Erdoğan’ı bu kez kim götürecek?

Ezbercilik, sanıldığının aksine yalnızca kötü eğitim sisteminin bir ürünü değil çokça kullanılan bir düşünme biçimidir. Bir ülkenin geleceğine dair öngörülerde bulunmak isteyenler, mutlaka geçmişteki hareket kalıplarına, ülkenin kimi değişmez özelliklerine bakmak zorundadırlar. Bu kalıpların kimi toplum yasalarından soyutlanarak aynen tekrarlanmasını bekleyenlere, yani kolaya kaçanlara ise ezberci diyoruz.

Recep Tayyip Erdoğan örneğine bir göz atalım. İktidardan kaç kez düştü kim bilir. Elbette yalnızca öngörülerde…

İlk ezber Deniz Baykal’dan geldi. Devlet teamüllerini bilmeyen, kaba saba bir adamın başbakan olmasına izin verilmesi olsa olsa onun düşüşünü hızlandırırdı. Milletvekilliği ve başbakanlık yolu açıldı.

Avrupa Birliği süreci başka bir umut oldu. Medeniyetin beşiği, bu süreçte medeniyet fukaralarının Türkiye’yi yönetmesine izin vermezdi. AKP ve Erdoğan güçlenmeye devam etti.

Çankaya’ya bir türbanlının yerleşmesi TSK tarafından asla ve asla kabul edilemezdi. Darbe dincileri iktidardan indirecekti. Asıl darbeyi dinciler vurdu.

Türkiye giderek İran’a benziyordu. Yok yok, bu sefer kesindi. Amerikalılar bunu kaldıramazdı. Olan oldu. Yalnızca Türkiye değil tüm Orta Doğu AKP-ABD eliyle cihatçı doldu.

Bir başka görüşe göre Erdoğan’ın cumhurbaşkanı olması meseleyi asıl çözecek olandı. Kendisinden öncekiler gibi orada etkisizleşecek, siyasetten emekli olmak zorunda kalacaktı.

Cemaatle ters düşülmesi, Van Minüt krizi, “çözüm” süreci, sayısız restorasyon denemeleri; hepsi Erdoğan’ın sonunu işaret ediyordu. O son bir türlü gelmedi.

Ezberler bir kez olsun tutmadı.

Elbette bu süreçlerin hiçbirinde sallanmadı, sona yaklaşmadı diyemeyiz. Erdoğan bir şekilde ya krizlerden beslendi ya da en düşük kayıpla krizlerden sağ çıkmasını bildi.

Yaşananların ardından bu da bizim ezberimiz olsun: Erdoğan dönemi, Türkiye’nin geleneksel siyaset kalıpları ile değerlendirilemez.

***

Saray rejimi yeni bir krizi yaşarken bunları hatırlatma gereği duyduk. Erdoğan’ın gidici olduğu söylentileri çoktan başladı bile.

Nasıl başlamasın ki?

Temel stratejisini Anayasayı değiştirmek ve başkanlık sistemine geçmek olarak belirlemiş bir lider, 12 Eylül referandumu ile kendi kurduğu Anayasa Mahkemesi’ni tanımadığını ilan ediyor. Partisinin kurucu kadrosunun tamamı ona bayrak açmış. Orta Doğu’ya model olmak için çıktığı yolda ülkesini iç savaşın eşiğine getirmiş. Darbe senaryoları Amerikan gazetelerini süslüyor.

Anlayacağınız Erdoğan bu kez kesin(!) gidici.

Amerikalılar, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Anayasa Mahkemesi Üyeleri, TSK’daki rahatsız subaylar, Fethullahçı Şebeke, pek demokrat liberal güçler, hatta Davutoğlu; hep birlikte Erdoğan’ın işini bitirecekler.

İmkansız değil elbette, ama açık söyleyelim önemsizdir.

Bu beklentiye göre siyaset yapmak ise düpedüz zararlıdır.

Yalnızca yukarıda sayılan güçlere güven olmayacağı için değil, kafa bulandırdığı, hedef saptırdığı için de zararlıdır.

Biz yararlı olana odaklanalım.

Yazının başında Haziran Direnişi’ni, AKP’ye gerçekten zarar veren halk mücadelelerini bilinçli olarak saymadık. Çünkü bu mücadeleler “Erdoğan’ı şu mu yoksa bu mu götürür” gibi pasif sorunlara değil, “biz nasıl götürürüz” gibi aktif sorunlara işaret ediyor.

Kategorik olarak farklıdır ve doğrusu da buralara odaklanmaktır.

Peki ya bu kez onlar başarılı olurlarsa, ya Erdoğan gerçekten giderse?

O zaman da yerine gelenlerle mücadele ederiz.

Çok mu zor?