Erdoğan’ın iki dünyası

Tartışma konusu basitçe şöyle ifade edilebilir: Bir siyasal lider olarak R.T. Erdoğan’ın çıkışlarına ve söylemlerine bakıldığında belirli bir siyasal rasyonalite (akılcılık, hesap-kitap, mantıksal tutarlılık, vb.) ile bu kişinin özel psikolojisi arasındaki ilişki hakkında neler söylenebilir? 

Erdoğan’ın pragmatizmine, reel politika süreçlerindeki kimi ustalıklarına ağırlık verenler muhtemelen kendisinin her çıkışına ve söylemine belirli bir siyasal rasyonalite biçecek, meselenin “özel” psikolojik boyutu ise dikkate alınmayacaktır.

Biz bu kanıda değiliz.

Görebildiğimiz kadarıyla, Erdoğan’ın elbette ayaklarını bastığı, sanal olmayan, gerçek bir siyasal dünyası vardır; ne var ki bu gerçek dünyanın çizdiği sınırlar, Erdoğan’ın “büyük lider” egosunun eseri sayılabilecek başka ve bu kez sanal bir dünyada aşılabilmektedir.

***

Türkiye’nin (artık ne kadarsa) jeopolitik önemi… Uluslararası sermaye hareketleri açısından temsil ettiği potansiyel… Büyük nüfusu ve işgücü… Mülteciler ve siyasal İslam’ın “rehabilitasyonu” gibi konularda oynadığı/oynayabileceği roller… Günümüzdeki haliyle “doğu/batı” kamplaşmasında işgal ettiği özel yer ve başkaları…

Bunlar kuşkusuz günümüzün gerçekleridir ve Erdoğan da ayaklarını bu gerçeklere basmaktadır. Ancak, bu gerçeklerle Erdoğan’ın egosantrik ve “otoriter kişiliğinden” (Adorno) kaynaklanan, bir anlamda “başkalaşmış” dünya üst üste geldiğinde otoriter kişilik, gerçek dünyanın sınırlarının pekala aşılabileceğini, kendi dünyasının gerçek dünyanın yerini alabileceğini düşünmekte, böyle hareket etmektedir.

“Psikoloji” ya da politik psikoloji buradadır ve bunu görmeden iktidardaki bir siyasal liderin tutup muhalefete “Ülke yönetimine talip olmaktan vazgeçin” gibi bir söz söyleyebilmesini herhangi bir “siyasal rasyonalite” ile açıklamak mümkün değildir.

Bizce burada “korkutma”, “tehdit”, vb. söz konusu değildir; otoriter kişiliğin dünyası, başka bir iktidarı “düşünülemez”, “tahayyül bile edilemez” bulmaktadır.

***

Çok partili rejimden bu yana ülke İsmet İnönü’nün yanı sıra Menderes, Demirel, Ecevit gibi önemli siyasal figürlere tanıklık etmiştir. Bu isimlerden hiçbirinin siyasal tasarruflarında “özel psikolojik durumları” da hesaba katma gerekliliği ortaya çıkmamıştır. Her birinin vardır, olmuştur; ama hepsi formel siyasete bir şekilde “yedirilmiş”, özel olarak ön plana çıkmamıştır.

Erdoğan örneğinde ise farklı bir durumla karşılaşıyoruz.

Son örnek, büyükelçiler meselesidir.  

10 büyükelçinin “istenmeyen kişi” ilan edilmesi için verilen “talimat”, eminiz, kimileri tarafından başı sonu düşünülmüş, belirli bir amaca yönelik gerilim yaratma ve buradan beslenme siyasetinin parçası sayılacaktır.

Evet, “gerilim yaratma” bir siyasettir, öyle değerlendirilebilir; ama bunun “persona non grata” ilanına kadar taşınması herhangi bir “siyasal rasyonalite” ile açıklanabilecek bir durum değildir.

O zaman bir açıklama olarak “özel psikolojiye” ne dersiniz?

“Ben yaparsam olur” sabit fikriyle desteklenen özel bir durum…  

***      

Daha önce yazmıştık: Etyen Mahçupyan bir ara Erdoğan için “Sevilebilir bir karakter, babama çok benziyor” demişti…

Mahçupyan’ın babasının kim olduğunu bilmiyoruz; ama Erdoğan’ın huylarını babasına benzettiği kesindir. Erdoğan gibi tek adam konumundaki bir siyasal liderin en başta “huylarıyla” birlikte anılması pek hayra alamet bir durum değildir.   Daha doğrusu, kimi “huyların” siyasal rasyonaliteye baskın çıkabileceğinin işareti sayılmalıdır.   

“Huylarıyla” anılmaya başlayan bir siyasal liderin bir de tek adam olduğunu, çevresinde kendisini en azından kimi aşırılıklarında frenleyip dengeleyebilecek kişilerin de olmadığını düşünürsek…

Yoksa düşünmesek daha mı iyi olur?