Enginarın bile bir kalbi vardır...

Mutfak... Küçük veya büyük olması fark etmez, evin en nevrotik bölümüdür. Çünkü nankördür ve hep ilgi ister. Bütün gün temizler, paklarsınız; fayansını, ocağını şefkatle okşayıp pırıl pırıl yaparsınız ama o ilk fırsatta (ilk kızartmada, ilk menemende hatta ilk Türk kahvesinde) sizi satar, kirleniverir. Ayrıca ispiyoncudur. Balık mı kızarttınız, fırında tavuk mu yaptınız, kek mi pişirdiniz; bütün apartman anlar kokusundan. Dahası ikiyüzlüdür. Zevkle hazırlanan yemek öncesinde sevecen bir dostken yemek bitiminde çöpün, bulaşığın, karmaşanın bütünleştirdiği bir düşman olur.

Mutfak... Kadının sığındığı, oyalandığı, ağladığı (Soğan doğruyordum demek kolaydır nitekim.) yer de olabilir; en çekici tavırlarını sergilediği yer de. Ocağı, fırını, tavayı hızla ve ustalıkla kullanan bir kadının hali; Kill Bill'deki Uma Thurman'ın nefes kesen sahneleriyle eş değerdedir. Pek tabii buharı yükselen çaydanlık, fırından gelen kek kokusu sıcacık bir mutfak tasviri getirir akıllara çünkü burası en güzel sohbetlerin edildiği, en büyük tartışmaların tatlıya bağlandığı, kahkahaların gözyaşıyla harmanlandığı evin sırdaşı, hazine odasıdır.

Geleneksel Türk aile yapısında evin tamamen kadına yüklenmesiyle kadına ait kısır döngünün yaşandığı mekan olarak etiketlenen mutfak, kadına verilen değerin de kadının yalnızlığının da göstergesi olmuştur. Ev içi emeği değersizleştirilen kadın için mutfak, Murathan Mungan'ın deyimiyle "morgdur". Mungan'ın oyun kitabı "Mutfak"ta, “hayatın kardeş ettiği kızlar” mütevazı bir lokantanın mutfağında bir araya gelip öznel hikâyelerini anlatıyorlar. Portakallı kereviz, kuş üzümlü pazı kavurma, terbiyeli kuşkonmaz pişerken İstanbul'un, dahası Türkiye'nin panoraması ortaya çıkıyor. "Erkek kahrı çekeceğime mutfak kahrı çekerim." ya da "Bir kadının hayatına en az bir alçak herif girmedikçe o kadın yetişkin biri sayılamazmış." cümleleri yankılanırken mutfak duvarlarında; hayatla, babayla, kocayla, devletle boğuşan bu kadınların öyküleri pişen yemeğin buharına karışıp yükseliyor.

Tahsin Yücel'in yayımlanan ilk romanı "Mutfak Çıkmazı"nda ise feodal ve ataerkil mayayla yoğrulmuş İlyas Divitoğlu adlı genç; hukuk okumaktan, ailesinin beklentisinden, arkadaşlarından, toplumdan uzaklaşarak kendini mutfağa adar ancak mutfak kapısı çıkmaz yollara açılır. Kahramanımızın savunması "Her şey bir tutku nesnesi olabilir. Yemek yapmak bile." olsa da varoluşçuluğun önemli kavramlarından olan “yabancılaşma ve kimlik bunalımı” sonrasında yaşamını yitirir İlyas. Bir  partide tanımadığı bir kadından tesadüfen duyduğu coq-au-vin adlı Fransız yemeğini saplantı haline getirir ama aslında içinde debelendiği çıkmazın mutfak değil gelenekler, görenekler, aile bağları, kadın-erkek  ilişkileri bağlamında oluştuğunu vurgular.

"Gurmenin Son Yemeği"nde ise dünyanın en başarılı, en tanınmış, gastronomi sanatına çağ atlatmış bir gurmenin kırk sekiz saatlik ömrü kalmıştır. Kahramanımız bu kısa süreyi gençliğine ait "ilk tadı" aramaya ayırıyor. Leziz yemekler eşliğinde gurmenin yaşamını bir film şeridi gibi izliyor; bir tadın, bir kokunun peşinden çılgınca koşuyoruz. Ekmek, mayonez, yumurta, et, dondurma gibi yiyecekler hakkında söylediklerini düşünürken yemek ve insanlığın değerleri arasındaki ilişkiyi sorguluyoruz. Kahramanımız "Ekmek... Ekmek... Tanrım, başka ne var? İnsanları yeryüzünde yaşatan ekmekten başka ne var?" diye söylenirken basitinden zoruna her yemeğin tadından, kokusundan, görselinden farklı hazlar alındığını duyumsuyoruz.

Evet, mutfak... Siperdir, sığınaktır, hazinedir; bazen mutluluk, bazen de kederdir. Kimi zaman çorbalar, etliler, zeytinyağlılarla düşünceler aynı kapta pişirilir; dertler pembeleşinceye kadar kavrulur; kimi zaman da sebzelere şevkle şarkılar söylenir. Ah! Şu Corona günlerinde mutfağın evimin en keyifli alanlarından biri olduğunu hatırladım. Zira insan çok yoğun çalışınca mutfağı unutuyor. Kilom dolardan hızlı yükseliyor olabilir ama yemek yaparken, börek pişirirken, bulaşık yıkarken duyduğum haz beni şaşırtıyor. Tezgahta yıkanmamış tek bir bardağa bile tahammül edemiyor, bulaşık süngeriyle kap kacak arasında gönül bağı kurmaya çalışıyorum; belki de onlar temizlenince her şeyin yoluna gireceğini düşünüyorum.

Dahası tavukla barış antlaşması imzalıyor, sebzelere şiirler okuyorum. Uzaktan eğitim narına her hafta her dersten ellişer sayfa ödev gönderen kızımın pek muteber öğretmenine de şöyle diyorum: "Uzunluk ölçülerinden, önadlardan daha mühim şeyler var hayatta. Enginar mesela. Enginar önemli."  Sonra Amelie filminin başrol oyuncusu Audrey Tautou'nun ünlü repliğini hatırlatıyorum: "Siz bir sebze bile olamazsınız Mösyö Colignon çünkü enginarın bile bir kalbi vardır."

Künyeler:

- Mutfak, Murathan Mungan, Metis Yayınları, 2013.

- Mutfak Çıkmazı, Tahsin Yücel, Can Yayınları, 2018.

- Gurmenin Son Yemeği, Muriel Barbery, Çev: Armağan Sarı, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2015.