Enerji, bağımsızlık ve sevgi üzerine

Enerjisiz bir yaşamın olanaksız olduğu bir devirde yaşıyoruz. Uğruna savaşlar çıkan, sömürünün ve talanın baş nedenlerinden biri olan bu enerji, yeryüzünü mahvederek kendisine gereksinim duyulmayan ilkel bir dünyaya dönüşe bile neden olabilir. İllüminati tayfasının ay, mars vb. yerlerde kendilerine yeni bir dünya kurma planları bu nedenden değil mi?

Enerji kaynaklarını en kaba şekilde fosil kökenli (kömür,petrol,doğalgaz) olanlar ve diğerleri (nükleer, hidroelektrik, jeotermal, rüzgar, güneş, biyokütle, hidrojen, dalga vs.) şeklinde ayırabiliriz. Yazıda, bu kaynakları tek tek ele alıp olumlu ve olumsuz yönlerini ortaya koyan bir popüler teknik not oluşturmak niyetinde değilim. Konuya biraz daha genel, yukarıdan ve bazı sorular çerçevesinde bakmak eğilimindeyim.

Soru 1: Ülke olarak hangi enerji kaynaklarına sahibiz ve bu kaynaklar gereksinimimizi bugün için karşılıyor mu, gelecekte ne olacak?

Gerçekte, kaynaklara sahip olmak onu kullanılabilir kılmıyor. İklimsel bir avantaj olarak yenilenebilir enerji kaynaklarına sahip olabilirsiniz, ama onları kullanma konusunda iradeniz ve yeterli teknolojiniz var mı? 50 sene önce Dünyanın en büyük krom rezervlerinin Türkiye’de olduğu söylenirdi ama biz kromu işleyemediğimiz için ham olarak dışarı satar, işlenmişini de beş katı fiyata satın alırdık. Şimdi de aynı masal bor ve thoryum için geçerli; kimilerine kalsa yeraltımız bu elementlerle kaynıyor. Varsayalım ki doğru olsun, ancak çıkaracak ve işleyecek teknolojiniz yoksa paçayı emperyalizme kaptırdınız demektir. Aynen doğalgaz’daki gibi, iyi bir seçim öncesi kullanım malzemesi olabilir, o kadar.

Fosil yakıt kaynaklarına sahip ve onları üretecek, kullanabilecek durumda iseniz, hatta satabilecek kadar fazlanız da varsa emperyal güçlerle iyi geçinmeniz lazım yoksa Irak gibi özgürleşebilirsiniz! Evet, bağımsızlığın önemi işte burada ortaya çıkıyor; ancak bunun da sadece iradeye bağlı olmadığını, bilimin (özellikle seçilerek kullanılan ilim kelimesinin değil -aman dikkat-) yolunda ve gelişmiş teknolojilere yatırım yaparak gerçekleşebileceğini unutmayalım. Ülkenin bütçesinden kurumlara ayrılan payların oranları bırakın iradeyi, niyetin bile olmadığını göstermeye yetiyor.

Rüzgarımızla, güneşimizle, yeraltı sıcak sularımızla övünüyoruz. İyi de rüzgar türbinlerinin birçok bileşeni yurt dışından geliyor, keza güneş pilleri aynı şekilde, jeotermal sondajları kim yapıyor dersiniz, esamesi okunmayan, yeni teknolojiden nasibini alamamış MTA mı? Gerçekçi olalım: rüzgar türbinlerinin kuşların göç yollarında telefata neden olduğu veya elektrik üreten jeneratör kısmında oluşan manyetik alanın sağlığa zararı, yarattıkları gürültü kirliliği, jeotermal atık olarak hidrojen sülfürün atmosfere salınarak yarattığı koku kirliliği, güneş enerjisinin hava durumuna bağlılığı ve depolanmasının güçlüğü; evet bunların her birisi birer sorundur ama tali sorunlardır, Asıl olan, sahip olunan enerji kaynaklarını ülke yararına, ülke insanının refahı ve gelişimi için kullanma iradesi ve gücüdür, yani bağımsız olabilmektir. 

Soru 2: Sahip olduğumuz enerji kaynaklarının kullanımı sürecinde çevreye verdiğimiz zararların (kimilerini tali sorun olarak nitelemiş olsam da) nedenleri nedir ve nasıl ortadan kaldırılır?

Bundan on beş yıl kadar önce öğrencilerimizle Yatağan termik santralına teknik geziye gitmiştik. Baktık santral çalışmıyor, baş mühendis “genel bakım olduğunu ve bu nedenle bir süreliğine santralın durdurulduğunu söyledi. Bir süre sonra ise samimiyetimize olan inancından dolayı olsa gerek gerçeği itiraf etti: Aliağa’da devreye alınan doğalgaz elektrik santralı için taahhüt edilen yıllık doğalgaz kotasını doldurabilmek için yerli kaynaklarımızla (kömür) çalışan termik santrallar ülke genelinde durdurulmuştu. Yani köprülerden yılda geçecek araç sayısı için verdiğimiz garantiye benzer bir şey. Gerçi Yatağan termik santralı devrede olsa ne olacaktı? Filtre sistemi bacalardan henüz birisine takılmıştı ve devreye alınmasında problemler vardı. Bu örnekle vurgulamak istediğim şu: belirli ve örtülü-örtüsüz menfaatlerle oluşturulmuş sözleşmelerin özü, kazanmak ve kazandırmak üzerine kurulu; dolayısıyla çevre kaygısı diye bir şey söz konusu değil. Bugünkü iktidar, başta jeotermal santralların (ve taş ocakları gibi işletmelerin) ruhsatlandırılması sürecinde çevresel değerlendirme raporu (ÇED) belgesine gerek olmadığına dair yazının verilme yetkisini valiliklere bıraktı (sen, ben, bizim oğlan yani!).

Tabiri yerindeyse koyunun etinden, sütünden, iç organlarından, tüyünden, tırnağından, dışkısından ve geriye kalan ne varsa hepsinden yararlanma niyetindeki bir zihniyet bu ülkenin sadece insanına değil, kendisine de koyun muamelesi yapıyor. Havasından, suyundan, toprağından, toprağının altındakinden para kazanma sevdasında, üretimsiz bir ülkenin kaynaklarını şuursuzca, hınçla sömürüyor ve sömürtüyor. Enerji üretiminde çevresel etkiler sorunu ne olacak? Ne gam...

Önce sevmek gerekiyor; insanları, ağaçları, hayvanları, börtü böceği, çiçekleri, denizi, gökyüzünü doğanın tümünü yani...

Nükleer enerji konusunu ve atladığım diğer konuları bir başka yazıya bırakmak üzere dostlukla kalın, sevgiyle kalın...