Eleştirel hukukçulara göre, canlılar içinde homosapiens türünün hapishane gibi patolojik kurumlar içinde yıllarca tutulmasının sebebi sistemin bu türe uygun olmayışından ileri gelir. Yani insanın gerekçe ne olursa olsun cezaevinde tutulmasının müsebbibi kapitalizmdir. Çünkü insan kapitalizme karşı çıktığı ya da nasıl karşı çıkması gerektiğini bilemediği için cezaevindedir. Nitekim hapishane, okul, kışla, hastane, tımarhane, fabrika arasında ussal bir benzerlik kuran Faucoult da iktidarın gizli cezalandırmadan açık cezalandırma sistemine geçişini, "mutlak doğru" diye tanımlanan (?) toplumsal kuralların etkinleşmesi için dönüm noktası olarak görür.
Hapishane, okul, hastane, vb. bakıldığında insanın iyiliği, esenliği, toplum içindeki yerinin güvenliği için oluşturulmuş gibidir ancak gerçekte bunların her biri iktidarın bizleri biçimlendirmesi için elinde tutması gereken denetim mekanizmalarıdır. Birey / toplum üzerinde tahakküm kurma hevesinde olan erk boyunduruğu altındakine düşünce ve ifade özgürlüğü tanımaz. Evliliği çalışmayı empoze edebilmek ve bu temel birim sayesinde toplumsal normları oluşturabilmek, okulu her kurumda, her yaşta var olabilmek, hapishaneyi tüm kurumlar üzerindeki gücünü artırabilmek için kutsar.
"Hapishane kurumu esasen sınıfsal karakterdedir. Hapishaneler dünya genelinde uluslararası kapitalist sistemin sömürdüğü sınıf ve tabakalar üzerindeki baskı araçlarının başında gelmektedir. 'Tehlikeli sınıflar' olarak görülen yoksulların, ezilenlerin, dışlanmışların, bütün dünyada artan sayıda doldurduğu mekânlardır hapishaneler." (Ergüden 2017: 11) "Kapatma, hukuksal açıdan anlamsız ve işlevsizken; iktisadi açıdan - sistem için - aşırı külfetliyken; felsefi açıdan - insan varlığı için - saçmayken; bunca devasa bir kütlesellikle varlığını sürdürüyorsa, ütopik lafların ve tasarıların ardında başka bir gerçeğe denk düştüğü içindir: Sistem açısından ne işlenen suç ve ceza önemlidir, ne de kapatılan kişinin rehabilitasyonu. Önem taşıyan tek şey, sistemin kendi varlığını sürdürebilmesi için birilerini dışlayabilir ve imha edebilir olduğunu göstermek ve böylelikle tehditkâr olabilmek, dahası elbette fiilen dışlamak ve imha etmektir." (Ergüden 2017: 75)
Zaten genelde işler hep tersine yürür. Hukuk; baklava çalarak suça sürüklenen çocukla ‘şüpheli’, 23 Nisan’da polise taş attığı için kafasına dipçikle vurulup komaya sokulan Seyfi’yle ‘sanık’ seviyesinde ilgilenir, arakladıkları paraları yurt dışındaki bankalarda biriktirenleri, görev icabı (!) gençlerin, şeytana uyup (!) kadınların kanını akıtanları ise haklı görür. "Doğayı ve insan haklarını en vahşice ihlal edenler asla hapse girmez. Cezaevlerinin anahtarı onlardadır. Nasılsa öyle olan bu tersine dünyada evrensel barışın bekçiliğini yapan ülkeler en çok silah üreten ve diğer ülkelere en çok silah satanlardır; en prestijli bankalar en çok uyuşturucu parası aklayan ve en çok çalıntı para saklayan bankalardır; en başarılı endüstriler gezegeni en çok zehirleyenlerdir; çevrenin korunması onu yok eden şirketlerin en parlak işidir. En kısa zamanda en çok insanı öldürenler, en az işle en çok parayı kazananlar ve doğayı en ucuza en fazla yok edenler dokunulmazlık ve kutlamayı hak ederler." (Galeano 2017: 16) Zira tersine döner dünya.
Eşitsizliğe dayalı bir yapı, sömüren ve sömürülen var olduğu sürece suç (!) da var olur. İki yüzlü sistem kendi yarattığı koşullar yüzünden bireyi suçlamaya; hırsızlıkla, cinayetle, vb. mülk, koltuk, erk sahibi olanlar üzerinden dokunulmazlığı yüceltmeye devam eder. Yine de tüm bunlara karşılık adalet; yasa koyucuların tekeliyle sınırlanamaz. Çünkü "Adalet ile adaletsizlik ilişkisi her somut durumda, özellikle her çatışma noktasında yeniden yaşanır; tek bir kişi bile direniyorsa, adalet onun ayağını bastığı yerde yeniden kurulur." (Ergüden 2017: 59) Kapalı kapılar arkasındayken bile direnenlere selam olsun!
KÜNYE:
* Hapishane Çağı, Işık Ergüden, Sel Yayıncılık, 2017
* Tepetaklak / Tersine Dünya Okulu, Eduardo Galeano, Çev: Bülent Kale, Sel Yayıncılık, 2017.