Emperyalizm ve köpeğin kuyruğu

Trump tarafından açıklanan ABD’nin Suriye’den “çekilme” kararı üzerinde çeşitli yorumlar yapılıyor.

Bu yorumlardan herhangi birine “işte tam da bu, gerisi teferruat” demek mümkün değil. ABD’nin üst politika çevrelerinde bu konuda bir görüş birliği olmadığı söyleniyor; ayrıca “çekilmenin” ne kadar gerçek bir çekilme olacağı da tartışmalı. Bugünkü verilerle en iyisi, ABD’nin bölgeden tası tarağı toplayıp gitmesi bir yanda, bölgeye rakip tanımaz biçimde iyice yerleşmesi diğer yanda olmak üzere iki uç arasında her şeyin olabileceğini düşünmek…

Ancak, bugünkü durumun tüm yönleriyle anlaşılması açısından elbette değil, ama olabileceklere bir çerçeve sunması açısından “strateji” ile “taktik(ler)” arasındaki farka, bu farkın emperyalist odaklar açısından taşıdığı öneme dikkat çekmekte yarar var.

Yalnızca günümüzün belirsizliklerle dolu, kaotik ortamı için geçerli değil: Emperyalist odaklar için konuşulursa, taktikler her zaman stratejiye baskın olmuştur. Zaten kendileri pek kullanmasalar bile dillerinde bunu anıştıran bir deyim de vardır: Köpek önce kuyruğunu sallar, vücudu da kuyruğun sallanışına göre hareket eder (wag the dog).

Yalnızca günümüz için geçerlilik taşımadığını söylemiştik.

Örneğin, 1933 yılından İkinci Dünya Savaşı’nın bittiği 1945 yılına kadar olan dönemi alırsak, dönemin başlıca emperyalist odakları ABD ile İngiltere’nin bir yanda Nazi Almanya’sını diğer yanda da Sovyetler Birliği’ni içine alan, tek, tutarlı ve kalıcı bir stratejisinin olmadığını görürüz.

1941-1945 arasında bile ABD-İngiltere ikilisinin az önce söz edilen iki tarafı da kapsayan tek bir stratejisi olmamıştır (ABD’nin savaşı girmesi öncesi bir yana, savaş sırasında bile bir yolunu bulup Nazi Almanya’sını yalnızca Sovyetlerle uğraşır konuma getirmek üzere izlenen taktikler için bakınız, Jacques Pouwels, Hayırlı Savaş Söylencesi, çeviren: Çağdaş Sümer, Yordam Kitap 2017).

***

Bu durumda, günümüzün emperyalist odaklarına, bu arada en başta elbette ABD’ye üzerinde inceden inceye düşünülmüş, mutabakat sağlanmış, her tür taktiğin ötesinde küresel-bölgesel stratejiler izafe edilmesinin fazla anlamı yoktur.

Eğer böyleyse, bölgede bağımsız bir Kürt devletinin, üstelik Türkiye’nin “bölünmesiyle” kurulmasını ABD’nin “asıl stratejisi” gibi görmek de son derece yanıltıcı olacaktır. Bu strateji izafesinin malum çevrelerde “beka sorunu” adlandırmasıyla ikide bir piyasaya sürülmesi anlaşılabilir. Ancak, kimi “anti-emperyalist” ve “solcu” kesimlerin aynı rivayeti bu kadar sahiplenmelerine bu saatten sonra bir tür “gurur okşanması” olarak bakmak en doğrusu görünüyor.

40 yıl önce de kimileri Sovyetlerin Türkiye’yi istila etmek üzere olduğunu söylüyordu…

Türkiye’nin 1923 yılından bu yana dünya emperyalizminin ne yapıp edip yok etmek istediği, başka her şeyden önce buna öncelik tanıdığı düşüncesi “beyaz Türklerin ulusal gururunun” bir çeşnisi sayılmalıdır.

***

Peki, emperyalizmin vazgeçilmezleri, olmazsa olmazları hiç mi yok?

Türkiye’nin de içinde yer aldığı bölge açısından konuşulursa vardır ve İsrail’dir. Hiçbir durumda ve koşulda harcanamayacak, gözden çıkarılamayacak bir sabit bölge taşıdır. Bizce ikinci sırada Türkiye gelir; ama birinci ile ikinci arasındaki mesafe çok açıktır.

Bir açıklık daha: Barzani olsun, başka Kürt oluşumlar olsun, İsrail’e eşdeğer olamayacağı gibi Türkiye’ye göre daha “tercih edilir” konuma gelmesi de pek mümkün görünmemektedir.

Sonuçta, köpeğin kuyruğu bundan sonra bakalım nasıl sallanacak…