Dilsizler cemiyeti

Francis Wheen, “Das Kapital - Karl Marx” adlı monografisinin bir yerinde şunları söyler: “Das Kapital’in birinci cildi İncil’den, Shakespeare’den, Goethe’den, Milton’dan, Voltaire’den, Homer’den, Balzac’tan, Dante’den, Schiller’den, Sofokles’ten, Eflatun’dan, Thucydides’ten, Xenophon’dan, Defoe’dan, Cervantes’ten, Dryden’den, Heine’den, Virgilius’tan, Juvenal’den, Horace’tan, Thomas More’dan, Samuel Butler’dan alıntılarla birlikte kurt adamlar ve vampirlere ilişkin dehşet hikayeleri, Alman cep kitapları, İngiliz romantik kitapları, popüler baladlar, şarkılar ve melodiler, melodramlar ve komediler, efsaneler ve atasözleri içerir.”

Wheen’e göre Marx’ın bu üslubu, sıkıcı konuları kolay okunur hale getirmek için başvurulan bir süs değildir; aksine, kapitalizmde olup bitenleri dile dökebilecek biricik üsluptur bu. Tam da bu nedenle, sadece bir üslup da değil, başlı başına bir ontolojik girişimdir. Bu girişimin sonucunda, Kapital, Schonberg kadar akortsuz, Kafka gibi kabus dolu olmuştur.

Marshall Berman ise, “Marksizmle Maceram” adlı kitabında, Marx’ın Kapital’ini onun kaleminden çıkan her şeyden çok daha heyecan verici kılan şeyin, çağının romancılık geleneğinin doruk noktasındaki isimlerle aşık atmasını sağlayan bu edebi üslup olduğunu ileri sürer: “Yalnızca birinci cildin bini aşkın sayfasında karşımıza çıkan, kendi bildiklerince konuşan yüzlerce kişiden; dükkancılardan, ortakçılardan, maden ocağı ve imalathane sahiplerinden, şairlerden ve gazetecilerden, hekimlerden ve dinbilimcilerden, filozoflardan ve siyasetçilerden, dünyaca ünlüler kadar adsız sansızlardan da oluşan bir tuvaldir bu. Marx’ın kulağımıza taşıdığı gerçek seslerin o hayranlık uyandırıcı çeşitliliği; bu sesleri gerek öne çıkarırken, gerekse yapıtının değişik yerlerine konuşlandırırken gösterdiği beceri; bizleri on dokuzuncu yüzyıl romancılığının altın çağına, Kayıp Hayaller’e, Kasvetli Ev’e ve Savaş ve Barış’a geri götürür niteliktedir.”

Berman’a göre değişik çağların, dillerin, seslerin ve kültürlerin estetize bir kolajı olarak değerlendirilebilecek bu türden bir girişim, Marx’tan sonra Ezra Pound ve T. S. Eliot tarafından da denenmiştir; ve Marx’ın bu isimlerden geri kaldığını söylemek pek de mümkün değildir.

Marx’ın edebiyatla, şiirle, tiyatroyla ve sanatın değişik disiplinleriyle ilişkisini anlatan birçok örnek, anı, inceleme bulunabilir. Hayli geniş ve titiz bir eser olan ve S. S. Prawer tarafından kaleme alınan “Karl Marx ve Dünya Edebiyatı”nı da önermiş olayım bu vesileyle.

Gelelim konuya. Konumuz bir ‘dilsizler cemiyeti’ne dönüşmüş sosyalist hareketimiz.

***

Dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de Marx’ın mirasının sahibi sosyalist harekettir. Marksizmin akademide, medyada, kültür ve sanat alanlarında çalışılması, incelenmesi, hatta yorumlanması ve katkılarla zenginleştirilmesi mümkündür tabii. Ama konu sahiplik olduğunda, tek adres sosyalist hareket olmak durumundadır. İyisiyle kötüsüyle böyledir de zaten.

Dünya üzerindeki diğer örnekleri bir kenara bırakırsak, Türkiye’de sosyalist hareketin Marx’ın mirasına bir konuda büyük bir haksızlık ettiğini söylemek durumundayız. Bu konu dildir.

Sosyalist hareketin içinde ya da kıyısında olup da dili hayli yetkin biçimde kullananlar vardır kuşkusuz. Ama bir ortalama alındığında ve dil konusundaki beklentiler de asgariye çekildiğinde sosyalist hareketimiz utanç verici bir durumdadır. Bahsettiğimiz topluluk sosyalist hareketin kitle tabanını oluşturan halk kesimleri değil, bazıları yazarlık da yapan sosyalist kadrolardır.

Dil denilince hemen akla gelen dilbilgisi oluyor haliyle. Ülkece çağımızın en büyük sorunlarından olan, hatta artık bir mizah malzemesine dönüşmüş bulunan, koskoca resmi kurumların bile dikkat etmeyi bir kenara bıraktığı -de/-da’ların ayrılması, noktalama işaretleri, satır ve paragraf bilgisi gibi konular bunlar.

Yıllarca çeşitli yayın organlarında editörlük yapmış biri olarak, hiç kıvırmadan söyleyeceğim: Sosyalist hareketimizin kadroları bir temel dilbilgisi sınavına sokulsa ezici çoğunluk bu sınavdan geçemez!

Bu işin bir boyutudur ve bu konuda yapılacak tek şey, öğrenmektir. Bu duruma mazeret aramak, izah etmeye çalışmak, normalleştirmek mevcut utancı daha da büyütmekten başka bir anlama gelmez. Sosyalist hareketteki kadroların oturup okul düzeyinde dilbilgisi öğrenmesi gereken tek ülke olmamız da mümkündür bu arada.

Ancak, gerçekten bu işin sadece bir boyutudur ve sorunlar bununla sınırlı değildir. Bir de dilin diğer yanı, hatta daha engin suları vardır, ki bu da ifade kudreti, üslup zenginliği, yaratıcı anlatım gibi konuları kapsamaktadır. Ve bu başlıktaki durum da felaket düzeyindedir.

Marx’ın mirasının sahibi olan sosyalist hareketimizde, onun bilgi birikimine ve öğrenme merakına öykünen genç ya da ileri yaşlı kadrolar dikkat çekici ölçüde nadirdir. Klasik, modern ya da çağdaş edebiyatı; sinema ve tiyatro eserlerini; ülkenin kültür ve sanat dünyasındaki eğilim ve tartışmaları ortalama bir düzeyde bile takip eden insan sayısı şaşırtıcı derecede azdır.

Elbette, kendisini “kitap yiyen bir makine” olarak tanımlayan Marx’ın performansını beklemiyoruz kimseden (bu beklememe hali bile sorunlu olmalıyken, üstelik). Ancak, dünyaya ve ülkeye dair tarih bilincinin netleşmesinde, mücadele ettiğimiz sınıf egemenliğinin kuruluş ve işleyiş mekanizmalarını anlamada, bir parçası olduğumuz ülkenin ruhuna ve aklına vakıf olmada bu saydığımız alanların sunacağı yarar tartışma götürmez olmalı.

Nitekim, bu durum, sadece netleşme, anlama ve vakıf olma konusunda kayıtsız kalınamayacak bir eksiklik yaratmakla kalmıyor, esas olarak sosyalist hareketimizin kendisini halka anlatırken kupkuru, renksiz, feri kaçmış bir jargon ve sözcük dağarı içinde debelenmesine yol açıyor. Binlerce kadrosu olan sosyalist hareketimizin, kendi örgütü dışında da etki uyandırabilen birkaç tane hatibe, ondan biraz fazla da yazara sahip olması tesadüf değil.

Elbette, bu sorunların ortaya çıkması tek bir nedenle açıklanamaz. Sosyalist hareketimizin bütünsel sorunları vardır ve bu biçimiyle masaya yatırılması gerekir. Ama, bunu yaparken dil konusundaki tarifsiz utancın sona erdirilmesi ertelenemez bir ivedilik taşımaktadır.

***

Kim ne derse desin, Marksist kuramın tarihi, bir yanıyla da çarpıcı bir dil maharetinin dışavurumu olarak değerlidir. Önemli marksist kuramcılar ve siyasetçiler, aynı zamanda yazı üslubu ve dile hakimiyet açısından da dikkat çeken isimler olmuştur hep. Bu durumun kaynağında, kuşkusuz, ilk önce ve en yüksek noktada Marx’ın kendisinin olduğu açık. Bu anlamda, Marksizmin kaynakları arasında bir gizli özne olarak dil/edebiyat da yer alıyor.

Elbette dil, sadece dilbilgisi değildir; klasik edebiyatı, sözlü gelenekleri, çağdaş yazını, argoyu, yerel deyimleri, bölgesel ağızları, moda üslupları vb. içeren bir toplumsal ağdır. Dahi anlamındaki -de'yi ayırabilmekten çok daha fazlası lazım gelir.

Öte yandan, dil konusundaki yetkinlik, sadece düşünceleri ifade etmek için değil, bizzat o düşünceleri geliştirmek, zenginleştirmek, derinleştirmek için de vazgeçilmez koşuldur. Düşüncenin, içinde genişleyeceği ve derinleşeceği uzam dildir. Sosyalist hareketimizdeki kuram çoraklığının dil çoraklığıyla bağlantısı, pek dikkat çekmese bile, taş gibi ağır bir gerçektir.