Türkiye sosyalist hareketinin önündeki görevler, siyasal, örgütsel, ideolojik ve kuramsal (teorik) olarak dört ana başlıkta ele alınabilir.
Yeri burası olmadığı için uzatmayacağım fakat ideolojik görevler ile kuramsal çalışmaların farklı alanlar olarak ele alındığına dikkat çekmek istiyorum. Daha önemlisi siyasal görevlere dair bir tartışmayı amaçladığımız yazıya böyle bir giriş yazmak zorunda kalınmasının esas nedeni, siyasal görevlerin diğer üç başlıktan kopuk ele alınmasının mümkün olmadığını bir kez daha vurgulamaktır.
KIRMIZI ÇİZGİLER
İster siyasi bir parti formunda örgütlenmiş bir topluluktan isterseniz tek tek bireylerden söz ediyor olalım, sonuçta siyasetin temel arayışı verili durumu değiştirmektir. Söz konusu olan siyasi parti olduğunda mümkün olan en büyük ölçekteki, yine mümkün olan en köklü dönüşümlerden söz etmek gerekir. Tam da bu nedenle devrimci bir siyasi partinin varlık nedeni sosyalist iktidar hedefidir, bunu en başa yazmak gerekiyor.
İki, komünistler açısından siyasal mücadelenin bir diğer olmazsa olmazı örgüt ve örgütlülüktür. Böyleyse bir ek yapmak mümkün, siyaset, öznenin hedefine giden yolda daha fazlasını yapabilecek bir duruma gelmesi için yaptıklarının tümüdür.
Üç, yakın tarihimize baktığımızda hele “Haziran Sonrası Türkiye” diye bir nesnellikten söz ediliyorsa, belli bir eşiğin üzerine çıkan (veya en azından çıkma arayışında olan) bir toplumsallaşma hedefiyle hareket etmeyen bir arayışın herhangi bir başarı şansı olamaz.
SOSYALİST KİMLİK SİYASETİ
Kimlik siyaseti bir dönem sol içinde kendisine epey yer bulan bir tartışma başlığı oldu.
Kürt hareketinin siyaset tarzı ile başlayan, toplumun çeşitli ezilmiş kesimlerinin kendi kimlikleri üzerinden siyasal bir hat tutturmalarının kısıtlarıyla devam eden tartışmalar hatırlanacaktır. Bizim açımızdan meseleye yaklaşımda çok temel bir konumu Marksist tarihçi Eric Hobsbawm’ın 90’ların ikinci yarısında yaptığı bir konuşmadan tek bir cümle alıntılamakla yetiniyorum. “Çoğunlukları kazanmakla, azınlıkları üst üste koyup toplamak aynı şey değildir.”
Buraya kadar tamam.
Peki Türkiye sosyalist hareketinin diyelim ki, kuramsal olarak Hobsbawm’ın bu tanımına paralel yaklaşan kesimlerinin bile önemli çoğunluğunun, kendilerini tanımladıkları kimliğe bağlı olarak, devrimci, sosyalist hatta komünist “kimlik siyaseti” yaptıklarını söylemek çok mu acımasız bir eleştiri olur?
Sosyalist siyaseti, sosyalist, devrimci kimliği propaganda etmeye indirgeyen bir tarzın solda bir ağırlığı olması aslında sosyalistlerin sadece sınırlı bir kesiminin gerçek anlamıyla ülkenin bütününe dönük bir siyasal müdahale arayışında olduklarının en temel göstergelerinden birisidir.
Devrimci veya sosyalist siyaseti, devrimciliğin veya sosyalistliğin propaganda edildiği bir siyasetsizlikle örtmeye çalışmak, sosyalizm, sosyalist iktidar, sosyalist devrim denildiğinde, bunları esas olarak kartvizitlere yazılacak sıfatlar olarak görüp, kullananların çoğunlukta olduğu dönem kesin olarak kapanmalıdır.
DEVRİMCİ SİYASET
Çok hoşumuza gitmeyecek bir başka saptamayla devam edelim.
Devrimciler, siyaset alanını sadece kendi kurguladıkları değil hatta çok daha fazla sermayenin siyasal ve ideolojik olarak belirlediği zeminde üretmek zorundalar. Bunu bir veri olarak kabul etmediğimiz koşullarda siyasetin dışına düşüleceği tarihimizde çokça örneği olan bir durumdur.
Dolayısıyla, "aman elalem ne der" filan demeden ilkeli ve tutarlı bir devrimci siyasetin ancak sermaye sınıfıyla yumruk mesafesinde dövüşerek üretileceğini söyleyebiliriz.
Türkiye’de sosyalist hareketin önemli bir kesimini “kimlik siyaseti”ne hapsolmasının nedenlerinden birisi büyük lafların ardına saklanarak buna cesaret edememesidir.
Bunu aşmanın bir yolu olarak gündeme gelen somut projelerle halka seslenme iddiası da ilk söylendiğinde kulağa hoş gelmekle birlikte bu bölümün girişinde yazdıklarımız bu açıdan da bir kısıta işaret etmektedir. Her şey bir yana, emekçilerin halkın yaşadığı sorunlara, (mümkün mü değil mi tartışmasını bir yana bırakarak söyleyelim) bu düzen içinde somut çözümler üreten bir yaklaşımla, bu düzeni kökten değiştirme mücadelesi verilemez.
Buraya kadar daha fazla kısıtlardan, eksiklerden söz ettik yazının sonuna doğru geliyoruz, toparlarken "ne yapmalı"ya dair bir iki çift laf edelim.
Birincisi geniş kitleler açısından, söylenen söz kadar söyleyen güç önemlidir. Dolayısıyla büyük iddiaların taşıyıcısı bir özne bu iddiaları hayata geçirebilecek bir gücü olduğunu da ortaya koyabilmelidir. Bunu yapamadığımız sürece güzel hayalleri olan sevimli çocuklar olarak kalmaya mahkumuz. Zaman geçtikçe, memleketin onca sorunu varken kendi hayalleriyle yaşayan bir topluluk olarak ciddiye alınmama olasılığı ortaya çıkacaktır.
Bu nedenle hiç kimse devrimcileri etkin bir güç haline gelme çabasıyla sürdürdükleri arayışlar nedeniyle sorgulayamaz.
Laiklik, cumhuriyet, özgürlük, bağımsızlık, barış gibi her biri Türkiye tarihi içerisinde başka siyasal güçlerin kimliği olarak da görülmüş bu değerler üzerinden “aşağıda” süren siyasal kavganın bu kadar yaygınlaştığı bir evreden geçiyoruz. Devrimciler tüm bu başlılıkları sosyalizm ile geniş emekçi kitleleri birleştiren, burjuvazi ile tarihsel hesaplaşmamızda ise karşıtlığımızı güçlendiren bir içerikle temsil etme yeteneği kazanmalıdır.