Eleştirici devrimci diyalektik

Korona virüsü dünya çapında ya da alışıldığı gibi söyleyelim küresel çapta tüm insanları ağırlıklı olarak çalışan halk sınıfları başta olmak üzere sınıfsal konumları ne olursa olsun insanları ölümle karşı karşıya getiren, ülke ekonomilerini alt üst eden, kapitalizmin varlığını tartışma konusu yapan bir büyük felakettir. Yakın zamanda sona ereceğine, etkilerinin silinebileceğine ilişkin bir belirti de yoktur. Ama bu felaket insanlara zarar verse de öncelikle sistemin felaketidir; zaten yapısal bir bunalımla  baş etmekte zorlanan egemen sınıflar açısından kolay bir yanıtı olmayacaktır

***

Ülke ekonomilerinin bugüne kadar karşılaşmadığı boyutlarda düşüşler, çalışanlara yansımayan “büyüme” hızlarında keskin inişler gözle görünür haldedir; kapitalist dünyanın Dünya Bankası, IMF gibi ekonomik kuruluşları yaşanan felaketi tüm verileriyle açıklamaktadırlar. Bu açıklamalara karşın Türkiye’de iktidar farklı bir hikaye anlatmak ısrarlıdır. Korona etkisinin kısa sürede geçip gideceğini örneğin bir ay gibi kısa bir sürede önlemlerin kademeli olarak kaldırılacağını, ekonominin şaha kalkacağını, ileri sürülenin tersine dünyaya örnek,  neredeyse öncü olabilecek pozisyonların kazanılacağını söyleyebilmektedir. 

***

Avrupa Birliği ülkelerinde, ABD’de bunalım 29 bunalımı ile karşılaştırılıyor, borsalar depreme tutulmuş çürük binalara benzedi, petrol tarihte görülmemiş eksi fiyatları gördü. IMF yıllık raporunda ilk üç ayın sonunda küresel düzeyde yüzde 3 küçülme ocak ayındaki yüzde 3 büyüme öngörüsünün yerini aldı. Yani aşağı doğru yüzde 6’yı aşan bir revizyon gerekti. Ekonomisi bütün verilerde krizin dibini gören Türkiye’nin ihracat, ithalat bağımlısı olduğu ülkelerde ticaretteki büyük kısıtlamalara rağmen, küresel krizden  etkilenmeyeceğini söylemek, eğer insanlarla ve belki yönetenlerin  kendi kendileriyle alay etmesi değilse herhalde bizim anlayamadığımız maddi dünyayla ilişkisiz bir mucize bekleniyor olmalıdır.

***

Tablo böyle olunca tüm ülkelerde çalışan kesimlerin, Korona ile niteliksel bir değişim geçirmiş küresel bunalımdan da nasibini alan krizin ağırlığı altında ezilmeye, yükün kendilerini yüklenmesine itiraz etmeleri beklenir. Bu beklenti doğal olarak nesnel bir temele dayanır. Basınç altında kalan kitleler siyasi bir yönlendirme olsun olmasın bir şekilde, grevle, seçimle ya da öngörülmesi zor başka biçimlerde  tepkilerini gösterirler. Önemli olan bu tepkinin itirazın ne yönde olacağı, krizin nedenlerini ve sorumlularını görüp göremeyeceği kendi doğal siyasal duruşunu yaratıp yaratamayacağıdır..

***

Çalışan halk sınıflarının itirazlarını kendiliğinden siyasi olarak doğru tutarlı bir rotada geliştiremeyecekleri bunun için kendilerine politik açıdan yol gösterecek siyasi oluşumlara, partilere, hareketlere gereksinim duyacakları, bu türden oluşumların da aynı kanıyı paylaştıkları, bunun için harekete geçtikleri, geçmeleri gerektiği hep söylenmiştir. Sorun nesnel durumdan güç alan itirazın örgütlenmesi ile siyasi hareketlenmenin buluşup buluşamayacağıdır. İçinde daha ayrıntılı varsayımları barındıran klasik şema böyledir.

***

Türkiye söz konusu olduğunda ise her halde biraz daha ayrıntılı, gücünü, geleceği şekillendirecek ütopyadan kopmamakla birlikte güncel gerçeklerden alan bir tarzda konuşabilmek, tartışabilmek gerekecektir. Ama belki bunun için bunalım süreçlerinin diyalektiği ile ilgili olarak Marxa başvurmak yararlı olabilir. Marx’ın Avrupa’da imparatorlukların büyük bir bunalım için girdiği tarihte, (1873) Kapital’in Almanca İkinci Basımına yazdığı Sonsöz’den, tartıştığım konu ile ilişkilendirdiğim bir kaç cümleyi aktarmak isterim:

“...Diyalektik her oluşmuş biçimi, akan bir hareket içinde ve dolayısıyla bunun yok olup gidici yanını da gözden ayırmadan kavratır; çünkü diyalektik hiç bir şeyin altında kalmaz, özünde eleştirici ve devrimcidir.” Sonsözün son cümlelerinde de şunları söyler Marx: “Kapitalist toplumun  çelişkilerle dolu hareketi, kendisini pratik burjuvaya en açık ve seçik şekilde, modern sanayinin içinde geçtiği dönemsel çevrimin inişli çıkışlı seyrinde ve bunun doruk noktası olan genel bunalım sırasında hissettirir. Genel bunalım, henüz ön aşamalarında olmakla birlikte bir kez daha yola çıkmış bulunuyor... ”

***

Koronanın yoğunlaştırdığı, içinden çıkılmaz hale gelme potansiyeli taşıyan tüm dünyayı, kuşkusuz ne derlerse desinler Türkiye’yi de derinden etkileyen küresel genel bunalım, Marx’ın  dediği gibi “bir kez daha” yola çıkmış bulunuyor. Burada nesnel durumun diyalektiğinden söz ediyoruz. Kuşkusuz Marx’ın Sonsöz’ü yazdığı tarihte genel bunalım her yeri sarmıştı, Enternasyonal hâlâ büyük bir güç sayılıyor, ona karşı da sert önlemler alınıyordu. Zamanları ve mekanları karşılaştırmıyorum. Ama genel bunalım koşullarının “bir kez daha” tüm ağırlığı ile kapitalist dünyanın üzerine çöktüğü ortadadır.

***

Nesnel durum böyledir; klişelerden uzak durmakta yarar var; “yöneticiler yönetemiyorlar, alt sınıflar da yönetilmek istemiyorlar” klişesi de böyle bir klişedir. Ama öte yandan diyalektiğin her koşulda bir yol bulan karakterini unutmak doğru olmaz. Gerçekten de Metin Çulhaoğlu’nun biraz karamsar ama gerçekçi yazısında (Tamam Yönetemiyorlar da; İleri 21.4.2020) söylediği  gibi “Türkiyenin, içinde bulunduğumuz kriz sonrasında, ekonomisi ve siyasetiyle daha ‘pozitif’ bir noktaya gelmesi ihtimali sıfırdır. Türkiye için artık ‘yeni normaller’ de bitmiş, yerini birbirini izleyecek ‘yeni negatifler’ dönemine bırakmıştır.”

***

Solun ve halk sınıflarının henüz nesnel durumun beslediği bir hareketlilik içinde olmadığını, bu nedenle karamsar yorumları haklı çıkaracak bir hareketsizlik içinde  oldukları doğrudur. Ama öte yandan nesnel durum yani bir kere daha yola çıkmış, Korona salgını ile iyice derinleşmiş olan genel küresel bunalım kapitalist dünyayı fena halde sarstı. Öyleyse yine Metin’in yazısındaki umut ışığını yineleyelim, bu durumda “tek umut ışığı, her yeni negatifin kendi içindeki karşı direnci de besleyip büyütmesidir.”  

***

Cümlenin devamını da önemsiyorum; “muhalefet, en azından bugün için, ‘yeni negatifler’ karşısında caydırıcı olabilecek durumda değildir.” Öyleyse ne yapalım? Bu durumu değiştirmenin, caydırıcı olmanın yollarını arayalım, bulamasak bile hiç değilse denemiş oluruz.

Her deneme geride verimli tortular bırakır; bu da diyalektiğin bir başka tezahürü değil midir?