Diyanet İşleri Başkanlığının sitesinde iki yıldır varlığını koruyan bir yılbaşı fetvası yılbaşı vesilesiyle yeniden gündemimize girdi.
“Kâfirlerin bayramının” kutlanmaması gerektiği türünden kabak tadı veren uyarıların ardından biraz tuhaf biraz da sanki iç gıcıklayan bir tespit yer alıyor.
“Bugün Anadolu’muzun milliyetçi muhafazakâr olan şehirlerinde dahi, kalabalık cadde ve sokaklarında, sarmaş dolaş olmuş vaziyette, hatta dudak dudağa sevişen gençleri üzülerek görmekteyiz.”
Dudak dudağa mı? Yeşilçam filmleriyle anılabilecek eski Türkiye’nin kültürel iklimi için “dudak dudağa” pek de ilginç sayılmaz aslında. Yine de derin Anadolu’dan böyle erotik hamleler(!) görmek tuhaf tabii.
Şaka bir yana aslında kimi “yeni olgulardan” bahsedebiliriz. Örneğin tüm çabalara rağmen istenilen ölçüde “dindar /kindar nesil” yetişmediğini hatta tersine “dudak dudağa sevişen bir neslin” de türediğini söyleyebiliriz.
Burayı biraz açalım.
Öncelikle eğitimi dinselleştirme politikaları ve son bütçedeki gibi Diyanetin payının yüzde 34 oranında artırılmış olması “kindar-dindar nesil yetiştirme” konusundaki kararlılığın devam ettiğini net olarak ortaya koyuyor.
Ne var ki Bülent Mumay’ın aktardığı yeni Konda anketine bakılırsa metropolde ve taşrada yaşayan gençlerde dini ritüelleri takip etme anlamında bir gerileme söz konusu.
Örneğin 10 yıl önce “asla başımı kapatmam” diyenlerin oranı yüzde 50 iken, bugün bu oran yüzde 58’e dayanmış durumda.
Geçmiştekinden daha belirgin biçimde gençler flört etmeyi savunuyor. Tüm o “cehennemlik youtuberler” söylemlerine rağmen gençlerin yüzde 92’si sosyal medya kullanıyor.1
“E iyi ya işte” mi demeliyiz? O kadar net değil sanırız ki.
Aslında konu bir kez daha “kültürel hegemonya” konusudur.
AKP rejiminin inşası ile kültürel hegemonya arasındaki eşitsiz gelişim çokça dile getiriliyor. İlginç olan bu durumun aynı zamanda rejimin temel ideolojik argümanlarından birine dönüşmesidir. Başta Reis olmak üzere AKP rejiminin sözcüleri, çeşitli vesilelerle “kültürel iktidar” sorununa çubuk bükmektedirler.
Bir iktidarın sürekli biçimde “bizim kültürel iktidar sorunumuz var” demesi pek de olağan sayılmamalıdır. Konunun mütemadiyen bu hat üzerinde sıcak tutulması samimi bir itiraftan çok, kimlik siyasetinden epey nemalanan bir iktidar için faydalı bir ideolojik hamledir.
Bunun bir ucunda “ölü üstünde tepinmekten” pek de bir farkı bulunmayan eski Türkiye değerlerinin itibarsızlaştırılması(sabah gazetesi röportajlarından en son Metin Akpınar vakıasına) varsa diğer ucunda yaşam tarzıyla hedef seçilenlerin “ülkenin kaymağını yiyenler” olarak işaretlenmesi vardır. Beşiktaş’ta oturan emekli öğretmen, “laikçi teyze” kimlik siyaseti için gözde bir nefret nesnesidir.
Bizim tarafın “kültürel hegemonya her şeye karşın bizde” demesi ise ciddi düzeyde gerçeklik yitimi olacaktır. Daha önceki bir yazımızda değinmiştik:
“Gezi Direnişi gibi bir toplumsal altüst oluştan sonra bile bunun sol tandanslı kültürel motiflerinden bahsedemiyoruz. Olmamıştır, olamamıştır henüz. Geniş kitleleri saran, ‘karşı tarafı’ bile etkileyen bir kültürel üretim yoktur.”2
Gerçekliğin reddi biçimindeki bir iyimserlikte ısrar edilecekse tiktok videolorındaki “sosyal gelişmesizlik” de derin Anadolu’nun dudak dudağa sevişen gençlerinin “kendinde özgürlükçülüğü” de peşinen bizim tarafa yazılabilir.
Ne ki böyle değildir.
Tüm çabalara rağmen henüz rejimin “makbul kitlesine” dönüşmeyeni başta sınıfsal olmak üzere tüm krizleriyle kuşatmak ve kültürel hegemonya meselesini dar biçimde kimliklere hapsetmemek önemli görünmektedir.
Notlar
2-https://ilerihaber.org/yazar/yeni-turkiyenin-yeni-turkusu-ortacgili-akbayrami-mi-89575.html