Elde kalan çetedir

Aramızdan ayrılışının ikinci yıldönümünde sevgili yoldaşım,dostum Utkan Adıyaman'ı sevgiyle ve hasretle anıyorum...

Sedat Peker’in açıklamaları sonrasında ülkedeki mafyatik çete yapılanmaları, iktidarla olan ilişkileri ve yaşanan gerginliklere dair tarafların arka arkaya gelen açıklamalarını izliyoruz. Bir yanda yakın geçmişin kullanışlı suç örgütü liderinin kenara atılışının ardından varlığını hissettirme çabası ve yeniden oyuna dahil olma isteği öne çıkarken, diğer yanda siyasi iradenin güncel ihtiyaçlarına daha uygun aktörlerin kendisine yanaşmasıyla birlikte iktidarın eski arkadaşlarıyla mesafe açması ve sopa göstermesini görüyoruz. “Yeniden 90’lı yılları yaşıyoruz” söylemlerinin de sıkça arttığı bugünlerde mafyatik aktörler her ne kadar aynı kalsa da aradan geçen otuz yılda ülkede çok şeyin değiştiği de bir diğer gerçek. Geçmişte dönem dönem kirli ilişkilerin içerisinde bulunan unsurlar yeni dönemde sistemin merkezine yerleşmeye çalışıyor. Peki rejim açısından bu unsurlara neden ihtiyaç duyulmakta ve özellikle son dönemde bu tür ilişkiler öne çıkmakta? 

Bir rejimin sürekliliği açısından önemli parametrelerden biri de toplumsal meşruiyet. Bugüne kadar meşruiyetini seçimlerde aldığı oya ve “milli iradeye” dayandıran siyasi iktidarın makas değişikliği özellikle 2017 Anayasa değişikliği sonrasında tek adam rejimiyle birlikte hız kazandı. “Milli iradenin” yerini “şahsımın iradesinin” alması de bu bütünlüğün bir parçası. İktidarının ilk yıllarında kitleler nezdinde bugüne oranla daha fazla meşruluk sahibi olan rejimin, meşruiyet yitiminin farkına varmasıyla eş zamanlı baskıyı, zoru ve şiddeti artırarak tahakkümünü güçlendirmek istediği de açık. Bu güçlendirmeyi ise kimi zaman legal kolluk kuvveti olan polis vasıtasıyla kimi zaman ise illegal yapılar eliyle tesis etmek istediği ve yaşananları buna dönük hazırlıkların işaretleri olarak okumak mümkün.    

Konumuz sadece Sedat Peker ile de sınırlı değil. Günlerdir basına yansıyan ilişkiler yumağında suça karışmış çok sayıda kişinin milletvekilleri, bakanlar ve siyasilerle bağlantıları ortalığa saçıldı. Meselenin bir boyutu devlet içindeki kliklerin menfaat çatışmasının yansımasıysa, diğer bir boyutu da her bir öznenin yeniden sahneye çıkma ve alan tutma mücadelesi olarak okunabilir. Bu öznelerin dikkat çeken ortak özellikleri ise iktidarla ilişkilenme biçimleri. Peker’in iktidarla ilişkilerinin sıkı fıkı olduğu dönem, Alaattin Çakıcı’nın ve benzerlerinin Tayyip Erdoğan’a yönelik sert söylemleri hatırlandığında Peker’in bugünkü tercihlerinin ve tarzının nedeni daha iyi anlaşılabilir. İktidara yakınlaşmanın bir biçimi olarak önce yüksek perdeden kendini gösterecek şekilde siyasi iradeyle "kavgacı" bir söylem geliştirilip, ilişkinin tesisinden sonra ise bağlılık ve destek açıklamaları dillendirilmekte.   

İktidar cephesinden ise İçişleri Bakanlığının yaptığı; “organize suça yönelik faaliyetleri tespit edilmiştir” açıklaması yeni bir keşif yapılmış edasıyla kamuoyuyla paylaşıldı. Siyasi iktidara açıktan destek verdiği zamanlarda ya da Barış Akademisyenlerine yönelik tehditlerinde "saptanamayan" zatın suç faaliyetleri iktidarla arasındaki mesafe açıldığında anında tespit edilebilmiş. Bu yaklaşımın kişiye özgü olduğu da düşünülmemeli. Yasallık tanımının yeniden "anlamlandırıldığı" günümüzde kriter olarak belirlenen tek şey ise iktidar ile kurulan ilişkinin biçimi. İktidarın yanında konumlananların her türlü faaliyetinin yasal, karşısında konumlananların her türlü faaliyetinin ise yasa dışı olarak tasniflendirildiği bir süreçteyiz. 

Meşruiyet yitiminin izdüşümü olarak kanun devleti dahi olmaktan vazgeçen rejimin, ülkenin genelgelerle ve cumhurbaşkanı kararlarıyla yönetildiği yeni bir düzeni yerleştirme çabaları her başlıkta kendisini hissettiriyor. Meşruiyeti azalan siyasi irade, gayri meşru öznelere hareket alanı açarak ekonomik ve politik olarak kapsayamadığı kitleleri cebir ve şiddet yöntemleriyle korkutmayı amaçlıyor. Çeşitli çete örgütlenmeleri de bu tercihi net şekilde görerek ona uygun pozisyon almak için birbiriyle sıkı bir rekabete girişiyor. Ahmet Şık'ın birkaç yıl önce söylediği sözler ise bugün yaşadıklarımızı kısaca özetliyor: "Bırakın hukuk devleti olmayı Türkiye artık kanun devleti bile değil. Ve devletten hukuku çıkardığınızda elinizde kalanın adına devlet değil çete denir."