Devrimi düşünmek

Gözlerimizi kapatıp düşlere dalmamıza gerek yok.

Türkiye’de devrimi, kimilerinin “soğuk nesnellik” sayacağı işaretlerden ve gerçeklerden hareketle de düşünebiliriz. Bunlar epeyce birikmiş durumda. Kuşkusuz ayrıntılardan, kritik anlardan, gündeme gelebilecek çeşitli olasılıklardan söz etmiyoruz. Türkiye’de devrimi ana süreçleriyle, temel sınıfsal saflaşmalarıyla, ama belki de en önemlisi kronolojisiyle düşünmek, bugün geçmişe göre daha fazla mümkün görünüyor.

Ne kadar “yakında” ya da “uzakta” olduğu da önemli değildir. Her ikisi için de geçerlilik taşıyacak şeyler söylenebilir.

Bunu kastediyoruz ve bunlardan söz edeceğiz.   

***

Bizce açıktır: Türkiye’de “aşamalı devrim” kesinlikle gerçekçi bir perspektif sayılamaz. Bugün Türkiye’de sosyalist devrimi önceleyen bir başka devrim aşamasının zorunluluğunu savunmak, hararetli devrim tartışmalarının yaşandığı 50 yıl öncesine göre çok daha güçtür.

O zaman, 50 yıl öncesinin “sosyalist devrim” tezini bugün aynen benimsemek mi gerekiyor?

Tam da böyle değil; ama önce “aşamalı devrim” üzerinde duralım.

Aşamalı devrim perspektifi, tanım gereği, belirli bir devrim uğrağından bir sonraki ve daha ileri devrim uğrağına uzanan bir dönem öngörür. Gene tanım gereği, bu iki uğrak arasındaki dönem, belirli sınıfsal ittifaklarla sağlanacak, ikinci uğrağa kadar bir süre devam edecek bir oturmuşluğu ve istikrarı varsayar.

Olamaz mı?

Olabilir; ancak böyle bir dönemi başlatan siyasal iktidar değişikliği için “devrim” tanımı yapılması mümkün değildir. İkinci uğrağa (sosyalist devrime) uzanacak dönemin başlarında iktidar değişiklikleri, koalisyonlar, yeni hükümetler, birtakım reformlar vb. gündeme gelebilir. Ancak, Türkiye’nin bugünkü koşullarına bakıldığında hiçbiri ya da hepsinin toplamı “devrim edemez.” Kaçınılması mümkün olmayan bir determinizm nedeniyle: Ne yapılırsa yapılsın, “devrim” nitelemesini hak etmeyecek ölçüde eskisiyle süreklilikler taşıyacak, önceki dönemde yapıldığı düşünülen “kimi iyi şeyleri” sahiplenecek, hele hele egemen sınıfın dayanaklarına hiç dokunmayacak, emperyalist odaklarla ilişkilerini ufak tefek rötuşlar dışında değiştirmeyecektir…

Böyle “devrim” olur mu?

O zaman 60’ların “sosyalist devrim” tezini aynen benimsemek mi gerekiyor?

Az önce “tam da böyle değil” demiştik; açmaya çalışalım.

***

60’ların sosyalist devrim tezi, devrimin, daha doğrusu siyasal devrimin bir süreçten çok bir moment olduğunu vurgulardı. Belirli bir yılın belirli bir ayının belirli bir haftası, hatta günüyle tanımlanabilecek bir moment… Büsbütün yanlış değildi;  ancak bugünün Türkiye’sinde devrimi düşünürken bu “momentin” zaman aralığını biraz daha geniş tutmakta yarar vardır. Neden böyle olması gerektiği, başka bir durumla ilişkilidir.

Temel tespit: Dünyada, kendi kuşatıcı çevresi, hitap ettiği en geniş kitle, harekete geçirici dinamiklerinden en azından biri burjuva demokrat, demokrat, devrimci demokrat, ulusal kurtuluşçu (anti-emperyalizm ve/ya da ulusal sorun bağlamında) vb. özellikler taşımayan tek bir sosyalist devrim gerçekleşmemiştir ve bundan sonra gerçekleşeceğe de benzememektedir.

1917 Ekim, Çin, Küba, Vietnam ve diğer devrimlere bir de bu gözle bakılmalıdır.

O zaman şunu söylemiş oluyoruz: Az önce sıralanan arayışların ve dinamiklerin, sosyalist devrimi önceleyen ve adıyla sanıyla devrim olan bir aşamada karşılık bulması en azından Türkiye’de mümkün görünmüyorsa, bunların hepsi sosyalist devrimin üzerine yıkılacaktır.  

“Bana ne, ben istemiyorum” demek, devrimi de istememek demektir.

“Evet, zor iş, ama ancak böyle olabilir” denirse de üzerinde titizlikle durulması gereken özel noktalar vardır.

Örneğin, sadeleştirilip sınıflanması teorik düzeyde mümkün olsa bile devrim sürecinin bileşeni durumundaki özlemler ve arayışlar, kendini olanca çeşitliliğiyle, “her kafadan bir sesin çıktığı” ortamlarda ortaya koyacaktır. Devrimci ve bu anlamda “olumlu” bir kakofonidir; ancak, bir noktadan sonra “düzlenmesi”  gerekiyorsa, bunu yapabilecek tek güç, “öncü örgütten” de önce, bilinçli, kararlı ve ne istediğini bilen bir işçi sınıfı olabilir…

Bu yoksa devrim kapanın elinde kalacaktır. 

Sonuçta, “devrimi düşünmenin” pek çok açıdan mümkün göründüğü bir ülkede, bu düşüncelerin gidebileceği yerin sınırını işçi sınıfı hareketinin henüz zayıf kalması çizmektedir. Gene de, “güçlenen sınıf hareketi” varsayımlarıyla bir miktar daha yol alınması mümkündür.

Kürt coğrafyası ve Kürt dinamiği mi?

Devrimi düşüneceksek son derece önemlidir ve burada da devreye girmesi gereken asli parametre, bir kez daha, güçlü bir sınıf hareketidir…