Ekran, camii, parlamento: Faşizm yerleşik hale geldi mi?

Yıllardır AKP rejiminin “faşist karakteri” hakkında pek çok tartışma yürütülmekte malumunuz. Bu tartışmaların yararlı yanlarından biri, klasik faşizm deneyimleri ile günümüzün karşılaştırılmasıdır. 

Burada hem tarihsel olarak faşizm denilirken “konunun özü nedir” anlamında soyutlamaya yönelen bir tartışma hem de genelden özele Türkiye denilirken, AKP rejimi denilirken “ortak ve farklı olana”, adıyla “özgül olana” yönelen bir tartışma yürütmek mümkündür. 

Cumhuriyet Gazetesi’nin değerli yazarı Ergin Yıldızoğlu da “Faşizm Notları” yazılarında benzer bir kaygıyla bugünkü faşizmi tanımlamaktadır. Biraz uzunca bir alıntıyla ifade edelim:

“Bugün, faşist partinin, hareketin her yerinde var olmasının aracı artık, toplumu oluşturan bireylerin izlemekte olduğu ‘gösteri toplumunun’ ekranlarıdır. Milislerin işlevini, satın alınmış, sindirilmiş bir medya, tüm izlenme zamanlarını doldurarak, yaygın biçimde simgesel şiddet uygulayarak üstlenmiştir. Artık muhalefeti susturmak için, özel durumlar dışında fiziki şiddet gerekmez. Muhalefetin kendini ifade etme olanaklarının, hatta yaşama alanlarının yok edilmesi yeter. Aynı yöntem parlamenter sistem için de geçerlidir. Parlamenter sistemin ortadan kaldırılması, partinin devletin yerine geçmesi gerekmez. Güçler ayrılığının, seçimlerin ve parlamentonun işlevsizleşmesi, idari ve ekonomik kararların, yasa yapma pratiğinin bir merkezde birleşmesi yeterlidir. 

Fiziki şiddet uygulama sorunu da, yargıda ve polis-ordu gibi şiddet araçlarında kadrolar, harekete sadık olanlarla değiştirilerek, milislere gerek kalmadan çözülür.”(1)

Tüm bu tezlerdeki anahtar nokta aslında “işlevsizleşme” tespitindedir.

Geleneksel faşizmdeki milisler “işlevsizleşmiştir”, çünkü artık gösteri toplumu vardır.

Geleneksel faşizmdeki muhaliflere karşı fiziksel/sistematik kaba şiddet çoğunlukla “işlevsizleşmiştir” çünkü artık muhaliflerin var olduğu ve kendilerini ifade edebildikleri bir alan yoktur.

Yine geleneksel faşizmdeki partinin devlet yerine geçmesi gereksiz hale gelmiştir çünkü parlamento ve siyasi partiler “işlevsizleşmiştir”.

Öyleyse tüm bu yorumlamalar basitçe “faşizmin yerleşik hale geldiğini” mi ifade etmektedir?

Doğalında bu kadar çok  “işlevsizleşme” vurgusu, su sızdırmaz bir düzeneği ve  “yerleşikleşmeyi” çağrıştırmaktadır. 

Ne ki AKP rejimi örneğinde faşizmin kurumsallaşması, rejimin yerleşikleştiği anlamına gelmemektedir. Karşıtı olan yüzde elliye rağmen kurulan rejim, kurumsallaşmakta ama yerleşik/stabil/oturmuş hale gelememektedir.

Yerleşik hale gelmeyi engelleyen kaotik dinamikler hem dünya-konjonktürel süreçlerle bağlantılıdır hem de hala “dışarıdan getirtildiği” iddia edilen Gezi’nin hayaletiyle bağlantılıdır.

Peki gerçekten de “gösteri toplumu” milislerin yerini alabilir mi?

Böyle olduğunu düşünmüyoruz.

Klasik faşizm örneklerindeki milisler, faşizmi iktidara taşıyan ya da faşizmin iktidarını süreklileştiren toplumsal hareketler olarak, onun aygıt ve yapı dışında “öznesi” olarak görülebilir. Bugünkü AKP rejimiyle kıyasladığımızda kimi farklar olduğu kuşku götürmez.

Ne var ki AKP rejimi, gösteri toplumu gibi edilgenliğin bulutsu diyarlarına güvenemeyecek, tam da bu yüzden yoksullarla dirsek temasını yıllar yılı artıracaktır. (2) Sosyal yardım odaklı sosyal politikalar, krizde bile “en yoksul dilimi koruma arayışları” ekrana, camiye ve hatta parlamentoya güvenilmediğini göstermektedir.

Ama dahası AKP rejimi, henüz tek tek silah verilmeyecek olanların, kömürü, gıda paketini, engelli destek maaşını, belediye kreşini temin edenlerin ekranla, camiiyle, parlamentoyla kanmayacaklarını bilmektedir.

Zira açlığın gurultusu hiç hesapta yokken ekrana, camiiye, parlamentoya sızabilir…

Notlar:

http://www.cumhuriyet.com.tr/koseyazisi/1141277/Fasizmi_dusunmek_-_II.html

Gösteri Toplumu ve Yorumları, Guy Debord, Ayrıntı Yayınları(1996); s.16