En güzel hikaye henüz yazılmadı ama…

Haziran Direnişini arkamızda bırakalı iki yıl oldu. Önümüze  aldıklarımız, arkamızda bırakamadıklarımızdı. 

En güzel hikayeyi yazmak içindi her şey. Yazacağız da.

Ama okumayan kalmasın diye aşağıya aldığım, İlerici Kadınların, kendi hikayelerinden derlediklerim de az şey değil.

Dedim ki kendi kendime bu hafta okuyuculardan beslenmekle işin kolayına mı kaçıyorum yoksa?

Ama en güzelini hep beraber yazmış, olmaz denileni oldurmuş, işin gerçekten şimdi zoru ile uğraşıyorsak hatırlatmanın hiç bu kadar kolayını görmemişsek, o kolaydan biz de faydalanalım.

Haziran direnişinde ayağa kalkan halka selam olsun.  Hikayeleri gerçek kılanlara…

Buyurun şimdi kendi hikayelerinize…

"Süd zehri alır" karikatürü minik bir gülümseme yaratırdı yüzümde, meğerse süt cidden zehri alırmış, bilmezdim. Talcid ise sadece babamın ilacıydı benim için ve şişede satıldığını hiç bilmezdim. 31 Mayıs akşamını Norveççe yayın yapan bir kanalın sabit kamerasından izleyerek Norveççeyi sökmeme ramak kala, gecenin yarısı açtığım kapıda beyaza kesmiş bir sevgili görünce öleyazdıydım da meğerse Talcidmiş, ki ben buradan anlaşılacağı üzere 31 Mayıs'ı 1 Haziran'a bağlayan geceye kadar sütmüşüm. 

Paris barikatlarını da ayaklanmaları da kitaplardan öğrenmiştim, başka birçok güzel şeyi öğrendiğim gibi. Ama bir polise kitap okunmasının bu kadar sevimli ve insani olabileceğini bilmezdim. 

Her sabah işe gittiğim metronun güzel ve gülen insanlarla dolabileceğini, uzun yıllardır en korunaklı ve kapalı giysilerini giymeyi tercih eden kadınların gerçekten HAZİRAN'ın gelmesi ile açılıp saçılacağını, dolapta alt sıralarda durmaktan izi belirginleşmiş göbeğini gösteren tshirtlerini korkusuzca giyineceklerini de bilmezdim. Ve hatta gecenin bir yarısı Acıbadem'den Kadıköy'e en dolambaçlı yollardan yapılan, en önünde güneş gözlüklü ve elinde beyzbol sopalı bir delinin yönlendirdiği bir yürüyüşün olabileceğine de pek ihtimal vermezdim. Taşınalı çok kısa bir süre olan Acıbadem'de bu kadar çok insan olduğunu ve benim yeni yeni öğrendiğim bir semtte yolları bu kadar kalabalık bir ev sahibi kadrosu ile öğreneceğimi de bilemezdim. Kadıköy'e gelip de elinde cezvesi tahta kaşığı, ayağında pufidik terlikleri, bacağında şortu pijaması ile Taksim'e yürüyüşe geçen ve köprüyü gördüğümüz ana denk gelen "güneş ufuktan şimdi doğar"ı böylesine bağırarak söyleyeceğini de bilemezdim. Evden çıkarken cüzdanını bile almayıp ama tencere tavasını unutmayan bir teyzenin kızım ben yürüdüm ama geri bir daha yürüyemem valla, polisler alsınlar beni Barbaros’ta da çocuklar sabah emniyetten gelip götürürler dediğini hem de bunu Mehveş Hanımlara gidiyorum oradan alırlar rahatlığında söyleyebileceğini de bilmezdim.

Öğrenmeyi çok severim. Huyum kurusun sevdiğim bir konuyu ağzım genelde şaşkınca açık dinlerim. İşte geziden çok şey öğrendim, bir kütlenin birlikte nasıl yeniden bir halk olduğunu..”. Özge Ergün

“İstanbul'u tamamen avm, rezidans şehrine dönüştürmede tek engel gibi duruyordu gezi parkı. Sadece bu değildi elbet; o parkta birikti yılların öfkesi. Sonra?

Sonra, kent yiyicileri başlarına gelecek o büyük 'belayı' düşünmeden girdiler parka. O zamanlar tonlarca ofis çalışanlarından biriydim. iş yerimin evime uzak olmasına sürekli isyan eden ben, ilk defa geziye yakın oluşuna sevinmiştim. Parktaki ilk iki günü pc başında takip ediyordum. biriken onca iş arasında her haberlere baktığımda Uzun adamın ağzından çıkan deli saçması sözlerine artık dayanamayacak noktaya geldim. ofistekilere küçük bahaneler, yalanlar söyleyip öğle saatinden önce parka gittim. (29 mayıs) Ağaçların kesildiği tarafta kurulan çadırların arasından geçip nöbet tutanların arasına karıştım. Gözler böyle zamanda tanıdık yüzler arıyor. Ama parkın öle bir havası vardı ki; öncesinde birbirine değmeyen o yüzler orada tanış olmuştu. Kimin yüzüne baksam olanları anlatıyordu. Cebimde zır zır çalan telefonum artık ofise dönmem gerektiğini hatırlatıp duruyordu.

Haftanın son iş gününün (31 mayıs) bitmesini sabırsızlıkla bekliyorken; ekranda akıp duran haberler arasından Onu gördüm. Meydanda başından gaz kapsülüyle vurulan Lobna Allamii'yi. Tarifsiz bir öfke, yanımda ağzımdan çıkan sözleri anlamayan yabancı müşterinin bakışları. Birden ofisteki herkesin gündemi oldu gezide olanlar. Akşamına Taksim'e çağrılar yapılmaya başlandı. Bizimkilerle sözleştim akşam saat 7 için.

İstiklal Caddesi'nde on binlerce kalabalık. Dalgalar halinde meydana doğru ilerliyordu. O an Abidin Dino'nun 'Yürüyüş' tablosu aklıma geldi. Bembeyaz gaz bulutu arasında belirlen o mavilik ve kızıl bayrak... Sonra Nazım'ın bunun için yazdığı dizeler: 'Bu adamlar, Dino/ ellerinde ışık parçaları/ bu adamlar nereye gider?/ sen de ben de, Dino/onların arasındayız/ biz de, biz de dino/ gördük açık maviyi.

Bizimkilere yetişmeye çalışıyordum koşar adımlarla. Yaklaştıkça hızla atan kalp, gazdan yaşaran gözler. Birden bembeyaz gaz bulutunun arasında kaldım. Sağıma, soluma atılan gaz kapsüllerinden nereye gideceğimi göremiyordum. Fark etmediğim bir kaç el çektiler oradan. Artık yanımızdan ayırmayacağımız talcidle orada tanıştık. Gece boyunca devam eden direnişe eskisi gibi sağlıklı olmayan sol bacağımdan dolayı bir kafede dinlenmeye çekildim. Evim çok uzaktaydı. Aynı kafede rastlaştığım dostlarım beni Kadıköy'deki evlerine davet ettiler.

Eve doğru ilerlerken evlerden o meşhur tencere tava seslerini duymaya başlamıştık. Evlerden çalan o tavalar yavaşça sokağa doğru inerken biz eve geçip biraz dinlenelim dedik. Gittikçe sesler yükselmeye başladı. Bir telefon, hadi yürüyoruz dedi. Biraz yürür sonra eve döneriz düşüncesiyle yanıma ne çantamı, ne cüzdanımı ne de hırkamı almıştım. Topallaya topallaya artan kalabalıkla yürümeye başladık. Birden o kalabalık taksime yürüyoruz arkadaşlar, haydi! deyince, Tahsin Yücel'in Gökdelen romanında adlarından söz edilmelerine rağmen kendileri ortalarda görünmeyen 'yılkı adamları' nın sonu görünmeyen bir insan seli halinde kente akışı aklıma geldi.. onlara eşlik edip etmeme kararsızlığındayken kendimi köprü yolunda bulmuştum. Cebimdeki bozuk paralar dışında üzerimde hiçbir şey yoktu.

Kırk yıl düşünsem şu araçların vızır vızır geçtiği yollardan yürüyeceğim aklıma gelmezdi. O yürüyüşte edindiğim pijamalı dostluklar bir de. Bir ara artık yürüyemeyecek duruma geldi sol bacak. Bize arabasıyla eşlik eden bir ablanın arabasına atladık hemen. Arabada söylenen şarkılar, gülen yüzler. Arabadayken biraz utandık; çünkü bizim dışımızda herkes yürüyordu. Dedik artık dinledik, yürüyüşe devam etme zamanı. O ara telefonuma baktım. Aklımdan çıkmış, o gün 1 Haziran. Benim doğum günümdü.

Köprüye vardığımızda gün de ağarmaya başlamıştı. Haziran'ın ilk güneşi bizim yüzümüze vurmuştu. Bundan daha güzel bir doğum günü hediyesi mi olurdu. Artık ne ben eski bendim ne de bu güneş eski güneşti...”  Alev İlbay

“Anne, ben günlerdir gezi parkı direnişine katılıyorum. Tam 11 gün aralıksız katıldım. Cuma günü çatışmadaydım (korkma önlerde değildim, azıcık gaz yedim, biraz da gözüm yandı) sana gittiğimi söylemedim. Sonra gece Acıbadem'den Kadıköy'e, oradan da Beşiktaş'a yürüdüm (Çünkü Taksim'e kadar gitmemize engel oldular. Yine gaz bombası attılar bize. Ama bu sefer gaz yemedim.) Sabah 6da Boğaz köprüsünün tam ortasındayken babam aradı ama korkudan açamadım telefonumu. Bir şeylerden şüphelendiğini anlamıştım, açarsam bana kızacaktı ve benim moralsizlikten enerjim düşecekti. Sonrasında öğrendiniz zaten siz bunları. Sonraki günlerde mümkün olduğunca gezideki direnişe - dayanışmaya katıldım. Sen yine beni sık sık aradın, neredeyim ve nasılım diye. İyiydim. İyiyim anne ben. Cumartesi günü gece gezi parkında kaldım. Partinin çadırında. Gece arkadaşlarımızla sohbet ettik, hep birlikte yattık başkaları da yatabilsin diye. Bir battaniyeyi 3 kişi paylaştık ama gerçekten iyiydik anne. Sabah 5.30da kalkıp çöp topladık eldivenlerimizi takıp. Herkes çadırının etrafını temizledi merak etme. Sonra gazete sattım, mitinge yürüyen kortejlerin fotoğrafını çektim. Mitinge katıldım. Arada yemek yemeyi unuttum. Ama yedim merak etme. Orada herkes birbirine yemek konusunda yardımcı oluyor. Miting bittikten sonra yine çöp topladık. O sırada sen aradın. "Gelmeyecek misin" diye sordun. "Yarın geleceğim" dedim ama bugün de gelemedim. Özür dilerim anne. Geleceğim deyip gelemediğim için , seni ve babamı ihmal ettiğim için. Aklım ne kadar sizinleyse o kadarda gezi parkında kalıyor. Sanki uyuduğumda bir şey olacakmış ve arkadaşlarıma ve oradaki insanlara bir zarar gelecekmiş gibi hissediyorum. Günlerdir üçer saat uyuduğum için çok yorgun düştüm. Bugün işe gidemedim. Uyudum biraz. Sonra haberlere baktım bir şey yoktu. Rahatladım. Öğrencilerin notlarını girdim. Tezimin notlarını aldım çalışmaya başladım. Birazdan yine devam edeceğim ama merak etme yarın kesin geleceğim anne”  10 Haziran 2013 Işıl Eraslan’ın annesine bıraktığı not.

Paylaşımların daha fazlasını www.facebook.com/ilericiKadinlarKonferansi sayfasından okuyabilirsiniz.