yıl olur. Kürt kadın hareketi bu yılı izleyen dönemde önce “erkeksiz olmaz” diyecek, sonra kitlesini ve meşruluğunu artırıp kendi göbeğini erkek yoldaşlarından kesecektir.
İzleyen yıllarda çeşitli politik özneler bambaşka tutumlar da sergilemişlerdir. Kısacası aslında bir evrensel kanundan çok dönem ve koşullardır sözünü söyleyen.
Peki bugüne gelirsek?
Bugün kadın örtülmeye, kapatılmaya, sesi kısılmaya, görünmez kılınmaya, sahneden indirilmeye, sokakta, parkta, otobüste yok edilmeye çalışılıyorsa buna karşı mücadelede kadın hep önde olmalıdır.
Burada, kadının özneleşmeye, görünür olmaya, en önde olmaya, “erkekli olsun” ısrarları karşısında yalnızca kendiyle anılacak, kendiyle sembolleşecek işler yapmaya ihtiyacı vardır.
Kadın sahneye yeniden çıkacaksa başka yolu yoktur!
Notlar:
1-Feminizm Tartışmaları-4, Filiz Karakuş, Amargi Dergi, 2011, s.56