Edebiyatın devrimlere etkisi, devrimlerin edebiyattaki yankısı nasıl olmuştur?
Elimizde Lenin’in Tolstoy için yaptığı bir belirleme var; “Tolstoy, Rus devriminin aynasıdır.” Edebiyat aynaya benzetilince bunun basit bir yansıtma olduğunu düşünmemeli, bu, bütün çelişkileri, eksiklikleri ve fazlalıklarıyla, ilerilikleri ve gerilikleriyle, hareket içinde devrim gerçeğinden yansımalar getiren bir edebiyattır. Herkesin gerici bir hıristiyan anarşisti gördüğü bu yazarda Lenin, devrimin aynasını bulacak kadar cesurdur.
Zweig ise, Tolstoy üstüne, biraz abartılı bulacağımız şu değerlendirmeyi yapar: “Yumuşaklığın havârisi olarak sevilen bu radikal devrimci ve pederşahi sakallı kadar hiçbir Rus, Rus çarlık sisteminin ve kapitalist düzenin temel direklerini sarsamamış ve zayıflatamamıştır. Kuşkusuz tıpkı Rousseau’nun sans-culotte’lar hakkında öfkelendiği gibi, Tolstoy da Bolşevizm yöntemi karşısında öfkelenirdi. Zira o, partilerden nefret ederdi –çünkü yazılarında şöyle demişti: ‘Hangi parti kazanırsa kazansın, gücünü elde tutmak için sadece mevcut şiddet araçlarını kullanmakla kalmayacak, yenilerini de icat edecektir’-, ancak gün gelecek olayları doğru değerlendiren bir tarih, Tolstoy’un tarihin en iyi öncülerinden olduğunu, Rusya’daki otoritenin altını oyma konusunda tüm devrimcilerin bütün bombalarının, bu tek ve en büyük insanın ülkesinin yenilemeyecek gibi duran güçlerine, çara, Kilise’ye ve mülkiyete karşı ayaklanması kadar sarsmadığını ve etkilemediğini doğrulayacaktır. Çünkü teşhis edenler içinde en büyük deha olan Tolstoy, medeniyetimizin yapısının temelinde bulunan yapım hatasını, yani devletin insanlığın, insan topluluğunun üzerine değil de, zalimlik ve insana hükmetme üzerine oturtulduğunu keşfettiğinden beri bütün diyalektik öfkesini, o müthiş etik itme gücünü otuz yıl boyunca Rusya’daki dünya düzenine sürekli yinelenen saldırılar halinde yöneltmiş, devrimin Winkelried’i olmuş, istemeden sosyal bir dinamit, parçalayan, yıkan ezeli bir güç haline gelmiş ve farkında olmadan da üstlendiği Rus misyonunun temsilcisi olmuştur. Çünkü mecburen tüm Rus düşünceleri yeni bir şey inşa etmeden önce radikal bir şekilde, kökten yıkmak zorundadır.” (Stefan Zweig, Kendi Hayatının Şirini Yazanlar Casanova, Stendhal, Tolstoy, s. 341-342, çeviren: Gülperi Sert, İş Bankası Kültür Yayınları, 2012, İstanbul.)
Lenin’in ayna benzetmesine Zweig’in “sosyal dinamit” tarifini de katarsak, edebiyatın yalnızca yansıtıcı değil, yıkıcı ve yapıcı bir devrimci etken olduğunu söyleyebiliriz. Edebiyat, devrim öncesinin düşünsel ve duygusal hazırlayıcısı, devrimcilerin kişiliklerinin oluşturucu unsurlarından biridir. Devrimle birlikte doğan yeni düzenin insanını da düşünsel ve duygusal açıdan donatmaya devam eder. Devrimler, edebiyatta da devrim yaparlar. Devrimle birlikte çıkan yeni insan gibi yeni bir edebiyat doğar.
Atina demokrasisinin edebiyatı
Eski Yunanda demokrasi devrimi, tragedya diye bir edebiyat türünü doğurdu. Askülos, Zincire Vurulmuş Prometheus’da Atina demokrasisinin insanlık ülküsünü dillendirdi. Ardından gelenler, Sofokles ve Euripides yeni düzenin yol açtığı çatışmaları sahneye çıkardılar.
1989 Fransız Devriminin öncesinde yüz yıllık bir Aydınlanma edebiyatı vardır. Edebiyat, felsefi ve siyasi düşünceleri halklaştırmaya yarar. Ansiklopedi kurucusu Diderot’nun felsefi düşüncelerini kurgulayarak anlatan romanları, bugünlerde Adnan Cemgil’in çevirisiyle Türkçede yeniden yayımlanan Kaderci Jacques ile Efendisi, Rahibe, Rameau’nun Yeğeni devrimi hazırlayan tarihsel çelişkilerin hareketlendirdiği insan ve toplum üstüne köklü tartışmalar yürütürler. Engels, ahlaksız bir toplumda ahlaksızlığıyla barışık yaşayan bir tipi sorgulayan Rameau’nun Yeğeni için “diyalektiğin başyapıtı” demişti.
İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kökeni’ni araştıran Rousseau da düşüncelerini romanlarda işledi: Emile, Yeni Heloise. Aydınlanma romanı, edebiyattan çok felsefedir, bu felsefenin daha kolay okunup anlaşılması için yazılmış kitaplardan oluşur.
Voltaire, bunun için filozof, oyun yazarı, öykü yazarı, masalcı olmuştur. Bir romandan çok bir masala benzeyen Candide’le dönemin felsefesiyle hesaplaşmasını yazmıştır.
Devrimler edebiyatta da devrim anlamına geldi. Gerçekçilik gelişti ve olgunlaştı. Fransız devriminin romancısı olarak doğan Balzac, romanla Fransız toplumunun devrim sonrası tarihini yazdı. Fransız devriminin eseri gerçekçi edebiyat oldu; Kırmızı ve Siyah’ın yazarı Sthendal’i, Madame Bovary’isiyle Flaubert’i ve arkasından natüralizmiyle Emile Zola’yı ve Germinal’i görüyoruz.
Avrupa’nın başka yerlerinde de devrimler ile edebiyat arasında kopmaz bir bağ buluyoruz. Edebiyat ve felsefe olmadan devrimlerin insan bilincinde ve eyleminde harekete geçmesi mümkün olamıyor. Almanya’da Lessing, Schiller, Goethe, Heine ve başkaları insanlığın devrimle çözüm arayışına ilhan verdiler.
Dünyanın en edebi devrimi
Dünyanın en edebi devrimleri ise 1905 Rus Devrimi ile 1917 Şubat ve Ekim devrimleri oldu diyebiliriz. Bu devrimlerin öncesinde, Tolstoy’un yıkıcı edebiyatına gelinceye kadar, 19. Yüzyılın başlarında başlamış ve gelişmiş büyük bir gerçekçi Rus edebiyatı vardı.
Rus edebiyatı da bir isyanla eş zamanlı, devrimci bir edebiyat olarak doğdu: 1825 Aralık’ında Dekabrist Ayaklanması olduğunda, Rus edebiyatının baharı olarak tanımlanan Puşkin, Kafkasya’da bir subaydı ve idam edilen, sürgüne gönderilen arkadaşlarının şiirlerini yazıyordu. Rus hikâye ve romanının ilk örneklerini de veren Puşkin, 1836’da yayımladığı Yüzbaşının Kızı’nda 1770’teki kazakların isyanını, Pugaçev Ayaklanması’nı romanlaştırdı. On dokuzuncu yüzyıl Rus Edebiyatı hep devrim gerekliliğinin ispatı ve sorunlarıyla yüklü oldu. Dostoyevski’nin, Rus Edebiyatının “Palto”sundan çıktığını yazdığı Gogol’ün büyük eseri Ölü Canlar, roman biçiminde yazılmış bir Rusya ve bu yoksul, geri, sefalet içindeki ülkeyi kurtaracak devrim araştırmasıydı. Gogol, gördüğü içler acısı manzara karşısında romanı bırakıp, bir çığlık atıyordu: “Nerede, bu ilkel, geri, yoksul Rusya’ya İleri! diyecek kahraman!”
Turgenyev’in ilk romanlarından biri “Arife” adını taşıyordu, devrimin arifesini anlatıyordu. Devrimci eleştirmen Dobrolyubov bu romanı okuyarak, “gerçek gün ne zaman gelecek?” sorusunu soruyordu. Turgenyev, Avcının Notları hikâyelerinde de Gogol’ünküne benzer bir Rusya resmi çizmişti. Rusya’da 1861 Reformu ile köylülerin serfliğine son verildiğinde, çarı buna zorlayan etkenler arasında Turgenyev’in Rusya’nın geri koşullarını gösteren bu hikâyelerinin de bulunduğu söylenir.
Puşkin’in başlattığı ve kuşaklar boyu süren Sovremennik (Çağdaş) dergisini çıkaran Rus yazarlar, edebiyatla hep bir devrimin gerekliliğini anlatmaya çalıştılar. Babalar ve Oğullar, romanı, 1860 başlarında, bu dergi çevresindeki felsefi tartışmaları Bazarov tipiyle canlandırmış, herkese taşımıştır.
Sovremennik’in başyazarı Çernişevski’nin Petropavlosk zindanında yazılan romanı “Ne/Nasıl Yapmalı” (1862) Rusya’da devrimin el kitabı oldu. Büyük devrimci Lenin’in başucu kitabıydı. Aynı adla kendi de bir devrimci örgütlenme el kitabı yazdı.
Nasıl Yapmalı dünyanın başka devrimlerine, başka tarihlerine de esin verdi; bir dönem Türkiyeli devrimcilerin de başucundaydı. Devrimci edebi kitaplar ilkin okurunun yaşamında devrim yaparlar. Yıllar önce edebiyat atölyesinde bu kitabı tartışırken, Nasıl Yapmalı’yı ancak 40 yaşlarında okuyan kadın arkadaşımız, “Neden 16 yaşında bu kitabı bana vermediniz?” diye isyan etmişti. Kendi devrimine, Nasıl Yapmalı’ya geç kaldığına yanıyordu.
Tolstoy “rus devriminin aynası” oldu; Dekabristler’i yazmaya girişti, araştırdıkça onları doğuran koşullar ilgisini çekti, “Savaş ve Barış” buradan doğdu.
Maksim Gorki’nin Ana romanı için Lenin, 1905 devrimine tam zamanında yetişti demişti. Devrimci çalışmanın el kitabı oldu. 1908 Devrimini yapan Jöntürkler, günlük gazetelerinin birinde Ana’nın tercümesini tefrika ettiler. 1917 Ekim Devrimi, sosyalist gerçekçi edebiyatın da doğumunu sağladı. Mayakovski, devrim yaparken devrimin şiirini yazdı. Durgun Don’da Şolohov Sovyet Devrimin “Savaş ve Barış”ını yazdı.
Bizim edebiyatımız da devrimlerle doğdu
Bizde de edebiyatın dönemselleştirilmesi devrimlerle oldu: Tanzimat Edebiyatı, Edebiyat-ı Cedide, Fecr-i Âti, Milli Edebiyat, Cumhuriyet Edebiyatı, Sosyalist Gerçekçilik, 40 Kuşağı, 68 Kuşağı. Elbette karşıdevrimin de edebiyatta hükmü yürüyecekti. Atilla İlhan, Garip şiiri tek parti diktasının, İkinci Yeni DP diktasının şiiri diye yazmıştı. 12 Mart Edebiyatı, 12 Eylül Edebiyatı, Ak Dikta Edebiyatı arkasından sökün etti…
Namık Kemal, Ziya Paşa, Şinasi’nin yenilikçi edebiyatından Şemsettin Sami, Samipaşazade Sezai, Nabizade Nâzım, Hüseyin Rahmi Gürpınar, Halit Ziya Uşaklıgil’in gerçekçi edebiyatına geçtik. İlk romanlarımız bir “kadın sorunu” ortaya koydu: Taaşşuk-u Talat ile Fitnat, İntibah, Sergüzeşt, Zehra. Kadın özgür ve eşit değilse insani bir aşk mümkün olamıyordu. Edebiyatın hazırladığı ve devrimcilere içselleştirdiği bu bilinçle Cumhuriyet devriminin çözüm ürettiği temel sorunlardan biri “kadın sorunu” oldu.
Cumhuriyet yıkıcılarının ilk işlerinden biri de cumhuriyet kadınını ortadan kaldırma politikaları uygulamak oldu: Türban, 4’lü eğitim sefaleti, imam hatipler kadını yeniden kafese kapatmak için icat edildi. Devrimci edebiyat yeniden bu sorunu gündemine alırken, karşıdevrimci edebiyat da “Huzur Sokağı” ya da Nobelli Orhan Pamuk’un “Kar”ında tersini yutturmaya çalışıyor.
Devrimci edebiyatta gerçekçiler
Halit Ziya’nın 1908 devriminden sonra yazılan, devrimi yapan kuşağı anlatan romanı Nesl-i Ahir, 1908-1909’da Sabah gazetesinde tefrika edildi. Ömer Seyfettin, Efruz Bey’de devrimi şahsi çıkarları için yozlaştıranları, sahtekârları hicvetti. Refik Halit Karay’ın Memleket Hikâyeleri, bilgisizlik, yoksulluk, zalimlik kuşatmasındaki memleketten sahneler gösteriyordu. Değiştirilmesi gereken, devrime muhtaç bir gerçekliği yazıyordu. Bunları büyük bir gerçekçilikle yazabilen Refik Halit, Cumhuriyet Devrimine muhalif olabildi ve bir süre sürgün yaşadı.
Bizim edebiyatımız da, doğuşunda ve gelişiminde devrimin aynası bir edebiyat oldu diyebiliriz. Birçok yazarı Cumhuriyet devrimine katıldılar. Yakup Kadri, Halide Edip bunların en ünlüleridir. Bir devrim âşığı Nâzım Hikmet de bunlardan biridir; ama o yalnızca Cumhuriyet Devrimine katılmakla yetinmedi, işçi sınıfının devrimine Ekim Devrimi’ne de, sosyalizmin kuruluş süreçlerine koştu. İşçi Üniversitesinde okudu, Lenin naaşı başında nöbet tuttu.
Yakup Kadri’nin bütün romanları türk devriminin gelişimini ve sorunlarını ele alır.
Halide Edip Adıvar, bu devrim sürecine “Türkün Ateşle İmtihanı” adını verir; Vurun Kahpeye, Ateşten Gömlek ve öteki romanlarında Türk Devriminin insan tiplerini canlandırır. Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanı ise cephede savaşan subaylarca okunuyordu; Yeşil Gece’de gericilerin kolaylıkla ele geçirdiği devrimin acı gerçekleri erken bir tarihte, 1927’de günışığına çıkarılmıştır.
Devrimin edebiyatı demişken, Mithat Cemal Kuntay’ın “Devrim Çağını” anlatan muhteşem romanı Üç İstanbul’u ve Nahid Sırrı Örik’in Sultan Hamit Düşerken romanını unutamayız.
Geleceğin devriminin edebiyatı
Nâzım Hikmet’in şiirleriyle başlattığı sosyalist gerçekçi edebiyatımız ise, geleceğin devriminin edebiyatıdır. İçinde yaşadığımız eşitsiz ve adaletsiz düzenin sergilenmesi, bunun insan üzerindeki yıkıcı etkilerinin gösterilmesi, değiştirilmesi için bilinç ve duyarlılık yaratılması bu edebiyatın temel işlevidir. Bizim edebiyatımız hep devrimci bir edebiyat oldu, sosyalist gerçekçilikle bu edebiyat sağlam bir tarih bilinci ve tarih felsefesi kazandı. Bu nedenle hem Cumhuriyet devrimine tarihsel bir ilerleme oluşuyla hak ettiği değeri veren bir edebiyat olurken hem de bu devrimi kapitalist bir sömürü çarkı kurmak için kullanarak ortadan kaldıran sermaye sınıfına karşıtlık üzerine kuruldu.
Nâzım Hikmet’in açtığı yoldan ilerleyen 40 Kuşağı, aydınlanmış halk çocuklarından oluşuyordu. Dünya faşizme karşı savaşırken doğan bu devrimci şiir, geleceğe, kendi elleriyle kuracağı bir gerçekliğin inancı ve umuduyla baktı. Enver Gökçe, Ahmed Arif, A. Kadir, Rıfat Ilgaz, Atilla İlhan, Hasan Hüseyin ve arkadaşları umut ve öfke dolu devrimci bir şiir yazdılar.
Bugün en büyük açmazımız, tarih bilinciyle baktığımızda gördüğümüz edebiyat ve devrim ilişkisinin ve bağının burjuva edebiyatının şiddetli darbeleri altında silikleşmesi ve görünmez hale gelmesidir. Dar bir bakış açısına ve olgusal bilince indirgenmiş bu edebiyatın kuşatmasını yarmak zorundayız. Edebiyatı yeniden büyük bir ufukla, devrimle iç içe kurmamız gerekiyor. Bunu ne ölçüde başarırsak ve etkin kılarsak devrimin yolu ve aynı anlama gelmek üzere emekçi halkımızın kurtuluş kapısı o ölçüde açık olacaktır.