Ülkemizde üçte biri kadın olmak üzere yaklaşık 30 milyon kişi çalışıyor. Bunların 18 milyonu (kadınların 5 milyonu) ücretli olarak çalışıyor. Gerici partilerin oy hakimiyetlerinin gerekçesi elbette tek başına işgücüne katılımın yetersizliği değil. Hakim ideolojik dokudaki yüksek dozda gericilik teşhis edilebiliyor. Mikro bazda bireylere baktığımızda ise, çoğumuzda kaba bir gözlem olarak, dar çıkarcılık öne çıkar. Üstelik çıkarının ne olduğu konusunda pek saf, kolay kandırılan ve mevcudun alternatifinden kolay ürkütülebilen bir çoğunluk…
Toplumdaki hakim profil içinde esnafın, ailesindeki bir başkasının baktığının ve “hazırdan yiyenin” çok olduğu düşünüldüğünde, ülkenin varmış olduğu noktalara olan kızgınlığın da yardımıyla kolaylıkla “suç ortaklığı” tespiti yapabilir. Yani evine çıkabileceği bir kaçak kat için kentlerin çirkinleşmesine göz yuman, eğitimsiz akrabası “kebap” iş bulsun diye partici, çürümekte olan bir devlet aygıtını beğenen, vs. bir “ortalama”...
En koyu gericiliğini ülkeden kaçırılan azınlıkların mallarının en fazla yağmalandığı bölgelerde besleyen bir düzenden söz ediyoruz. Gericilikle suç ortaklığı arasında en azından psikolojik bir bağ bulunduğu kesin. Bu suç ortaklığı mekanizmasını ve bunun ne ölçüde bir karamsarlık kaynağı olduğunu tartışmak gerekiyor. Lanet olsun demeyip, siyasi iddialarımıza sahip çıkacaksak.
Yer yer naif kalsa da verimli olabilecek bu tartışmanın hem başlangıcı hem bir provokasyon noktası olarak kafamda taksiciler şekillendi. Sahi taksiciden devrimci olur mu? Trafik düzeni daha doğrusu kaosu: Bir taksici suç ortağı, hatta elebaşılarından sayılabilir. Emniyet şeridini veya kavşakları tıkayarak ambulanslardaki yaralıların ölümüne neden olabilecek, okul yolunda dikkatsizce yola fırlayan bir öğrenciyi öldürebilecek hızda seyreden potansiyel bir suçludur. Çoğu zaman yanıtı aynıdır: “Abicim sen plaka sahibinin günlük kirası kaç para, durak parası kaç para biliyor musun? Ekmeğimizi taştan çıkarıyoruz…”
Taksicilere sosyalizm gelince sizin de dertleriniz bitecek diyerek pek bir sempati kazanmayacağımız ortada. Onlar için önemli olan, taksi kullananların sayısının artması, trafiğin hızlanması, kendilerine daha çabuk sıra gelmesi ve nihayetinde günlük cirodan taksi plaka kirasına ve yakıta-tamir bakıma ayırdıkları payın düşmesidir. Bu motivasyon, her yeri tıkayan yolcu kapma savaşlarının, durak çeteleşmelerinin, aşırı hızın, bakımsız ve güvenliksiz araçların, zaten korkunç olan trafiği büsbütün kaosa sürüklemelerinin temelini oluşturur.
Haliyle, bu koşullar altında çalışmaya razı olanlar içinde aç kalmamak için kente yeni göçmüşleri, sabıkalıları, okumaz yazmazları daha sıkça bulabilirsiniz. Ama en marjinaline bile, trafik kurallarına ve hizmet koşullarına uymazsa ödeyeceği cezalardan aç kalacağı bir yeni düzen karşılığında iş güvencesi, akşam vaktinde eve gitme, yıllık izin, tam kapsamlı sağlık, kaza ve emeklilik sigortası ve yeterli gelir önerin kabul edecektir. Taksici katil doğmamıştır.
Düzenin veremeyeceği budur. Trafik sorunu özelinde düzen, yeterince araba satmak ve taksi plakalarının rantını yüksek tutmak kriterleri altında çalışmak zorundadır ve sadece “tahammül edilemez” noktaya gelindiğinde, birkaç yıl daha idare edecek makyaj düzenlemeler yapılır. Eğer taksiciler daha insani sınırlar içinde çalıştırılmaya zorlanırsa, günlük ciro düşer. Ciro düştüğünde plakanın getirisinin faiz oranının üzerinde kalabilmesi için plaka değerinin düşmesi gerekecektir.
Türkiye’nin çıkmazı şudur: Taksi plakalarına sahip olan güçlü sermaye grupları, (tanesi 1,8 milyon TL civarında) hemen tüm dünyada halihazırda terk edilmiş olan sabit durak ve plaka kiralama sisteminin değişmesini istememekte, güçlü bir direnç göstermektedir. Peki plaka sahiplerinin örgütlü direncine karşı örgütlü bir taksici hareketi yaratılamaz mı?
Dalga mı geçiyorsun diyenleri işitir gibiyim. Mülksüz, fiziki gücünü satan, üstelik ortadaki değerin (üretimden ulaşıma pay edilen artı değerin) geçimliğinden fazlasını fiilen patrona veren bir kesimin sol açısından bu kadar ulaşılamaz olmasının nedeni nedir? Yalnız çalışmaları mı? Lümpenleşmeye yatkınlıkları mı?
Bence daha önemli ve hakim olan neden, “sıkıştırılmışlıkları”dır. Yani bu koşullarda şöförlük yapacak, kendisinin ve yolcularının hayati risklerini ticarete konu yapabilecek birileri her zaman bulunmaktadır. Hemşehrilik, çetecilik, mafyatik ilişkiler, vasıfsız tüm işkollarında ağır basmakta. Gelişkin kapitalist ülkelerde şöförlüğün vasıflı bir iş haline getirilmesiyle kısmen çözülen bu sorun, ülkemizin sermaye düzeninde çözümsüzdür.
Şu an ekonomik olarak imkansız ama diyelim ki taksi plakaları yani taksicilik ruhsatı, makul bir fiyata indi, almaya gücü olmayan bir şöför kesimi, kooperatifleştirilerek ortak plaka sahibi yapıldı. Kendilerini vahşi taksici/dolmuşçu dünyasından korumalarını sağlayacak güvenlik önlemleri de aldılar. Plakalardan gelecek tüm gelirin hakkınca bölüştürüleceğiyle ilgili güvenceler garantilere bağlandı.
Veya taksicilerin küçük de olsa, bir kısmı örgütlenerek plaka sahibi patronlara, taksi duraklarına, valilik ve belediyeye haklarını iyileştirmek için küçük adımlar attırdılar. Üç dört yıllık bir süre boyunca ortak hareket ederek çeşitli tehditlere göğüs gerdiler. Daha insanca bir hayat yaşamaya başladılar…
Yeter mi? Tabii ki hayır, başarılı bir şekilde gösterebilseler bile muhtemelen onlara katılmak istemeyenler hâlâ çoğunlukta olacaktır. Taa ki bir gün gelip, kimse taksiye binmek istemeyene veya hayat taksilere binilemez hale gelene kadar... Ama bir şeyler yapılmadan o günler gelirse, hemen tüm taksicilerin, yani düpedüz vasıfsız kol işçilerinin, karşı-devrim saflarında yer alacağından pek haklı temellerde korkabiliriz.
İş bu kadarla kalsa iyi. Mesele, düzenin, tüm işçi sınıfı kesimlerini tıpkı taksiciler gibi bir sıkışmışlık, hatta suç ortaklığı hali içine sokma gayretidir.